Bülbülü Öldürmek: Hazin bir casusluk hikâyesi

Sizlere bugün Margaretha Geertruida Zelle ile ilgili yazacağım desem büyük bir ihtimalle “O da kim?” diyeceksiniz. Hepimizin bildiği adının Malay dilinde “gün gözü” ya da “günün gözü” anlamına geldiğini söylesem de bir şey değişmeyecek. Ama dünyada en fazla nam salmış casuslardan biri desem eminim ki pek çoğunuz tahmin yürütmeye başlayacaktır. O, yüz yıldır kitaplara, filmlere, çizgi romanlara, oyunlara, müzikallere ilham vermiş, femme fatale’in vücut bulmuş hali olarak öne atılan bir kadın. Birinci Dünya Savaşı'ndan bize kalan en ünlü casus, egzotik dansçı, günah keçisi. O pek çoğumuzun yanlış tanıdığı “Mata Hari.”

Mata Hari 15 Ekim 1917’de Paris’in dışında kurşuna dizilirken kısa hayatının ne kadar renkli ve heyecan verici olduğu tartışılıyordu. Oysa yaşamı ne kadar şaşalı görünse de gerçekliği hiç de öyle değildi.

Kod isminin Malaycadan gelmiş olması ve oryantal siması yüzünden onun Asyalı ya da Yahudi olduğu sanılıyordu ama o has Hollandalıydı.

Babasının bir fabrikası ve tuhafiye dükkanı vardı, zamanında iyi para kazandığı için Margaretha ve üç küçük erkek kardeşi özel okullarda okuyup çok rahat bir yaşam sürme şansına eriştiler.

BABA İFLAS ETTİ, HAYAT DEĞİŞTİ

Konforlu hayatları 1889 yılında, Margeretha on dört yaşındayken, babasının iflas etmesiyle sona erdi. Çok geçmeden evdeki gerginlikler arttı ve anne-babası 1891 yılında boşandı. Babası Amsterdam’a taşınıp yeni bir eş aldı, Margeretha ise manevi babasının yanına postalandı.

O sıralarda anaokulu öğretmeni olmak istediği için bir okula girdi ama okulun sahibi aleni bir şekilde ona “yazınca” manevi babası onu okuldan çekti. Genç kadın evden kaçıp Lahey’e taşındı.

GAZETE İLANIYLA KOCA BULUNCA…

18 yaşına geldiğinde Hollanda’nın kolonilerinde askerlik yapan Rudolf Macleod isimli olan bir kaptanın gazete ilanını gördü. Kendinden oldukça büyük yaşta olan adam Hollanda’nın o zamanlarda sömürgesi olan Endonezya’da yaşıyordu ve kendine Hollandalı bir eş aradığını beyan ediyordu. Margeretha böyle bir maceraya atılarak ilana cevap verdi ve taa Endonezya’ya giderek Macleod’la evlendi. Berbat bir evlilikti.

Soyadından da anlaşıldığı üzere eşi İskoç atalara sahip bir alkolikti. Margeretha’yı dövmesi yetmediği gibi aleni bir şekilde sevgilisini yanında taşıyor ve hayatındaki tüm başarısızlıkları Margeretha’ya atfediyordu. Bunların arasına askeriyede yükselememesi de dahildi. Mutsuz evliliklerinde iki çocukları oldu. Kimi araştırmacılara göre oğulları iki yaşındayken anne-babasından geçen frengiden dolayı vefat etti, kızlarınınsa 1919’da annesi kurşuna dizildikten iki yıl sonra aynı sebeplerden dolayı hayatını kaybetti. Anlayacağınız, hayatı öyle heyecan verici ve tatmin edici değildir.

MATA HARİ’NİN DOĞUŞU

Margeretha ve Macleod bir ayrı bir barışık, bir kavgalı bir küskün vaziyette Hollanda’ya geri döner ve sonunda 1902 yılında ayrılırlar. Kızları annede kalır, Macleod’un nafaka verip kızına sahip çıkması talep edilir fakat o hiçbir zaman para göndermez. Kız babasında kalmaya gittiğinde Macleod kızı Margeretha’ya göndermez, Margeretha kızını geri almak için uğraşır ama elleri kolları bağlıdır. Yapabileceği tek şey kendini yeniden icat edip para kazandıktan sonra kızını geri almaya çalışmaktır. Böyle böyle Mata Hari doğacaktır.

EGZOTİK DANSLARLA ÜNLENİR

Margeretha 1903 yılında zamanın kültür başkenti olan Paris’e taşınıp hem bir sirkte çalışmaya hem de ressamlara poz vermeye başlar. Sirkte “Lady Macleod” olarak ata biner, sanatçı stüdyolarındaysa modellik yapar. 1904 yılından itibaren Uzak Doğu’da gördüğü danslardan harmanladığı imajı ve hareketleriyle egzotik danslar yapmaya başlayınca bir anda ünlenir.

Uzak Doğu koleksiyonlarıyla ünlü Guimet Müzesi’nde sergilediği dansları sayesinde onu herkes konuşmaya başlar. Müzenin kurucusu olan işadamı Emile Etienne Guimet’nin sevgilisi olur ve röportajlar verir. Bu röportajlarda kendini ve geçmişini sıfırdan icat eder: İşbu belgelere inanacak olsak, Mata Hari’nin Hint asıllı Java prensesi olduğuna, doğduğundan beri Hint kültürünün içinde büyüdüğüne ardından da Avrupa’ya gelip bu kadim kültürleri Parislilerle tanıştırdığına ikna oluruz.

Aslında bu dansların folklorik danslarla bir alakası yoktur.

GEÇMİŞİ YENİDEN YARATTI

“Mata Hari” ismi de geçmişi de erotik dansları da icat edilmiştir. Böyle böyle egzotik kostümlerini bir bir üzerinden atarak yaptığı bir çeşit striptiz dansı sayesinde herkesin konuştuğu birine dönüşür. Ama bu numarası sirkte yaptığı “Lady Godiva” rolünün aksine daha üst tabakalara, aristokratlar ve burjuva tabakasına hitap ediyordur.

Avrupa’nın belli başlı gazeteleri “egzotik bir hayvana” benzettikleri mavi-siyah saçlı trajik prensesi öve öve bitiremiyordu. Bu arada eski eşi pek tabii ki bu hikâyeleri duymuş, onu cezalandırırcasına kızlarının velayetini tamamen kendi üzerine alıp anne kızı birbirinden ayırmak için hamlede bulunmuştu. Ne de olsa eski eşi artık “düşmüş” bir kadındır.

BUKALEMUN GİBİ

Paris salonlarında başlayan renkli hayatı Avrupa’nın diğer şehirlerinde de devam eder. Mata Hari ortamına göre kılık ve aksanını değiştiriyor, kendini bir bukalemun gibi tekrar tekrar icat ediyordu.

1910’larda ondan daha iyi dans eden çeşitli türevleri hortlamıştır. Üstelik artık yeni ve sansasyonel de değil ve kilo da almaya başlamıştır- bunlar bir kadının kariyerini bitirmek için fazlasıyla yeterliydi. Nitekim 1915 yılında son kez sahne alır.

Bundan sonra sahnelerde ve salonlarda geçen hayatı sayesinde tanıştığı adamların metresi ve sevgilisi olarak hayatına devam eder. Sevgilileri veya müşterileri arasında yüksek rütbeli askerler, diplomatlar ve siyasi figürler vardı.

HAYATININ AŞKI

Bunların arasında “hayatımın aşkı” dediği 23 yaşında Rus asker olan Vadim Maslov vardır. Maslov, Fransız ve Yunanlıların müttefiki olan Rus İmparatorluğu tarafından gönderilen 50,000 askerden biriydi. İlişkilerinin çok tutkulu olduğu söylenir. Maslov, 1916 yılında Almanlarla savaşırken tek gözünden olur. Mata Hari savaşa katılmamış bir ülke olan Hollanda pasaportunu taşıdığı için savaş esnasında daha özgür bir şekilde hareket eder, o yüzden de sevgilisinin yanına koşmak için izin ister ama o izin bir şartla verilir:

Fransa için casusluk yapması istenir.

Böylece tartışmalı olan casusluk hayatı başlamış olur.

CASUS OLARAK İLK HEDEF

Fransızlar, Almanların veliahttı Kaiser Wilhelm’in büyük oğlu Prens Wilhelm’in iyi bir av olduğunu düşünüyorlardı zira işbu “playboy” partilere ve alkole pek düşkündür, yani Mata Hari tarafından baştan çıkartılabilir ve bilgi alınabilir diye düşünülür. Mata Hari devreye sokulur. Fakat kimse Hohenzollern soyuna mensup Wilhelm’in altuni titrinin kağıt üzerinde olduğu, Alman sırlarına onun vasıtasıyla ulaşılmayacağını sorgulamaz. Zaten Mata Hari’nin ulaştığı ve aktardığı bilgiler de herkesin gazetelerden okuyabileceği mahiyettedir.

Bunu ben değil daha sonra onun hayatını araştıran tarihçiler tespit etti.

Ölümünden yüz yıl sonra açılan arşivden görüldüğü üzere casusluk faaliyetleri yok denilecek kadar az ya da önemsizdir.

NEDEN KURŞUNA DİZİLDİ?

O zaman başa dönelim ve kurşuna dizilişini anlamaya çalışalım.

Nasıl oluyor da bu kadar önemsiz bir casus bu denli ön plana çıkarılıyor?

Mesele, Fransa’nın o tarihlerde yenilgi üzerine yenilgi yaşayıp büyük can kaybı vermesinde yatıyor. Fransızların bu moral bozukluğuyla bir günah keçisine ihtiyaçları vardır.

Mata Hari herkesin tanıdığı gözden düşmüş bir kevaşe olarak mükemmel bir keçidir.

1917 yılında Mata Hari Şanzelize’de kaldığı otelde tutuklanıp “50,000 Fransız askerinin” ölümüne sebebiyet vermekten tutuklanır. Onu Fransızlar kullanmış olsa da Almanlara bilgi satmakla suçlandığı için sorgulanır.

Mahkeme, geçmişini nasıl sıfırdan inşa ettiği gibi, Javalı bir prenses değil Hollandalı bir hayat kadını olarak her şeyi yapabileceğini öne sürer. Medya onu rezil eder.

Tarihçilerin ortaya koyduğu üzere mahkemede Mata Hari’nin, eski bir sevgilisi olan Alman diplomattan para aldığını kabul ettiği ifşa edilir. Fakat yargı onun bu parayı casusluk bedeli olarak değil Almanların el koyduğu eşyalarının karşılığında verilmiş bir para olduğunu görmezden gelir.

Onun haricinde elle tutulur doğru dürüst bir kanıt yoktur.

BÜYÜK KALP KIRIKLIĞI

Dava devam ederken gazeteler tabii ki konuyu ballandırıp Mata Hari’yi yerden yere vurur. Ama Mata Hari’yi asıl sarsan tüm bu işlere bulaşmasının başlangıç noktası olan sevgilisi Maslov’un ifade vermeyi reddetmesidir. Maslov’un “ne hali varsa görsün” tavrı yüzünden Mata Hari mahkemede bayılır. Kürsüye çıktığında, gazetecilerin aktardığı üzere kendisiyle ilgili meşhur cümlesini sarf eder:

“Bir orospu? Evet, ama bir hain, asla!”

GÖZ BAĞINI REDDETTİ

Sonuçta hem dağılmış ailesi, hem birlikte olduğu namlı adamlar, hem basın hem de manevi memleketi olarak gördüğü Fransa tarafından mimlenip idama gönderilir.

41 yaşında 12 Fransız askerinin tüfekleri önünde, son kalan temiz kıyafetleri ve yeni eldivenlerini eline geçirerek dimdik ve göz bağı takmayı reddederek kurşuna dizilir.

Sansasyonel idamının bir versiyonuna göre kurşuna dizilmeden önce idam mangasına öpücük yollamıştır.

Bu kadar kurşun yiyip yere yığıldıktan sonra biri yanı başına gidip işi garantiye almak için bir de kafasından vurmuştur.

Kimse naaşını istemediğinden kafası kesilir, mumyalanır ve Paris’teki Anatomi Müzesi’ne taşınır. Bedeni de müzeye teslim edilir ama kaybolur.

Meşhur kafası yıllarca müzede kaldıktan sonra 2000 yılında yok olduğu ortaya çıkar.

Hala nerede olduğu bilinmemektedir.

CASUS MU, KURBAN MI?

Günümüzde pek çok tarihçi onun 1275 sayfalık dava belgelerini ve hayatının detaylarını inceledikten sonra onun ne önemli bir casus, ne de resmedildiği gibi bir femme fatale olduğunu yazıyor.

Hatta Thomas Allen gibi tarihçiler onu ölümcül bir kadın değil tam tersine kolay kandırılan bir kurban olarak okumuştur.

Ölümünden sonra kurulan Mata Hari Vakfı’ysa onu aklamak için davasının tekrar açılmasını talep eder.

Kısaca yine bir “vurun kahpeyi” vakası, yine bir yaftalama hikâyesi ile karşı karşıyayız. Ne de olsa tarihte ‘ötekiler’ devreye girince klişeler ve tekerrürler daha belirginleşiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi