Siyasetçi dediğin ahlaksız mı olmalı?

“Kılıçdaroğlu ya da bir başkası; muhalefetin cumhurbaşkanı adayının, iyi, mütevazı ve dürüst biri olma ‘ihtimalinin,’ belli yurttaş kesimlerinde ‘kazanamaz’ hissi yaratması sizce de çok ama çok vahim ve rahatsız edici bir durum değil mi? Böyle düşünenler, halka ve kendilerine hangi muameleyi layık gördüğünün farkında mı? Velev ki endişelerinde haklı olsunlar, bu durumu kabullenmek ve siyasetin bu kabulleniş üzerinden belirlenmesini talep etmek, makul görünüyor mu?” (Murat Sevinç’in diken.com.tr 25.09.2022 tarihli yazısından alınmıştır.)

Son zamanlarda siyasi gündemi en çok meşgul eden konulardan biri hiç şüphesiz Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olma ihtimali. Bunun üzerine çokça yazılıp çiziliyor, her TV kanalında bu konu kendi meşrebince konuşuluyor, tartışılıyor. Tabii yine gündelik siyaset dili üzerinden ve yine en pragmatik bakış açısıyla.

KILIÇDAROĞLU EFENDİ BİRİ…

Gazete Pencere’nin değerli yazarı Seyit Tosun’un Twitter’daki paylaşımı sayesinde bu bakış açısını aşan çok güzel bir yazıyla karşılaştım. Murat Sevinç’in 25.09.2022’de diken.com.tr’de yayımlanan “‘Kılıçdaroğlu efendi biri, kazanamaz’ ne demek?” adlı şahane yazısı. Sevinç, yıllar önce asistan olarak görev yaptığı Ankara Üniversitesi’ndeki rektör seçimlerini örnek olarak kullandığı yazısında çok önemli sorular atıyor ortaya: “Kılıçdaroğlu ya da bir başkası; muhalefetin cumhurbaşkanı adayının, iyi, mütevazı ve dürüst biri olma ‘ihtimalinin,’ belli yurttaş kesimlerinde ‘kazanamaz’ hissi yaratması sizce de çok ama çok vahim ve rahatsız edici bir durum değil mi? Böyle düşünenler, halka ve kendilerine hangi muameleyi layık gördüğünün farkında mı? Velev ki endişelerinde haklı olsunlar, bu durumu kabullenmek ve siyasetin bu kabulleniş üzerinden belirlenmesini talep etmek, makul görünüyor mu?” Gerçekten de aklı başında herkesin kendine sorması gereken sorular bunlar. İşte maalesef ülkemizde çok az rastladığımız türden bir ‘kavramsal soru sorma’ biçimi. Murat Sevinç aslında Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla ilgili değil, toplumun ahlâk anlayışıyla ve bu anlayışın siyasete yansımasıyla ilgili bir yazı yazmış. Yani hiçbir işe yaramayacak, sorunların çevresinde dolanmamıza neden olacak sorularla bizi meşgul etmiyor, sorunun köküne dair sorular soruyor.

KİŞİLERİ BIRAK KAVRAMLARA BAK!

Bu sorularla karşılaşınca insan ister istemez kişilere değil, o kişilik üzerinden sıralanmış sıfatlara ve o sıfatların anlamını bulduğu kavramlara yöneliyor. Murat Sevinç hangi kavramlardan bahsediyor? İyilik, mütevazılık (egonun törpülenmesi) ve dürüstlük (sözlerinde, davranışlarında doğruluğu kendine ilke edinmek). Halkın oylarıyla seçilecek bir cumhurbaşkanı adayı bazı insanlara göre sırf bu ahlâkî değerlere sahip olduğu için seçilemez. Bir başka değişle (bu görüşü ortaya atanlar olmasa da) halkın çoğunluğu bu değerlere önem vermiyor, hatta bir aday bu değerlere sahipse halk onu tercih etmiyor. Yani halk ahlaklı olanı değil, ahlaksız olanın yönetimde olmasını istiyor. Halkın çoğunluğunun bu yönde davranıyor olması Murat Sevinç’in de belirttiği gibi gerçekten vahim bir durum. Ama bu vahamet halkın istekleriyle ilgili değil. İnsan böyle bir şeyi istemez aslında. Buradaki problemin esas tanımı büyük kitlelerin sahip olduğu ‘ortak akıl’ın iyiye ve doğruya yönelmemesidir. Toplumları yönlendiren şey akıldan ziyade algılardır, duygulardır. Toplumun içerisinde aklıyla hareket eden, aklıyla seçimler yapan bireyler olsa da topluluklar böyle hareket etmez. Önemli felsefecilerimizden Dücane Cündioğlu’nun ahlakla ilgili şu tespiti de bu noktada çok önemli: “Ahlak bir ölçek sorunudur, büyük ölçekte çalışmaz. [Ailede, bakkalda, köyde işe yarayan ahlak kuralları, devlet, holding, metropolis ölçeğinde buharlaşır.]”

