
Mutlu Hesapçı
Uçan Süpürge 28. kez uçtu ve inadına özgürce uçmaya devam edecek!
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali bu yıl 28. yaşını kutladı. Daha nice yaşlara diliyorum. Festivali kendi içinde ayıran birçok anlamlı özelliği var, en önemlisi Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) özel jüri tarafından toplanan tek kadın filmlerin festivali olma özelliğini taşıyor olması ve bu yıl ayrıca FIPRESCI'nin 100. yıl kutlamalarına da Ankara'da ev sahipliği yapmış olması. 27 Mayıs akşamı başlayan festival film gösterimleri, paneller, etkinlikler ile geçen günlerin ardından bugün 4 Haziran’da sona eriyor. Bu yıl Gazete Pencere adına katılan davetliler arasında ben de vardım, festivalin açılış gecesinde bulundum ve iki gün boyunca böyle bir festivalde yer almamın mutluluğunu bir kadın olarak farklı yaşadım.
Bu yıl festivalin Onur Ödülleri Hülya Darcan ve Gülşen Bubikoğlu’na, Bilge Olgaç Başarı Ödülleri; Bennu Yıldırımlar, cast direktörü Harika Uygur ile yapımcı ve festival yönetmeni Başak Emre’ye, Genç Cadı Ödülü ise oyuncu Mina Demirtaş’a verildi.
İlham verici kadın hikâyeleri ve yolculukları…
Kaldığım iki gün boyunca Uçan Süpürge Film Festivali’nde katıldığım en önemli etkinliklerden biri kısa seçkideki filmleri izlemek ve diğer en önemli etkinlik ise Etimesgut Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen, yapımcı Zeynep Atakan’ın moderatörlüğünü yaptığı panel oldu.
Festival bu seneki temasında ‘Benzersiz Kadınlar, Benzersiz Hikâyeler’ cümlesinden yola çıktı.
Aslında her biri benzersiz değerde olan başarılı kadınlar, benzersiz hikâye gibi görünen ama yolculuklarını benzer güçten aldıkları hikâye paylaşımları çok samimi ve içten bir şekilde panelde yaptı.
Zeynep Atakan moderatörlüğünde ülkemizin başarılı ve özel kadınları; Biket İlhan, Lale Mansur, Şenay Gürler, Harika Uygur, Ece Dizdar, Eylem Kaftan, Ümran Safter ve Burcu Kara sahnedeydi. Meslekte başarıya giden zorlu ama heyecanlı geçen yolculuklarını katılımcılarla paylaştılar. Festivalin anlamını ise; “İnsan her yaşta her şeye başlayabilir” cümlesiyle sevgili Biket İlhan yaptı. Çünkü kadınların cesaretle yapabildiği hayatlarındaki değişim ve dönüşüm ancak bu kadar iyi özetlenebilirdi.
BİKET İLHAN; “İnsan her yaşta her şeye başlayabilir”
Canım kadınlar, aşağıda okuyacağınız ve hayran olduğunuz her bir kadının hikâyesi o kadar kolay değişmedi. Usta yönetmen Biket İlhan’ın söylediği cümle sizin de hayatınızda ve hep aklınızda olsun; “İnsan her yaşta her şeye başlayabilir” Onların hikâyelerini okuduğunuz zaman şaşıracak, onları tekrar takdir edecek ve kendi hayatınızı değiştirme gücünü de eminim kendinizde bulacaksınız. Ben bu panelden sonra cesaretlendiğimi ve yeni bir şeye başlamanın gücünü kendimde bulmaya başladığımı söyleyebilirim.
BİKET İLHAN; “Neredeyse 50 yaşında yönetmen oldum”
Biket İlhan, İngilizce Öğretmeni iken tesadüfen sinemacı olan önemli bir isim. Hayat hikâyesindeki duraklarını yönetmen şöyle özetledi; “20 yaşında öğretmenliğe başladım, 40 yaşında da sinemaya” Çok uzun yıllar asistanlık yaptığını “yaşım ilerledi ben artık yönetmen olayım” diyerek bir amaç taşımadığını sadece yaptığı işi çok sevdiği için orada olmayı seçtiğini söyledi. Neredeyse 50 yaşında yönetmen oldum ve baya uzun bir asistanlık dönemi yaşadım. Dolayısıyla her yaşta yeni bir şeye başlanabilir. Ben öyle yaptım ve hayatım değişti.”
ŞENAY GÜRLER; “Beni ben yapan şeyler hayata makas atmakla gerçekleşti”
Şenay Gürler’in hikâyesi de sonradan değişenlerden…
Aslında kendi hikâyesini sonradan yazan kadınlardan biri diyebiliriz kendisine tıpkı Biket İlhan gibi! Şenay Gürler kendi hikâyesini şöyle anlattı;
“Benzersiz Kadınlar, Benzersiz Hikâyeler” diyoruz ama aslında kadınların hikâyeleri genellikle birbirlerine benziyor. Benzer tarafı şu, bir şekilde bir yerden kadınlara engel geliyor. Güzel Sanatlar Akademisi’ne gitmek istedim ama babam karşı çıktı, hastaydı gözleri görmüyordu. Ve onun kız çocuğu olarak, heder olmasın kızım diyerek beni evlendirdi. Ve böylece bambaşka bir hikâyenin içinde buldum kendimi, sonra da çocuğum oldu. Fakat benim her zaman hayallerim vardı, bunu söylediğim zaman bir yuvayı hayallerim için yıktığımı düşünüyorlar ama o dönem için bana ait olan açıklayamayacağım bambaşka dinamikler vardı. Kızım bir buçuk yaşındayken eşimden ayrıldım. Zor bir dönemdi. Kendi ailemden ve karşı tarafın ailesinden büyük baskılar gördüm. Pek kimse yoktu yanımda açıkçası. Memurluğu bıraktım, çalışmaya devam ederek adeta çocuğumla birlikte üniversiteye gittim. Acayip bir dönemdi, geriye dönüp baktığımda “bu nasıl olmuş dediğim” ama içindeyken çok fark edemediğim şeyler yaşamışım. Çok sonraları diyorsun ki; “çok iyi bir şey yapmışım, çok zor bir şey yapmışım. Beni ben yapan şeyler bütün bu yaşadıklarım olmuş.” Kızım kocaman oldu ve mutluyum onunla. Mücadele ettikçe katılaşıyorsun ama hassasiyeti hiçbir zaman da kaybetmemek gerekiyor. Ben hayata makas attım, hayatımı değiştirdim.”
LALE MANSUR; “Neden oyunculuk yapmıyorum?”
Lale Mansur küçükken çok maymun iştahlı olduğunu ve her şey olmak isterken bir gün balerin olmak istediğini babasına söylemesiyle işlerin ciddiye bindiğini açıkladı.
Bu durumda da 8,5 yaşında aslında işini seçmiş olduğuna vurgu yaparak mesleğini çok aşık olarak yaptığını ve 34 yaşına kadar İstanbul Opera Ve Balesi’nde oyunlar oynadığını söyledi. Sonra dans etme hikâyesinin bir gün bir şekilde biteceğini ve sonu olduğunu düşünerek “Bir şey yapmam” lazım diyerek terapiler görerek yolunu bulduğunu belirtti. Her gün bir şey yapmam gerekir diye uyanarak dansın da içinde olduğu yeni bir şey, ne yapabilirim diye düşünmeye başladığını ve “Neden oyunculuk yapmıyorum” dediğini günü anlattı. Beni en heyecanlandıran şey dans ediyorum ama aynı zamanda oyunculuk da yapıyorum aslında bu nedenle Arsen Gürzap ve Can Gürzap’tan dersler aldığını ardından da beğendiği yönetmenlerden randevular alarak “Ben oyuncu oluyorum, haberiniz olsun” diye hepsini haberdar ettiğini söyledi. Atıf Yılmaz’dan ‘Düş Gezginleri” projesi ile sektöre giriş o giriş oldu ve devamının geldiğini, bu noktada da şanslı olduğunu belirtti.
HARİKA UYGUR; “Ben başardıysam sen de başarırsın”
Harika Uygur’un da ilham verici bir hikâyesi var;
O ilham verici hikâyesini şöyle anlattı;
“Benim bir mottom var; ben başardıysam sen de başarırsın diye bunu artık bir isim haline getirdim ve gençlere ilham olmaya çalışıyorum. Bu aslında benim geldiğim yolu özetliyor. Çok zor bir çocukluktan geliyorum, her şeyi tek başıma yaptım. İlk üniversitemi Edirne’de okudum aileme ben gidiyorum dedim sadece sonrasında da zorluklar çektim. Edirne’de kalacak yerim yoktu Rahmetli Vali Erhan Yazıcıoğlu’nu buldum, yurtlarda yer kalmadığı için beni lojmanında yatırdı, yardımını unutmam. İçimde hep bir oyunculuk vardı taa çocuk radyosu döneminden kalan. Radyoda çocuk tiyatrosu da yaptım. Edirne’yi İstanbul’dan ailemden kaçayım diye yazmıştım. Orayı bitirdikten sonra Mimar Sinan’da okudum.”
Önceleri kısa canlandırmalar yaptığı projelerde aynı zamanda projelerin castlarını da yaptığını anlatırken bir gün Osman Seden ile yollarının kesişmesiyle hayatının değiştiğini belirtti.
Reklamla başlayan hikâyesinde Ezel Akay’ın “sen çok iyi cast yapıyorsun neden cast direktörü olmuyorsun” demesiyle o zamanlar bilinmeyen bir mesleğin ilk bilineni olmanın yolunun nasıl açıldığını ve bu konuda yurt dışında eğitimler aldığını anlattı.
BENNU YILDIRIMLAR; “20 yaşından beri oynuyorum”
Bennu Yıldırımlar’ın hikâyesinde ise okumak ve bu yola baş koymak var.
Öncelikle konservatuara giriyor bununla da yetinmeyerek Belediye Konservatuarı’nda okurken aynı zamanda yanında Eski Yunan Dili ve Edebiyatı’nı kazanarak ikisini okuyabileceğini düşünüyor.
“Arkeolojiye, mitolojiye hep ilgim vardı ve devam edeceğimi düşünmüştüm ama olmadı, konservatuarda devam etme kararı aldım bu kararımda annemi üzmüş olabilirim tabii. 20 yaşındayken de geleneğin doğrultusunda İstanbul Şehir Tiyatroları’na girdim ve hala oradayım.”
ECE DİZDAR; “Bugün geriye dönüp baktığımda hikayemi anlıyorum”
Ece Dizdar’ın hikâyesinde kaçılamayan bir kader ama ardından dünyada kalan olarak kendi kaderini değiştirebilme ve iyileşme hikâyesi var.
Ece’nin babası bir denizaltı subayı, dolayısıyla hayatı değişik şehirlerde geçmiş ki babasının mesleğinden dolayı Foça’dan Narlıdere’ye, Marmaris’ten Napoli’ye uzanan ve 2 yılda bir ülke ve şehir değiştirilen bir durumun içinde yaşıyor. Ve hikâyesini şöyle anlatmaya devam ediyor;
“Babam karaya ayrıldı ve biz Ankara’da yaşamaya başladık. Konservatuara girme kararım 12 yaşında olmuştu ancak o yaz babamın tayini Gökcük’e çıktı. 99 depreminde Ordu Evi binasında ailemi kaybettim. O yaz Ankara’dan bu şekilde ayrıldım. Konservatuara giremedim çünkü veraset ilanı vs. onlarla uğraşıyordum. O dönem puanım İletişim Fakültesi Radyo- Televizyon bölümünü tuttu. O zaman tabii ki bundan hoşlanmadım ama bugün geriye dönüp baktığımda neden olduğunu anlıyorum. Çünkü ömrüm boyunca kısa film peşinde koştum ve ilk kısa filmimi de çektim. Sonra konservatuar okudum tabii. O günden beri tiyatro oyunlarına, dizi-sinemada oyunculuk yapmaya ve kendi hikayemi anlatarak şimdi de kısa filmim de dahil yolculuğuma devam ediyorum.”
EYLEM KAFTAN; “Denemeye değer dedim ve başladım”
Eylem Kaftan üniversitede Felsefe eğitimi alırken sinemaya çok büyük bir hayranlığı olduğunu ama o dönem hayal edemeyeceğim kadar uzak bir şey, hayallerinin ötesinde bir şey olarak sinemayı gördüğünü belirtti.
“O zamanlar sinema yapmak için ev satmak gerekiyor falan diye düşünüyorum ki öyleydi. Boğaziçi Sinema Kulübü’nde deli gibi sinema izliyorum ama asla kendimi bir yönetmen olarak hayal edemiyorum. Sanki adamlara özgü bir şey gibi geliyordu film çekmek. Bir şekilde Kanada’ya gittim ve sinema yolculuğum da tesadüfen bir şekilde başlamış oldu. “Denemeye değer” diyen hocamın sözünden yola çıkarak “denemeye değer” dedim ve başladım.”
BURCU KARA; “Ailem garantili meslek olsun istedi ama ben oyunculuktan vazgeçmedim”
Burcu Kara çocukluğundan beri oyuncu olmak istiyormuş ama öğretmen olan ailesi daha garantili bir meslek sahibi olmasını istemişler bu nedenle de ekonomi okumuş. Televizyonlarda haber spikerliği, program sunuculuğu yapmış. Ama hayallerinden hiç vazgeçmemiş. 30 yaşında oyunculuğa başlanır mı diyenlere alın size ilham verici bir örnek. Burcu Kara yıllar sonra bu hayalini gece gündüz çalışarak gerçekleştirmiş.
ÜMRAN SAFTER; Gazetecilikten sinemaya geçişte ‘Kabahat’ filmi çıktı
Ümran Safter, gazeteci-belgeselci aslında televizyon kanallarında çalışmış.
Sonrasında uzun metraj kurmaca bir filmle hayatını değiştirmiş bir isim. ‘Kabahat’ yönetmenin ilk uzun kurmaca filmi ve film festivallerden bir sürü ödüller döndü.
Bir kız çocuğunun yaşadığı coğrafyadaki sıkıntılarını ve sıkışma hikâyesini anlatan film tam da bu ülkede kız çocuklarının, kadınların yaşadığı zorlukları etkileyici bir şekilde anlatıyor. Yönetmenin bu filmine otobiyografik öğeler taşıyor diyebiliriz.
ZEYNEP ATAKAN; Yapımcılık Atölyesi’nde hayallerimize eşlik etti, hayaller sinemaya dönüştü
Böylesi birbirinden değerli başarılı kadınların ve kalabalık bir kadronun moderatörlüğünü yine ancak başarılı ve ilham veren kadın Zeynep Atakan gerçekleştirebilirdi.
Zeynep Atakan ayrıca benim ilham aldığım kadınların başında gelen, benim için özel birisi. Çünkü kendisinin Yapımcılık Atölyesi’ne katıldım, hocam oldu ve kendisinden çok şey öğrendim. Öyle ki Zeynep Hanım’ın atölyesi sayesinde sektörde hayallerini gerçekleştiren o kadar çok isim var ki…
Reklamcılıktan bağımsız sanat filmi yapımcılığına uzanan süreçte sayısız başarı elde eden Zeynep Atakan hepimize ilham olmaya devam ediyor. Onu her gördüğümde kendisine anlattığım hayallerim aklıma geliyor ve hemen tekrar çalışmaya başlıyorum. Hayata geçirince “başardım” diyeceğim ilk kişilerden biri ve bu panel sayesinde süreci hızlandırmış olabilirim.