RESİMLİ ÖYKÜLER, ÖYKÜLÜ RESİMLER

Gargoyle ve Göbeklitepe Kertenkelesi

 Tüm bunlar Göbeklitepe’yi kuranların yerleşik yaşayan, gereksinimlerinden fazla tarımsal üretim yapabilen ve iş bölümünü geliştirmiş sınıflı bir toplum olduğuna işaret etse de başta kazıları uzun yıllar yöneten Prof. Dr. Klaus Schmidt olmak üzere kimi arkeologlar Göbeklitepe’nin yerleşik avcı-toplayıcı topluluklar tarafından yapıldığını öne sürüyor

Bu haftanın konusu Batı dillerinde gargoyle, Türkçede “çörten” denilen mimari yapı ögeleri. Kökeni Fransızca gargouille yani “gırtlak” sözcüğü olan gargoyle, bina çatısını çevreleyen yağmur kanallarında biriken suyu yapıdan uzağa boşaltan, genellikle ürkütücü görünümdeki hayvan heykellerine verilen ad; “çörten”in kökeniyse Ermenice “su oluğu” anlamındaki çrortan sözcüğü.

Günümüz yapılarında çörtene pek rastlamıyoruz; çatıdaki kanallarda biriken su, bina cephesinde zemine kadar inen plastik/metal borularla boşaltılıyor genellikle. Suyun fışkırdığı ağızla çatıya bağlandığı nokta arasında genellikle 50 cm ya da üstü aralık olan çörtenler, çatıda biriken yağmur ve kar suyunu dış yüzeyi aşındırmadan yapıdan uzaklaştırma, cephe duvarlarını nemden koruma ve -o dönem çoğunlukla alçak kazılan- yapı temelinde su birikmesini engelleme işlevine sahiptir.

Aziz Romain

Gargoyleye adını veren ve büyük olasılıkla Eski Yunan’daki Kimera’dan esin bulan Gargouille, Seine Irmağı yakınında bir mağarada yaşayan kanatlı, uzun ve kıvrık boyunlu, ağzından şu fışkırtarak tufana ya da ateş saçarak yangınlara yol açan bir ejderha. Söylenceye göre 7. yüzyılda Seine’in taşan suları Normandiya’daki Rouen kentini tehdit edince, paganlara karşı acımasızlığıyla ün yapmış piskopos Aziz Romain taşkını sakinleştirir ve suların çekilmesini sağlar; ancak geride kalan balçık ve çamurdan Gargouille doğar. Rouen halkı kente korku salan canavarı her yıl insan kurban ederek yatıştırmaya çalışsa da başarılı olamaz. Aziz Romain canavarın inine baskın yapmayı önerir. Kimse onunla gitmeye gönüllü olmaz; yalnızca, işlediği cinayetten idama çarptırılmış bir hükümlü, sağ kalırsa canının bağışlanması koşuluyla ona katılmayı kabul eder.

Yola çıkan Aziz Romain ve idam mahkumu Gargouille’in yaşadığı mağaraya varır. Aziz, onları nefesiyle yakıp kavurmaya fırsat bulamadan ejderhanın bedenine istavroz işareti çizmeyi başarır ve korkunç Gargouille uysal bir hayvana dönüşüverir. Piskoposluk atkısını ejderhanın boynuna tasma yapan Aziz ve mahkum, canavarla birlikte Rouen’e dönerler.

[Mahkumun Gargouille’in ele geçirilmesindeki rolünden dolayı Rouen Kilisesi’ne her yıl bir idam mahkumunu özgür bırakma hakkı tanınır; bu ayrıcalık Fransız Devrimi’ne kadar sürecektir.]

Kente getirilen ejderha bir kazığa bağlandıktan sonra çevresine odun yığılarak ateşe verilir (Jeanne d'Arc da bundan 7 yüzyıl sonra yine Rouen’de aynı sona uğrayacak ve yakılarak öldürülecektir). Ancak bütün bedeni kavrulup küle dönmesine karşın ejderhanın başı ateşten hiç etkilenmemiştir; onlar da külleri Seine’e döküp canavarın başını tanrısal gücün bir nişanesi olarak Rouen Katedrali’nin ön cephesine asarlar. Bir süre sonra şiddetli bir sağanak başlar, katedralin kulelerinden süzülen yağmur suları Gargouille’in kesik başına dolar. Ejderhanın daha birkaç saat önce alev püskürten ağzından su fışkırdığına tanık olur herkes. Tanrının küçük bir mucizesi olarak görülen bu olaydan sonra taş ve çatı ustaları önemli yapılardaki çatı kenarlarını çepeçevre Gargouille başı heykelleriyle süslemeye başlar. Gargoylelerin, iblis ve kötü ruhları binalardan uzak tutmak için yapıldığı düşüncesinin arkasında yatan budur; inanılır ki, Gargouille’in kesik başını gören diğer iblisler dehşete kapılarak uzak duracaktır.

Grotesk

İşlevi yağmur suyunu yapıdan uzaklaştırmak olan gargoyle dışında bir de grotesk adı verilen süs amaçlı heykeller süsler Orta Çağ ve Rönesans dönemi binalarını.  Bunlar adını İtalyanca “mağara” anlamına gelen “grotta”dan türeyen “grottesco“ sözcüğünden alır ve eski Roma uygarlığına ait ören yerlerindeki arkeolojik kazılarda açığa çıkarılan garip duvar süslemelerini ifade eder. Groteskler de gargoyleler gibi çirkin, gülünç, hayvan-insan karışımı figürlerdir; tek farkları su oluğu işlevlerinin olmamasıdır.

[Ortaçağ, Hristiyanlığın, tarihinde hiç olmadığı kadar korkuya dayandığı bir dönemidir. Cadı avcılığının da, şeytan, iblisler, cehennem zebanileri ve korkunç düşsel hayvanların dinsel kitapları, katedral vitraylarını süslediği bu dönemde ortaya çıkması rastlantı değildir. Dönemin temel mimari biçemi olan Gotik de aynı paradigmadan beslenir; göğe doğru uzanan sivri kuleler tanrının korkutucu gücü karşısında insanın zavallılığını, önemsizliğini vurgulayan yapı ögeleridir. Bunlar içinde gargoyleleriyle en çok ün kazananı Paris’teki Notre-Dame Katedrali’dir. 1163 yılında inşa edilen ve bir zamanlar 102 gargoyle heykeliyle bezenmiş katedralde, çoğunun aradan geçen yüzyıllarda zarar görmesi ya da düşmesi sonucu bugün yalnızca 39 heykel kalmıştır.]

Görüldüğü gibi gargoyle, çörtenin Ortaçağ Avrupa’sında görülen bir türü. Çörtenlerin kökeniyse çok daha eskilere dayanır; antik Mısır’dan, Roma, Yunanistan ve Hindistan’a kadar hemen her uygarlıkta yapıları suyun aşındırıcı etkisinden korumak için benzer çözümler uygulanmıştır. Anadolu’daki günümüze ulaşmayı başaran en eski çörten örnekleri 12.ve 14. yüzyıllar arasından, Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemlerinden kalmadır. Çoğunluğu sade olan bu çörtenlerin süslemeli olanları çoğunlukla bereket ve bolluk temalıdır.

Anadolu’da Çörtenler

Anadolu’da İslam’daki tasvir yasağının etkisiyle insan figürlü çörtenlere rastlanmasa da aslan ve ejderhalı olanlar az değildir. Türk mimarisinde hayvan biçimli çörtenlerin, en erken Uygur dönemindeki evlerin çatılarında kullanıldığı bilinmektedir. Türk-İslam döneminde Karahanlı, Gazneli veya Büyük Selçuklu yapılarında kullanılan figürlü çörtenlerin varlığı hakkında bir bilgi yoktur. Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemindeki mimari eserlerde seyrek de olsa figürlü çörtenlerle karşılaşılmaktadır. Günümüze ulaşabilen bu çörtenler hem dinsel hem de din-dışı yapılarda görülebilmektedir. Afyon Ulu Camisi (1272), Karaman Araboğlu Camisi (14. yy.), Kayseri Battal Camisi (12. yy.), Nevşehir Gülşehir Kızılkaya Köyü Camisi (1271)40, Nevşehir Taşkınpaşa Camisi (1340), Niğde Alaeddin Camisi (1223) ve Divriği Ulu Camisi’nin (1228) Tuzhisarı Sultan Hanı (13. yy.), Karatay Hanı (1240), Kayseri Sahabiye Medresesi (13. yy.), Hunat Hatun Medresesi (1238) ve Akşehir Taş Medrese’de (1250) olmak üzere toplam on iki yapının çörtenleri figürlüdür. Örneklerin yedisi camide, ikisi handa ve üçü medresede karşımıza çıkmaktadır. Figürlü çörtenler sivil mimaride de kullanılmıştır. Ancak bunlar daha geç tarihlidir; özellikle Osmanlı döneminden kalma pek çok sivil mimari örneğinde figürlü çörtenlerle karşılaşılmaktadır(1).

Çörtenlerin eskiden bu yana pek çok uygarlık tarafından kullanıldığını söylemiştik. Yakın zamana dek en eski örneklerinin I. binyılda Eski Mısır’da görüldüğü düşünülen çörtenin tarihçesi birden çok daha uzak bir geçmişe uzandı. Bugüne dek bulunan en eski gargoyle, daha doğrusu ağzından su fışkırmadığı için grotesk demeliyiz, Urfa Göbeklitepe’deki tapınak alanında bulunan bir taş sütun (megalith) üstündeki, kertenkeleye benzer kabartma heykel. Bu heykel günümüzden yaklaşık 12 bin yıl öncesine tarihleniyor.

Göbeklitepe

“En eski arkeolojik site” unvanını Tell-es Sultan’dan (Eriha/Jericho) almış olan Göbeklitepe, insanlık tarihinin avcı-toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişiyle ilgili tüm kabullerimizi altüst eden bir kazı alanı; tarihlendiği M.Ö. 9600-9500’de henüz kalıcı tarıma geçilmemiş, ilk yerleşim yerleri, yani mezra ve köyler kurulmamıştır; iş bölümü, yani çömlekçiler, duvar ustaları, marangozlar henüz ortaya çıkmamıştır. Dolayısıyla kimler bu kireçtaşı sütunları böylesi ustaca yontarak kabartma heykelleri yaptı, üstelik bunu metal keskileri olmadan(2), yalnızca taştan(3) aletlerle başarabildi bilmiyoruz. Ayrıca, bu sütunların bazılarının 7 metre boyunda ve 50 tondan ağır olduğunu düşünürsek, tapınağa 500 metre uzaklıktaki kireçtaşı yataklarından kestikleri blokları tapınak alanına sürüklemeyi nasıl başardılar ve bunu öküzün ehlileştirilmesinden binlerce yıl önce becerdiler, bunu da bilmiyoruz. Uzaylıların inşa ettiği bir yapı arayanlar piramitlere değil asıl Göbeklitepe’ye bakmalı!

Bu ağırlıkta bir sütunu insan gücüyle taşımak yüzlerce kişinin birlikte çekmesiyle olanaklı ancak(4). Belki de sütunun, birbirine paralel olarak dizilmiş 5-6 ağaç kütüğünün üstüne yerleştirilip çekilmesi ve düzenek hareket ettikçe en geride boşa çıkan kütüğün tekrar en başa konulmasıyla (tekerleğin ilkel atası) taşındığını varsaymalıyız. Ancak her iki durumda da bu insanların zorlu mühendislik sorunlarına çözüm bulduklarını görüyoruz. Göbeklitepe’nin varlığı bile bu toplulukta adına böyle bir tapınak kurulacak kadar örgütlü bir dinin ve şaman sınıfının bir kanıtı. Bu devasa emeğin bir tapınak inşası için ayrılabilmesiyse bu topluluğun hatırı sayılır bir üretim fazlasına sahip olduğunu ve bunu -daha çömlekçilik bile ortaya çıkmadan- uzun süre saklama yolları geliştirdiğini gösterir.

Tüm bunlar Göbeklitepe’yi kuranların, yerleşik yaşayan, gereksinimlerinden fazla tarımsal üretim yapabilen ve iş bölümünü geliştirmiş sınıflı bir toplum olduğuna işaret etse de başta kazıları uzun yıllar yöneten Prof. Dr. Klaus Schmidt olmak üzere kimi arkeologlar Göbeklitepe’nin tarımcılar değil yerleşik avcı-toplayıcı topluluklar tarafından yapıldığını öne sürüyor. Her iki durumda da Göbeklitepe bildiklerimizi kökten değiştirecek; ya tarımın düşündüğümüzden çok önce başladığını ya da avcı-toplayıcı toplulukların tarımın başlamasından çok önceleri yerleşik yaşama geçtiğini öğreneceğiz.

  • Alper Altın, “12-14. Yüzyıl Türk-İslam Mimarisi ile Gotik Mimarisindeki Figürlü Yağmur Olukları Üzerine Bir Karşılaştırma Denemesi”, 2019.
  • Bakır alet yapımı Göbeklitepe’den ancak 5 bin yıl sonra başlamıştır.
  • Büyük olasılıkla çakmaktaşı.
  • Bunun ancak 500 kişilik bir insan gücüyle başarılabileceği tahmin ediliyor.

 

 

 Notre-Dame Katedrali, Paris, 1163 (Fotoğraf: Reid Miles, 1964)

 

 

 Guillaume Cabasson, Rouen Gargoylesi, c.1880

 Westminster Abbey, Londra, 1269

 

Batalh Manastırı,Portekiz, 1517

 

 Quito Katedrali, Ekvador, 1799

 

 Yasak Şehir, Pekin, Çin

 

 Notre-Dame Katedrali, Paris, 1385

 Dendarah Tağınağı, Mısır, M.Ö. c.50

 

 Nevşehir Uçhisar Kalesi

 

Kayseri Sahabiye Medresesi, 1268

 

 Karaman Araboğlu Camii, c.1374

 

 Süleymaniye Camii, Mimar Sinan, İstanbul, 1551-1558 (çörten, üst pencerenin sağında)

 

 Günümüzde çörten yerine kullanılan bakır bir yağmur oluğu

 

 Göbeklitepe, M.Ö. 9600-9500

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi