Başörtülüleri AKP’nin ‘Ampul’ü haline getirdiler!

Aileleri lüks içinde yaşıyor. Toplumun orta ve alt kesimi asla onlarla iletişime geçemiyor. Saraylarda yaşıyorlar. Parlak, lüks, son model araçlarıyla konvoy halinde giderken o arabaların yansıyan ışıklarıyla insanların gözleri kamaşıyor. Bir de o konvoy Cuma’ya gidiyor! Şunların ülkeyi getirdiği hale bakıyorum, bunu yaparken dini kullanmalarına bakıyorum ve buna inanan kitlelere bakıyorum. Çıldırmamak insanın elinde değil!.. Ve ben İlahiyatçıyım. Güya insanlara dini anlatacağım. Ama bizden istenen fakire şükretmesini öğretmek… Peki zenginlere ne öğreteceğiz?.. Zekât vermeyi… Çok acınası!..

Geçtiğimiz haftanın gündemine Tayyip Erdoğan’ın Ankara Etlik Şehir Hastanesi açılışında yaptığı “süflî” içerikli konuşma damga vurdu. Esasen Türkiye’deki ölümcül çalışma koşulları karşısında illallah deyip mesleğini yurtdışında sürdürmekten başka çare bulamayan ve AKP reisince daha önce de “Giderlerse gitsinler” diye şiddetle hiçe sayılmış doktorları ima ettiği söylenebilecek sözler şöyleydi:

“Özellikle sırf daha iyi arabaya binmek, daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süflî heveslerle ellerin, yani başka ülkelerin-başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyoruz. Bugün böyle bir hevesle yola çıkanların yarın merhamet ve şefkat ihtiyacı duyduklarında sığınacakları bir aile, bir sosyal bünye, bir devlet mekanizması bulamayınca yaşayacakları pişmanlığı tahmin edebiliyoruz.”

“Çürük”, “Sürtük” ve şimdi de “Süflî”

Vatandaşlarına merhamet ve şefkat ne kelime, nefret ve hiddet saçan, düşünce hürriyeti yerine zindanları reva gören, hakaret davası açmada dünya rekoru kıran bir siyasi irade güdümündeki devlet mekanizması bir yana, kamuoyunda en çok infial uyandıran, konuşmada geçen “süflî” sözcüğü oldu. “Aşağı, aşağılık, bayağı, âdi” anlamlarına gelen sözcük, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan zatın daha önce kullandığı “çürük”, “sürtük” gibi ifadelerle aynı doğrultuda ülkesinin yurttaşlarına yönelik bir yeni hakareti olarak alımlandı.

Konu üzerine ben de hafta içinde KRT TV’de ve GainMedya’da görüşlerimi paylaşma imkânı buldum. İçeriğine dijital ortamda rahatlıkla erişebilecek bu konuşmalarda öz itibarıyla, süflî sözcüğü gibi Arapça “sfl” kökünden türemiş olup aynı anlam çığırı içinde yer alan “sefil” ve “sefalet” sözcüklerini de işlerliğe sokarak şunu söyledim:

Başka ülkelerin-toplumların kapılarına gidenler, süflî bir iktidarın sefalete sürüklediği kendi ülkelerinde sefilleri oynamamak için oralara gidiyorlar.

Yani gitmeler, süflî heveslere değil, iktidardan kaynaklı süflî sebeplere dayanıyor.

Acımak… Ama kime?..

Ekranlarda söylediklerimi burada uzun uzadıya aktarıp tekrara düşmek niyetinde değilim. Belirttiğim gibi, söz konusu konuşmaların kayıtlarına rahatlıkla erişilebilir (burada linkleri ekleyelim: https://youtube.be/YTHSHf2NEs ve

 Bu yazıda esas paylaşmak istediğim, mevzubahis konuşmalarımın birinden hareketle ilahiyat fakültesi mezunu bir kadın okurumun bana yazdıkları… Yaptığım konuşmaya yönelik olarak beni fazlasıyla onurlandıran bu geribildirim, “süflîlik” hususuna ilişkin çok çarpıcı “içeriden” gözlemler sunuyor.

Yurt dışına gitmek isteyenlere acımaktan dem vuranların “acınası”lıklarını da teşhis ediyor.

Ayrıca, yine geçen hafta Erdoğan’ın CHP’ye üye olan başörtülü kadın yurttaşlara binaen sarf ettiği, “bulmuşlar birkaç tane başörtülü” şeklinde küçümseyici ve “nesneleştirici” sözleriyle çağrışımlı mahiyette, tesettürlü kadınların bu iktidar nezdinde nasıl araçsallaştırıldıklarına vurguda bulunan sarsıcı görüşler barındırıyor. Yazımızın başlığına da çektiğimiz, başörtülülerin adeta parti amblemindeki “ampul” haline getirilmiş olmaları gibi…

Şimdi sözü genç olduğu kadar, benim için “gelecek” de demek olan kıymetli okuruma bırakıyorum!..

Erdoğan'ın vitrin mankeni benzetmesi yaptığı CHP üyesi Sevgi Kılıç.

Yanlışa yanlış demek çok mu zor?         

“Merhaba Hocam, 

Az önce YouTube üzerinden yayınlanan konuşmanızı izledim. Süflî kavramına değinmişsiniz. Dindarlık üzerine…

Ben İlahiyat Fakültesi okumuş bir insanım. Bizzat o ortamda yıllarca durdum. Emin olun ki görüşü-düşüncesi o videoda [KRT TV, youtu.be/6iNVoz8mdGk] 15 yaşındaki çocukla tartışan adam ile aynı olan insanlar o kadar çok ki; neredeyse yüzde 90 ve hepsi de genç insanlar… Öğretmen olacak insanlar…

Benim hiçbir zaman anlamadığım, anlam veremediğim nokta şu oldu: Yanlışa yanlış demek çok mu zor? Bizler İslam tarihini, mezheplerin doğuşunu, Peygamber’in sünnetini öğrenen insanlarız. Düşünüyorum da acaba hiç mi ders alınmadı? Sırf başörtüsü mağduriyeti giderildi diye bu kadar da kör olunmaz. Ben eskiden yobaz kavramını çok kullanırdım ama sizin dinbaz kavramınız beni benden alıyor gerçekten. Keşke daha erken öğrenseydim!..

Allah’ı AKP’li zannediyorlar!

 Alım gücümüz o kadar azaldı ki bazen eskiden ya da bizim zamanımızda diyerek cümleye başlıyorum. Mezun olalı 5 sene oldu Hocam. Kendimi yaşlanmış 1980’li yıllara şahit olmuş bir insan gibi hissediyorum. 29 yaşımı daha yeni bitirdim, bir hafta oldu. Ne ara bu hâle geldik?!.. 

Hocam ben dinin siyasete alet edilmesine her zaman karşı çıktım. Çünkü Atatürk boşuna yapmamış, varmış bir bildiği derdim. Tekke ve zaviyeleri kapatıp Diyanet İşleri’ni açtı; hoş Diyanet şu an ‘Ali Baba’nın çiftliği’ne dönmüş durumda. 

Vatan diyoruz ya Hocam. Benim şu vatana olan tek hayrım bunlara hiçbir zaman oy vermemek oldu sanırsam!.. Başörtülü insanlar AKP’nin ampulü simgesi haline getirildiler.

Kendilerini Peygamber’den de üstün tutuyor bunlar. AKP’liler neden Allah’ı AKP’li zannediyor? Allah, CHP MHP HDP’lilerin veya diğer partililerin de Allah’ı değil mi?.. 

Bunlar bana Hariciler’i anımsatıyor. Hariciler, kendilerinden olmayanı oracıkta öldürürken bunlar da işte vatan haini ilan ediyor. Hoş ellerinden gelse kendilerinden olmayanı öldürecekler, buna o kadar eminim ki…

Saray’la temas tehlikeli ve yasaktır!

DİN HAYATTAN ÇIKAR isimli kitabınızı okuyorum şu an. O kadar doyurucu ki ve her şey sıralı bir şekilde anlatılmış. Kafamda dağınık olan düşünceler ya da kavramlar diyeyim. Bir bütün oluşturdu sayenizde. 

İşaret ettiğim bir yer vardı, orayı okurken iktidardaki aile aklıma geldi. Sayfa 29’da Melanezya kökenli ‘mana’ inancına* değinirken şöyle diyorsunuz: «Söz gelimi yönetici veya hükümdar konumundaki insanlar ve onların ailelerinin en yüksek ‘mana’ya sahip olduğuna inanılır. Onların liderlik ve yöneticilik yeteneği, yetkinliği ve tabii ayrıcalığı sahip oldukları yüksek ‘mana’ düzeyi ile açıklanır. O yüzden topluluğun sıradan üyelerinin onlarla temasa geçmesi de tehlikeli ve yasaktır.» Aynen bu hesap, ülke resmen Papua Yeni Gine çevresindeki adalarda yaşayan kabilelere döndü. Erdoğan’dan iyi kimse yönetemez; bunlar giderse onun yerine gelecek iyi biri yok anlayışı... Aileleri lüks içinde yaşıyor. Toplumun orta ve alt kesimi asla onlarla iletişime geçemiyor.

Ve ben İlahiyatçıyım! 

Bazı şeyleri okudukça günümüzle bağdaştırıyorum. Bunlar saraylarda yaşıyorlar. Siz dediniz ya konuşmanızda; parlak, lüks, son model araçlarıyla konvoy halinde giderken o arabaların yansıyan ışıklarıyla insanların gözleri kamaşıyor. Bir de o konvoy Cuma’ya gidiyor!.. Ah Hocam, o kadar dertliyim ki bu konuda. Sanırsam yazsam sayfalarca yazarım. Şunların ülkeyi getirdiği hale bakıyorum, bunu yaparken dini kullanmalarına bakıyorum ve buna inanan kitlelere bakıyorum. Çıldırmamak insanın elinde değil!..

Ve ben İlahiyatçıyım. Güya insanlara dini anlatacağım. Ama bizden istenen fakire şükretmesini öğretmek… Peki zenginlere ne öğreteceğiz?.. Zekât vermeyi… Çok acınası!..”

_____________________

* “Güney Pasifik’teki Papua Yeni Gine ve çevresindeki adalarda yaşayan Melanezyalılar, evrende mevcut kutsal bir güç olan ‘mana’nın insan, hayvan, bitki ve diğer varlıklarda bulunduğuna inanırlar. Hayatın akışını, toplumların ve insanların kaderini etkilediğine inanılan ‘mana’, herkeste ve her şeyde bulunmadığı gibi ‘miktarı’ da bulunduğu varlıklarda değişiklik gösterir. Söz gelimi yönetici ve hükümdar konumundaki insanlar ve onların ailelerinin en yüksek ‘mana’ya sahip olduklarına inanılır” (Tayfun Atay, Din Hayattan Çıkar: Antropolojik Denemeler, İletişim Yayınları, 2021 [8. Baskı], s. 29).  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi