Hüznün vücut bulmuş hali: Neveser Kökdeş

İtiraf etmeliyim ki Türk musikisini pek bilmem zira evimizde pek dinlenmezdi. Ama yıllar içinde tam bir İstanbullu olduğumu hissettiğimde, müzik tarihimizdeki kimi şarkılar içimdeki nehirleri ateşe verip buz gibi gözlerimin yaşlarını ısıtır hale geldi. O yüzden de mesela Berlin’de sürgündeki arkadaşlarımla bir Münir Nurettin Selçuk dinlediğimde, ruhumda bir poyraz fırtınası patlıyor ve gözlerim özlemle ve öfkeyle doluyor. Keza, yıllar sonra Neveser Kökdeş’in zarif bir bestesini dinlediğimde tarif edilmez bir huşu ve hüzün duygusuyla kaplanıyorum. Ama sonra fark ediyorum ki bu kıymetli müzisyenlerin hayatını hiç bilmiyormuşum. Böylece bir merak kaşınıyor, bir heyecan sarıyor beni. Binaenaleyh Neveser Hanım’ın üzerindeki güz yapraklarını kaldırıp altında yatan kadifemsi yeşil hayatını keşfe çıkıyorum.

Neveser Kökdeş’in Türk musiki tarihindeki en özgün ve zarif bestecilerden biri olduğunu söylersek herhalde diğer bestekârlara haksızlık etmiş olmam.

1902 yılında Doğu Makedonya’daki güzeller güzeli Drama şehrinde dünyaya geliyor zira babası Sultan Abdülaziz döneminin başmabeyincilerinden biri. Ve fakat Sultan Abdülaziz’e karşı yapılan darbeden sonra “onun adamları” kabul edilen pek çok saray görevlisi bir nevi sürgün/seyyah hayatı sürmek durumunda kalmıştı.

Velhasıl Neveser’in çocukluğu Drama’yla beraber Mardin ve Adana’da geçti. Bu sayede imparatorluğun hem doğusunun hem batısının tadını küçük yaşlardan itibaren aldı.

Şans bu ya, babası Hürşit Paşa musikişinas bir adamdı, kendisi de müzik enstrümanları çaldığı gibi daha sonra namlı bir besteci olacak olan ağabeyi Muhlis Sabahattin Ezgi sayesinde evlerinde hep bir müzik yankılanırdı. Dolayısıyla Neveser’in müzikle tanışması dört eşten sekiz çocuklu kalabalık ve gürültülü bir aile içinden gelen çok renkli ve dilli bir miras ve ilhamla oldu.

İLK BESTELER LİSEDE

Neveser, ilkokula ağabeyi Muhlis Sabahattin’in yanında Selanik’te başladı. Aile İstanbul’a döndükten sonra evde piyano derslerine devam etti. İlkokulu Üsküdar’da bitirdikten sonra zamanın en iyi okullarından sayılan Fransız Notre Dame de Sion’a yazıldı.

Müzik tutkusu çocukluğundan itibaren hiç sönmedi, lisedeyken ilk bestesi olan bir polka dansı yazdı, ardından piyanoda nice prelüdler, valsler ve tangolar, zamanında moda olan çigan havaları ve operetler besteledi.

Erken yaşta okul yarışmalarında üstün başarı gösterdi. Özellikle Batı eğitimi ve bu çocuk yaşta yaptığı besteleri zengin repertuarının temellerini oluşturacaktı.

whatsapp-image-2025-11-19-at-12-52-09.jpeg

ABİSİ EVLENİNCE O DA 12’SİNDE…

Ağabeyi Muhlis Sabahattin 1913 yılında Seniye isimli bir hanımla evlenince, aile Neveser’in de Seniye Hanım’ın erkek kardeşi olan Topçu Mülazım-ı evvel (üsteğmen) Mehmet Ali Bey ile evlenmesi münasip bulundu.

Mehmet Ali Bey 1914 yılında Belçika’ya tayin edilince Neveser 12 yaşındayken evlendirilmiş oldu.

Yıl 1914. Birinci Dünya Savaşı patlak verdi.

Tüm okullar kapatıldı, kızımız mezun olamadan hasta imparatorluk kendini kaybedenler kulübünde bulmak durumunda kaldı.

Çanakkale cephesine savaşmaya giden Mehmet Ali Bey, düğünlerinden hemen sonra Zığındere Muharebesi’nde vefat etti.

2.5 AYLIK HAMİLEYKEN

Neveser 2.5 aylık hamileydi.

Haberi alır almaz üzüntüden yüz felci geçirdi ve bu yüzden evdeki tüm aynaları örttüğü yazılmıştır. Bundan sonraki beş yıl boyunca münzevi bir hayat sürerek kendini sadece bestelerine ve oğluna adadı.

Yaşadığı kaybı ve trajediyi, bu dönemdeki bestelerindeki yalnızlık kokan acıdan anlayabiliyoruz.

Onun, “Sevmek Seni Bir Suç İse”, “Hayal Ufkumda Uçan Bin Bir Renkler”, “Bir Emele Bin Ah Çeksem”, “Kuş Olup Uçsam Sevgilimin Diyarına”, “Bahar Pembe Beyaz Olur”, “Sevda Seline Kapıldı Gönül” gibi eserlerini dinleyince sadece melodik olarak değil, güfte açısından da duygusal derinliğini ve özgünlüğünü hissediyoruz ve duyuyoruz.

whatsapp-image-2025-11-19-at-12-52-08-1.jpeg

KENDİNİ MÜZİĞE VE OĞLUNA ADADI

Bundan sonraki kişisel hayatına dair pek bir şey bulamıyorum. Bildiğimiz, 12 yaşındayken eşini cephede kaybetmiş olan genç kadının ondan sonra bilinen herhangi bir romantik ilişkisi olmadığıdır.

Yakın çevresinin aktardığına göre Neveser derin bir sadakatle şehit eşine bağlı kalmış, aşk temalı pek çok şarkı kaleme alsa da kendini bütünüyle müziğe ve oğluna adamıştır.

Oğlu Adnan Üsküdarlı, hayatının sonuna kadar annesinin büyük bir dayanağı olmuştur. Sessiz, ağırbaşlı ve sorumluluk sahibi oğlu annesinin ölümünden sonra onun eserlerinin korunması ve saklanması konusunda büyük bir rol oynamıştır.

AĞABEYİNİN GÖLGESİNDE

Şunu belirtmek gerekir, ağabeyi Muhlis yaşadığı sürece Neveser pek çok eser bestelemiş olsa da Muhlis Bey’in gölgesinden çıkmamayı tercih etmiştir.

1930’lu yıllarda Muhlis Sabahattin’in topluluklarında piyano çalmış, ağabeyinin çeşitli eserlerini okumuş, bazıları taş plaklara kaydedilmiştir.

Ancak ağabeyi 1947 yılında vefat ettikten sonra Neveser Hanım’ın eserleri yayımlanmaya, radyolarda çalınmaya başlanmıştır.

Böylece onu sadece bir bestekâr olarak değil, sesinin hüzünlü, kırılgan tınısıyla, yetkin piyanistliğiyle, bir solo sanatçıyla tanışmış oluyoruz. Bu kadar üretken olmasına rağmen maddi zorluklarla cebelleşmiş, orkestrasyonlar ve radyo programları yaparak hayatını idame ettirmiştir.

TRAJEDİ İLE ŞEKİLLENEN MÜZİK

Müziğinden okuduğumuz üzere trajedi, Neveser Kökdeş’in yaratıcılığının yakıtı oldu.

Yalnızlık ve melankoli, İstanbul’un zengin ruhu, hem Doğulu hem Batılı tarafıyla birleşmiş Neveser Hanım’ın besteleri de bu ikilik arasında bir köprü olmuştur.

Müziği ayrıca geçmişle geleceği birleştiren de bir köprüdür- bir taraftan Türk musikindeki geleneksel formların sınırını zorlamış, bir taraftan Batıyla Doğuyu özgün bir şekilde sentezleme cesaretini göstermiştir.

7 Temmuz 1962 tarihinde kalp yetmezliğinden vefat eden Neveser Hanım, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilir.

O, besteleri vasıtasıyla bizimle hâlâ konuşuyor.

Çok katmanlı bir hüzün, muazzam bir tutku ve sanatla yoğrulmuş yalnızlık hikâyesi, İstanbul’un puslu sesiyle tarihin ötesinden şakımaya devam ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi