Pelin Batu
Küçük Kadınların Çiçek Çocuğu: Louisa May Alcott
Yazıldığı andan itibaren yazarının hayatını değiştiren kitaplardan biri olan otobiyografik roman “Küçük Kadınlar” klasiğini hepimiz biliriz. Şayet filmini izlemediyseniz ve hayatını incelemediyseniz Louisa May Alcott pek bilinmez. Oysa ki, erkeklerin dünyasında emeğinin hakkıyla kendini klasik yazarlar listesine taşımış, tüm zorluklara rağmen çabalayıp ailesini kurtarmış, zamanının çok ötesinde bir hayat sürmüş müstesna bir kadın.
Louisa May Alcott (1932-1888), tıpkı “Küçük Kadınlar”daki gibi dört kız kardeşten mürekkep mütevazi ama Aydınlanma Çağı’nın ürünü, Transcendentalist (deneyüstücü) bir aileye mensup bir kız olarak Germantown, Pennsylvania’da 29 Kasım’da dünyaya geldi. Babası Amos Bronson Alcott’un hayatını araştırdıkça, kendini eğitmiş müthiş bir feylesof olduğunu anlıyorsunuz. İdealist, ilerici ama bir o kadar da hayalperest ve pratiklikten uzak bir adam olduğu için Louisa, annesi ve kız kardeşleri hep zor şartlarda, çok emek sarf ederek hayatta kalmaya çalışmışlar. Zira bu alışılmadık babanın günümüzde normal ama zamanı için tuhaf karşılanan eğitim ve hayat tarzına dair fikirleri yüzünden aile 30 defa ev değiştirmek zorunda kalmış.
KADIN VE HAYVAN HAKLARINI SAVUNAN BİR BABA FİGÜRÜ
Bir kere ezbere değil, çocukların diyalog, yaratıcılık ve dini değil ama etiğe dayalı Sokratik metotla eğitim görmesini öngörmüş. Kendi başına fikirlerini beyan etmekten korkmayan, bağımsız kızlar yetiştirmiş ve “kızlı erkekli” bir okul kurmaya kalkmış ama tabii bu yüzden de iflas etmiş. Köleliğin tamamen yasaklanması gerektiğini, eğitimin tüm ırklara özgür olmasını, hayvanlara karşı şiddetin yasaklanmasını (ki bu yüzden kurdukları çiftlikte hayvanları yük taşımak için bile kullanmadığı için iflas etmişler) savunmuş. Kadın haklarının büyük bir savunucusu olarak da zamanının çok ilerisinde bir adammış. Bu adamın kızları da haliyle kendi çağdaşlarından çok başka bir şekilde yetiştirilmişler.
Louisa, babası ve babasının arkadaşları Amerikan Transcesdentalism akımının başlıca figürleri Emerson ve Thoreau’un etkisinde inanılmaz bir genç kadına dönüştü. Ailesi iki yaşındayken Concord, Massachusetts’e taşınınca Louisa Emerson’un meyve bahçesinde ağaçlara tırmanıp onun kütüphanesinden kitaplar alarak, Throreau’dan yüzmeyi ve bitkileri ve ağaçları öğrenerek kendi döneminin çok ötesinde bir kadına dönüştü. Bu dehalar onun gündelik hayatının bir parçası oldular. Buraya kadar her şey rüya gibi geliyor, değil mi? Ama komün hayatını deneyenler, kulağa çok hoş gelen bu hayallerin pratiğe dökülünce ne gibi hayal kırıklıklarına ve kırgınlıklara sebebiyet vereceğini de bilir. Alcott’ların hayatındaki bu komün teşebbüsü 1843 yılında babası ve arkadaşı Charles Lane’in Fruitlands deneyi ile başlar. Fruitlands, mükemmel bir toplum inşa etmek için kurulmuştur. Burada herkes vejetaryen olmalıdır, herkes ellerini kullanarak yani emeğini ortaya koyarak çalışmalıdır ve Stoacılara öykünen sade bir felsefi yaşam sürmelidir. Kulağa hoş gelmekle birlikte, tabiri caizse, süründüler.
PARA KAZANMAK İÇİN ERKEK ADIYLA YAZMAYA BAŞLADI
Louisa daha sonraları kaleme aldığı “Trascendental Wild Oats” adını verdiği sarkastik ama sıcak anılarında bu günleri tiye alacaktır. Dolayısıyla, yazı yazmak onun için entelektüel bir egzersiz ve dışavurum ihtiyacından çok pratik anlamda para kazanma ihtiyacından da doğar. Annelerinin kendisini heba etmesine dayanamadığı için Louisa da tıpkı diğer kardeşleri gibi çalışarak ailesine yardımcı olmak zorundadır. Bu da bazen tren parası vermesin diye 33 küsur kilometre yürümek, mürebbiyelik, hizmetçilik ve öğretmenlik yapmak olabilir.
Louisa, meşhur romanında bize resmettiği mutlu ama yorucu aile hayatında yazı yazmaya ancak gece yarılarında tüm işlerini tamamladıktan sonra zaman ayırabiliyordu. Ve pek tabii ki bir kadın olarak yazılarını yayımlatmak hiç de kolay olmuyordu. İlk yazıları, “Küçük Kadınlar” romanı ve serisinden çok daha farklı olan gotik hikâyeler ve gerilim eserleriydi. Bunlar, zamanında “blood and thunder” yani “kan ve şimşek” öyküleri olan popüler işlerdi ya anonim ya da bir erkek takma adı olan A. M. Barnard adı altında yayımlanıyordu. Bu eserlerin ortak noktası güçlü kadın kahramanlara sahip heyecanlı ve şiddet dolu olmalarıydı.
CIVA TEDAVİSİNİN KALICI ETKİLERİ
1861’da Amerikan İç Savaşı patlak verince Louisa cesur bir şekilde hemşire olmak için gönüllü oldu. Altı hafta sonra tifo olunca görevi bırakmak zorunda kaldı fakat daha sonra yazacağı bu tecrübesi onu derinden etkiledi ve değiştirdi. Bir kere her şeyden öte zamanında kullanılan cıva tedavisinden sonra hayatı boyunca otoimün semptomlarından muzdarip oldu ve kronik sağlık sorunları çekti. Bu dönemde köleliğe karşı makaleler yazdı, 1863’te “Hastane Skeçleri” adını verdiği gözlemlerini kağıda döktü ve siyahi askerlerin trajedilerini tarihe geçti.
“KIZLAR İÇİN BİR KİTAP” SATAR
1867 yılında yayımcısı ona “kızlar için bir kitap” yazmasını önerince aslında hiç de hevesli değildi. O hala gotik hikayelerini kaleme almak, gerilimlerini kurgulamak istiyordu. Fakat yayımcısı “kız kitabının” satabileceğini, böylelikle ailesine bakabileceğini söyleyince, tamamıyla kendi ailesi ve tecrübelerinden yola çıkarak “Küçük Kadınlar’ı” iki cilt olarak yazıverdi. Yayımcı, bazı olay örgülerine de müdahale etti. Mesela Jo karakterini hiç evlendirmek istemeyen Louisa’ya, ana karakterini profesörüyle evlendirtti. Kitaptaki kız kardeşlerin tamamen kendisi ve kız kardeşleri olduğu bilinir. Kitap o kadar başarılı oldu ki, Louisa çok istemese de akabinde “Little Men” (Küçük Adamlar) ve “Jo’s Boys” (Jo’nun Oğulları) kitaplarını da yumurtlamak durumunda kaldı.
“KÖLE EŞ YERİNE EVDE KALMIŞ ÖZGÜR BİRİ”
Ama bu başarısı sayesinde hayatında ilk kez köle gibi çalışmadan kendisine ve ailesine bakabildi. Bu süre zarfında ne siyasi anlamda ne de insan hakları savunuculuğunda feragat etmedi. Kadınların seçme ve seçilme hakkı için, köleliğin kaldırılması için savaştı, kazandığı paranın çoğunu yetimlere, dullara ve ihtiyacı olan kadınlara bağışladı, eğitimde reform yapılması için uğraştı. Hiçbir zaman evlenmedi. Nedenini sorunca, “köle bir eş olmak yerine evde kalmış ama özgür biri olmayı yeğlerim” diye cevap verdi.
Cıva zehirlenmesinden dolayı ellili yaşlarında ciddi sağlık sorunlarıyla cebelleşirken bile annesi ve babasına bakıyordu. Babası 1888 yılında vefat ettikten iki gün sonra kendisi daha 55 yaşındayken hayata veda etti. Ailesi onu çok münasip bir yer olan Sleepy Hollow Mezarlığında, Emerson, Thoreau ve Hawthorne gibi dev yazarların yanına defnetti. Bugün kitapları Anglo-Amerikan edebiyatının klasikleri arasında yer alıyor ve özellikle pek çok kez çekilmiş olan “Küçük Kadınlar” filmlerini izleyenler, aslında sadece romanı değil, Alcott’a dair incileri de bulabiliyorlar.