İDEAL YÖNETİCİ

Sevinç’in tanımında yer alan ahlâkî sıfatlar bana hemen Platon’un ‘Filozof Kral’ kavramını hatırlattı. Yani bir devleti yönetecek kişinin bilge olması ve bu bilgeliğin doğal bir sonucu olarak iyi, ahlâklı, adil, ne bilmediğini bilen bir insan olması. Platon’un ‘İdeal Devlet’indeki ideal yönetici işte bu vasıflara sahip bir insan olmalı. Platon bu tanımlamayı yapar ama kendisi de bilir ki bu bir ütopyadır. Bu vasıflara sahip bir yönetici bulmak da bu vasıfların değer gördüğü bir devlet kurmak da neredeyse imkânsızdır. Kılıçdaroğlu Platon’un ‘Filozof Kral’ olarak tanımladığı yönetici adayıdır demiyorum. Ama diyelim ki o tanıma en yakın aday… İşte bu ahlâkî değerlere sahip olma ihtimali bazı kesimler için onun cumhurbaşkanı seçilemeyeceğinin bir göstergesi olarak görülüyor ya… Böyle görenleri iki gruba ayırmak mümkün.

“İDEAL YÖNETİCİ SEÇİLMEMELİ” DİYENLER

Birinci gruptakiler zaten öyle olmalıdır diyenler. Yani halkın cumhurbaşkanı seçeceği kişinin iyi, mütevazı ve dürüst olmaması gerektiğini düşünenler. Peki onlar niçin böyle düşünür? Büyük ihtimalle diyeceklerdir ki siyaset zaten kirli, çamurlu bir alan. Bu çamurun içerisinde mücadele edecek kişinin de kirli olması, üzerine yapışacak çamurlardan etkilenmemesi gerek. Hatta o çamuru bir mücadele silahı olarak kullanmasını bilmesi gerek. Ortaya attıkları bu tezin tercümesinde yer alan soru da şudur: “İyi, mütevazı ve dürüst birisi böylesi bir alanda mücadele ederken ne kadar başarılı olabilir?” Bu soruyla da aslında demek istiyorlar ki “Kılıçdaroğlu’nun ya da herhangi bir adayın, söylendiği kadar ahlâklı biri olma ihtimali varsa, onun bu alanda başarılı olma ihtimali yoktur. Bu nedenle de seçilmemelidir.”

“İDEAL YÖNETİCİ SEÇİLEMEZ” DİYENLER

İkinci gruptakiler ise böylesi bir dilek ya da tercihte bulunmayıp bir durum tespiti yapıyorlar. Onlar da yine siyasetin kirli bir alan olduğu düşüncesinden yola çıkarak aslında diyorlar ki… “Siyaset dediğin alanda dürüstlük işlemez. Çünkü Nietzsche’nin de dediği gibi ‘sıradan insan gerçeğe tahammül edemez.’ Yani yalanlara ihtiyaç duyar. Büyük kitlelerin ortalaması da sıradan insanı temsil ettiği için halk siyaseten karar verirken dürüst siyasetçinin söylediği gerçeğin değil, dürüst olmayan siyasetçinin yalanlarının peşinden gider. Sıradan insan için mütevazı olan kişi aslında kendi egosunu yenebilecek kadar güç sahibi olan değil, başkaları karşısında pısırık davranan güçsüz bir kişidir.” Murat Sevinç böyle düşünenlere de soruyor aslında. “…Velev ki endişelerinde haklı olsunlar, bu durumu kabullenmek ve siyasetin bu kabulleniş üzerinden belirlenmesini talep etmek, makul görünüyor mu?” diye. Yani bu durum da akla yatkın mı diye soruyor. Hayır akla yatkın yani makul değil, ama gerçekle, insanın, halkın gerçeğiyle örtüşüyor maalesef. Çünkü özellikle siyasette, halkın gerçek diye kabul ettiği, kendi hakikati olarak eyleme döktüğü şeyler çoğunlukla makul olmuyor.

PEKİ PLATON NE DİYOR?

Platon açısından da baktığımızda makul olan ‘İdeal Devlet’ ve ‘Filozof Kral’dır. Ama o da bilir ki bu makulün gerçekleşmesi bir hayaldir, bir ütopyadır. Yani Platon da bu ikinci grupla aynı endişeleri duymuş ama makul olanı ortaya koymuş olsa bile insanın doğası gereği bunun gerçekleşmeyeceğini kabullenmiştir. Tabii bu kabulleniş, yine de ideal olanın tanımını değiştirmemiştir.

Kılıçdaroğlu ya da bir başkası ‘Filozof Kral’ değildir şüphesiz. Yine de mevcut ‘kral’ adayların arasında filozofluğa en yakın o olsa bile seçilir mi bilemem. Ama bildiğim tek şey var. Eğer seçilirse iyi, mütevazı ve dürüst olduğu için seçilmeyecek. Çünkü maalesef hiçbir halk hiçbir siyasetçiyi sahip olduğu bu ahlâkî nitelikler nedeniyle seçmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi