Ah Maria, Vah Maria

15’lerin katliamını pek çoğumuz biliriz. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Kurtuluş Savaşımıza destek vermek için Bakü’den gelip gördükleri hakaret, zulüm ve sonundaki cinayeti duymuşunuzdur. 19 Aralık 1920’de başlayan ve 40 gün sürecek olan linç ve saldırı tarihini bilsek de 15 kişinin içindeki tek kadın olan Maria Suphi’yi ya da TKP’nin kayıtlarındaki adıyla Meryem Suphi’nin adını ve karanlık talihini pek bilen yoktur. Bir grup “komünist,” galeyana getirilmiş halk ve çete reisi tarafından şiddetin değişik formlarına maruz kalıp, kafaları parçalanıp, kurşunlanıp ayaklarına taş bağlandıktan sonra Karadeniz’in sularına gömülmüştür. Aralarında tek “kurtulan” Maria, Dogville filmini andıracak korkunç tecrübeler yaşayacaktır. Geçen sene Diyarbakır’daki güzel kitapçı Yayın Ağacı’nda imza verirken tanıştığım yazar Kenan Karabağ sayesinde detaylı bir şekilde öğrendiğim Maria’nın hayatını yazarken zorlanıyorum. Kenan Bey, adeta bir dedektif gibi Maria’nın izini sürmüş, hatta rehin tutulduğu evi bulduğu için de kendisine müteşekkirim. Yüzyıl boyunca unutulmuş bu kadını da tanımamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Peki kimdi Maria?

 

Maria’nın Kırım’ın kuzey kıyılarındaki Novorosiski’de 1895 yılında doğduğu varsayılıyor. Ardından Moskova Üniversitesi’nde ekonomi okuduğunu, yüksek öğrenimini de aynı üniversitede tamamladığını biliyoruz. Çar zamanında halk kıtlık ve zorluklarla mücadele ederken, saraylıların şatafatlı hayatlarına karşı mücadele etmeye karar verip Bolşevik Partisi’nin gençlik kollarına yazılarak bildiri vb. yayımlar dağıtan bir komsomolka olmaya karar vermiştir. Mustafa Suphi ile yolları 1920’de kesişir. Mustafa Suphi, Fransız ve Yunanlıların işgali altında olan Odessa’yı kurtarmak için Bolşevikler saffından mücadele verirken yaralanmış, tedavi görmek için Kerç’e getirilmiştir. Tam o sıralarda Maria da annesiyle birlikte orada bulunmaktadır. Maria, gazete ve bildirge bastırmak için gittiği “Sarı Murat” lakaplı arkadaşlarının yerinde Mustafa Suphi ve arkadaşlarıyla tanıştırılır. Bolşeviklerin zaferiyle sonuçlanan bu mücadeleyi anlatan 37 yaşındaki Mustafa Suphi ile karşılaştıktan çok kısa bir süre sonra birbirlerine aşık olurlar. Mustafa Suphi ve Maria, Sarı Murat ve Erzurumlu Kadir ile birlikte Novorosisky’ye dönüp burada nikâh masasına otururlar.

 

10 Eylül 1920’de Bakü’de yapılan Doğu Halkları Kurultayına giden Maria, merkez komitesinde müdür seçilir. TKP’nin kuruluş tarihi de 10 Eylül olarak kabul edilir, Maria da TKP’ye üye olur, adı da “Meryem” olarak değiştirilir. Bakü’de hararetli günler yaşanırken, ülkemiz mütareke günlerinde kurtuluş savaşı mücadelesi vermektedir. Mustafa Suphi ve arkadaşları Anadolu’ya gidip emperyalist güçlere karşı Türk askerlerinden mürekkep bir Bolşevik taburu oluşturarak Kuvayı Milliye destek verme kararı aldıklarında Maria da heyete katılmak ister ve daktilograf sıfatıyla ekibe dahil olur.  Ve fakat bu destek kararları TBMM üyeleri tarafından kuşkuyla karşılanacaktır. Bolşevik propagandası yapmak istedikleri, Türkiye’yi Sovyetler’in bir uydusu yapma emelinin bir parçası olarak okudukları için 15 kişilik heyet Bakü’den Erzurum’a geldiklerinde tren istasyonunda büyük bir protesto ile karşılaşıp linç edilirlerken kimse pek oralı olmaz. Bu provokasyonlardan dolayı şehre sokulmadan Trabzon’a yönlendirilirler. Yol boyunca sadece kötülükle karşılaşmazlar tabii, ekmeklerini paylaşan köylüler de vardır. Sonunda Trabzon’a vardıklarında onlara söylenen plan, Bakü’ye geri gönderilecekleri zira halkın tepkisinin çok büyük olduğudur. Ama planın baştan beri başka olduğunu bize tarihi belgeler ve mektuplar söylüyor. Bu kötülükler silsilesinde başrolü üstlenen ve Samsun’dan Trabzon’a bölgede söz sahibi olan bir kişi vardır ki, o da çeteci İskeleler Kâhyası Yahya Reis’tir. Onun da ikili oynadığını, işine geldiğinde “vatanperver” işine geldi mi Enver Paşa’nın adamı olduğunu varsayıyoruz. Bir kere kafilede olan Sami adlı kişinin Enver’in ajanı olduğu anlaşılıyor çünkü bu Yehuda figürü Trabzon’a gelmeden aralarından ayrılıyor.

15 yoldaş, 28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece bir motora bindiriliyor, bir görüşe göre Yahya Kahya’nın adamları arkalarından başka bir tekne ile gidip 14’ünü katlettikten sonra Maria’yı sahile götürüyor. Murat Bardakçı’nın “Enver” adlı kitabında yer alan Enver Paşa’nın mektubundan gördüğümüz üzere, Enver Paşa belki de katlediş şeklinden hoşnut olmasa da bu kirli işin başkaları tarafından “halledilmiş” olmasından memnun. Enver Paşa 24 Nisan 1921’de şunları yazmış:

“Komünist Partisi Reisi Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla, tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Halbuki yanında yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Mamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, mademki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare, yazılan çekilirmiş.” (s. 241).

 

Ardından Maria’nın iki buçuk yıl süren tecavüz ve işkence kahrı başlıyor. Belki de arkadaşlarıyla birlikte katledilse, daha iyi olacaktı denilen feci şeyler yaşayacak bu 33 yaşındaki kadın. Maria, Yahya Kâhyanın evinde rehin tutuluyor. Kenan Karabağ’ın izini sürüp bulduğu Rum evi, Trabzon’da. Bu eve Yahya Kâhya, varlıklı bir Rum ailesinden, “ya evi verirsiniz ya ölürsünüz” diyerek el koymuş. Maria’yı burada tutsak ederek bir nevi seks kölesine dönüştürüyorlar. Maria köşkte çalışan birine not yazıp Rus diplomatlara haber vermeye çalışsa da yakalanıyor. Bunun üzerine Yahya Kâhya Maria’yı cezalandırmak babında onu Trabzon’un namlı şahıslarından Nemlizade Ragım Bey’e “paslıyor” sonra da Rizeli kabadayılara teslim ediyor. Maria’nın onlar tarafından işkence edilerek öldürüldüğü söyleniyor. Ama kimse akıbetini tam olarak bilemiyor. Kimi Samsun’da yarı deli vaziyette görüldüğünü, kimiyse hayatının Trabzon Cezaevinde sonlandığını söylüyor. Kısacası Maria, bir kez değil binlerce kez aşağılanıyor, öldürülüyor. Zamanın Trabzon’daki Sovyet Konsolosu iki defa durumu sorgulayıp şikâyet ediyor ama ne failler ne de Yahya Kâhya’nın katiller ve hırsızlar çetesine dokunulmuyor. Ardından bu karanlık olayı sorgulayanlar susturuluyor ya da ortadan kayboluyor.

Maria’nın yaşadıklarını her okuduğumda, ruhum paramparça olur. Aradan tam 104 yıl geçmiş, 28 Ocak gecesini büyük bir utanç ve üzüntüyle anarak, sözü Nazım’a bırakıyorum.

 

“...artık lüzum yok fazla söze:

bakın göz göze

-Karadeniz

on beş kere açtı göğsünü,

on beş kere örtüldü.

Onbeşlerin hepsi

Bir komünist gibi öldü.”

 

Moskova, 1923.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi