
Yağız Kutay
ORTA DİREĞİN SESSİZ LÜKSÜ
Nesiller boyu Türkiye orta sınıfın sözlükteki karşılığıydı. Ekonominin görünmez kahramanları, bel kemikleri…
Orta sınıfın tüketim alışkanlıkları “makul” ile “ulaşılabilir” arasında bir yerde gezinirdi. Özellikle son üç yılda yaşanan yüksek enflasyon dalgası, yalnızca maaşları değil, anlam dünyamızı da erozyona uğrattı. Artık bir kahve, bir kitap ya da bir dışarı yemeği, sadece harcama değil; aynı zamanda bir kimlik ispatı, (ekonomi alanların sevdiği şekilde) “fırsat maliyeti” haline geldi.
Söz konusu farkı “Algılanamayan Fark Teoremi” olarak adlandırıyorum. Bu kavram, yüksek enflasyon altında bireyin fiyat farkını anlamlı biçimde tartamamasını ifade ediyor. Eskiden 150 liralık bir fark, ayın sonunu getirmek için vazgeçilecek bir lükstü. Bugün ise aynı 150 TL, göz ucuyla geçilen, zihinsel muhasebede yeri olmayan bir ayrıntı. Madem fark bu kadar az, neden ‘daha iyisi’ni yaşamayayım?
Örnekle gidelim. Şubeleşen bir hamburgercide 350 TL’ye menü var. Aynı menünün daha “şık” versiyonu başka yerde 500 TL. Eskiden bu 150 TL ile sinemaya gidilir, kitap alınır, belki aylık ulaşım kartı doldurulurdu. Bugün ise o fark, herhangi bir alternatif faydaya dönüşmüyor. İnsanlar bu farkı artık “kurtarmadığı” için değil, “anlam ifade etmediği” için harcıyor. Fiyatın kendisi değil, alternatifinin olmayışından dolayı tüketimlerini değiştiriyorlar.
İşbu durumda devreye başka bir kavram giriyor: Doom Spending (kontrolsüz alışveriş) Paranın hızla eridiği bir düzende, cebinde tuttuğun her kuruş sana zarar gibi geliyor. Birey, parayı harcamazsa onun gözünün önünde eridiğini hissediyor. Bu da yalnızca “bugün almazsam yarın daha pahalı olur” düşüncesini değil; “nasıl olsa elde tutmak anlamsız” duygusunu doğuruyor. Para, enflasyon ortamında hem hesap birimi olmaktan hem de değer saklama aracı olmaktan çıkınca, bireyin tüketim kararı bir rasyonalite değil, psikolojik bir savunma mekanizmasına dönüşüyor.
GÖRÜNMEYEN GÖSTERİŞ
Enflasyon yalnızca zenginle fakir arasındaki makası açmadı; aynı zamanda orta direğin kendi içindeki sınıfsal referanslarını da yok etti. Artık 350 TL harcayanla 500 TL harcayan arasında anlamlı bir fark hissedilmiyor. Çünkü o farkın hayatın diğer alanlarında karşılığı kalmadı. Bu nedenle insanlar “daha iyisini deneyimleyeyim” motivasyonuyla lükse yöneliyor. Ancak bu lüks, eski anlamıyla bir ‘gösteriş’ değil — daha çok bir tüketici savunması. Sev Kardeşim şarkısı misali:
Dünya'ya geldik bir kere
Kavgayı bırak her gün bu şarkımı söyle
Tüketici davranışları artık yalnızca alım gücüne değil, algılanan fayda ve algılanamayan farklara göre şekilleniyor. Bir lüks kahveyi almak, daha iyi bir restoranda yemek, klasik anlamda üst sınıfa özenmek değil; daha çok orta sınıfın kendini ‘ikna etme’ biçimi haline geldi.
YENİ EKONOMİ PSİKOLOJİSİ: ALGI, ENFLASYONUN GÖLGESİNDE
Enflasyon, sadece satın alma gücünü düşürmüyor; aynı zamanda fiyatların arkasındaki anlamları da yok ediyor. “Tasarruf edeyim” dediğin anda birikimin karşılığı kalmıyor. Sonuç? Tüketici ‘an’ı yaşıyor. Çünkü ‘gelecek’ artık ölçülemeyen, belirsiz bir boyut.
“Algılanamayan Fark Teoremi”, zihinsel dönüşümün sade ama güçlü bir ifadesidir. Geleneksel ekonomik modellerin öngöremediği bu yeni tüketici davranışları, artık davranışsal ekonomiyle, hatta psikolojiyle iç içe yorumlanmak zorunda.
HARCAMANIN DEĞİŞEN RUHU
Enflasyonun psikolojisi, cebimizdekinden çok zihnimizde yaşanıyor. Paranın değeri düştükçe, farkların anlamı da silikleşiyor. Bu ortamda tüketim, sadece ihtiyaçla değil; kaygıyla, anlam yitirmesine karşı verilen bireysel bir tepkiyle yön buluyor.
Bazen bir kahveye, bir dürüme ya da bir deneyime verilen fazla para, rasyonel bir karar değil; bir tür teselli. O yüzden bugünün orta sınıfı daha fazla lüks tüketiyor gibi görünse de aslında kendini kaybolan bir değer dünyasında var etmeye çalışıyor.
Asıl mesele, 150 TL’lik farkı ödemek değil. O farkın yerine koyabilecek hiçbir anlam bulamamak…