DOMUZLARSARMIŞHER YANIMI

George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanını bilirsiniz. Domuzlar çiftliğin yönetimini ele geçirirler ve iktidarlarını korumak için yapmadıkları şey kalmaz. Yalanın dolanın bini bir parayadır, her kötülüğün sorumlusu başkalarıdır, akıl dışı her eylemlerini öven ve yayan propagandacıları vardır. Tanıdık geldi mi?

Bazı sözler, bazı yapılanlar, bazı yaşadıklarımız… Size de tanıdık gelmiyor mu zaman zaman? Ben bunu bir yerlerden hatırlıyorum dedirtmiyor mu size de? Bazen bir düşünürün yüzyıllar hatta bin yıllar öncesinden haber verdiği “bakın şunu yaparsanız şöyle kötü bir sonucu olur” diyerek bizi uyardığı bir siyasi düzeni yaşıyoruz. Bazen bir romancının tasvir ettiği kişiliğin tıpatıp aynısını televizyonlarda bize söylev verirken görüyoruz. Bazen de tarihteki bir olayı neredeyse birebir yeniden yaşıyoruz.

TARİH – TEKERRÜR İLİŞKİSİ

Hani tarih ‘tekerrürden ibarettir’ derler ya… Bir türlü barışamadım ben bu tabirle. Bana tarihin kendisini tekrarlaması insanın hatası gibi geliyor. İnsanın sebep-sonuç ilişkilerini yeterince analiz edememesinin, yaşadıklarından ders çıkarmamasının, aklını yeterince kullanmamasının kaçınılmaz bir sonucu değil mi tarihin tekerrür etmesi? Bir olumsuzluk yaşandığında “bunun tarihte pek çok örneği var” diye başlayıveriyoruz cümleye ve arkasından da o örnekleri sıralayıveriyoruz. Üstelik bunu o olumsuz durumun ne kadar olağan ne kadar normal olduğunu anlatmak için yapıyoruz. Farkında değiliz ama bu yaptığımız aslında kendi yetersizliğimizin, aklımızı yoksunluğumuzun çok açık bir itirafı.

Hadi gelin şimdi tarihi nasıl tekerrür ettirdiğimizi, düşünürlerin yaptıkları tespitlere ve uyarılara nasıl kulak asmadığımızı gösteren güncel örneklere bakalım. Yani yaşadığımız ve sürekli şikâyet ettiğimiz siyasi ortamla ilgili kendi yetersizliğimizi sorgulayalım, aklımızı kullanmadığımızı itiraf edelim.

SOKRATES KENDİSİNİ KİME KARŞI SAVUNDU?

Platon ünlü metni “Sokrates’in Savunması”nda Sokrates konuşmasına şu sözlerle başlıyor. “Atinalılar! Beni suçlayanların üzerinizde nasıl bir izlenim bıraktıklarını bilmiyorum. O denli kandırıcıydı ki sözleri, kendi payıma ben onları dinlerken az kalsın unutuyordum kim olduğumu. Bununla birlikte, inanın ki tek bir doğru söz söylememişlerdir. Bunca yalanın arasında beni en çok şaşırtan, konuşmakta usta olduğumu, bu yüzden de sizleri kandırabileceğimi, uyanık bulunmanız gerektiğini söylemeleridir.”[1] Platon’un hocası Sokrates’e atfettiği bu sözler tanıdık geldi mi? Söylediklerinin çok büyük bir bölümü yalan olan, hatta yalanı bir siyaset yapma metodu haline getirmiş olanlar, kitleleri bu yalanlarla yönetmeye çalışanlar rakiplerini sürekli yalancılıkla suçlamıyorlar mı? TÜİK’in üzerinde oynanmış verileriyle ekonominin iyiye gittiğini söyleyenleri dinleyince; adalet reformu yapacağız diyenler İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılınca; rezerv bulduk, artık doğal gaz ucuzlayacak diyenleri duyunca; 2024 yılında aya gidiyoruz müjdesi verenlerin bunu gerçekleştirmekle görevli Türkiye Uzay Ajansı için ayrılan komik bütçeyi görünce, Sokrates’in savunmasındaki bu sözler size de tanıdık gelmiyor mu?

Yalanı ağzından düşürmeyenlerin rakiplerini yalancılıkla suçlamaları Freud’un savunma mekanizmalarından biri olarak tanımladığı “yansıtma teorisi”ni hatırlatmıyor mu? Yani kişinin kendi hatalarını, yanlışlarını kabul etmeyip, bunları başkalarına yansıtmaları gelmiyor mu aklınıza? Bu savunma mekanizmasını en çok kullananlar narsisist kişilerdir. Hata asla kendilerinde değil başkalarındadır, yaşanan olumsuzlukların sebebi asla kendisi değildir. Hatta aslında kendisi o kadar iyidir ki başkaları onu kıskanır. Bu nedenle de sorunları hep bu kıskançlar çıkarır. Ne kadar tanıdık değil mi?

ÇOK GÜZEL TEORİM VAR. YER MİSİN?

Hannah Arendt ‘Siyasette Yalan” adlı uzun makalesinde Pentagon belgeleri üzerine düşüncelerini sıralarken şöyle diyor: “Hiçbir olguya, hiçbir bilgiye ihtiyaçları yoktu; onların ‘teori’si vardı ve bu teoriye uymayan tüm veriler ya inkâr ediliyor ya da görmezden geliniyordu.”[2] Hani bizde şu faizle enflasyon arasında kurulan, akıl ve bilimsel düşünceyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan garip teoriyi her duyduğumda Arendt’in bu cümlesi çınlıyor kulaklarımda. Dile getirilen bu teori olmasa da onun dile getiriliş nedeni tanıdık geliyor bu yüzden.

Aynı teoriyi her duyduğumda bir tanıdık söylem daha geliyor hemen aklıma. Bu kez Thomas Hobbes sesleniyor 370 yıl öncesinden: “…doğru ve yanlışın ne olduğu hakkındaki görüşler hem kalem hem de kılıç arasında devamlı bir tartışma konusudur: çizgilerin ve şekillerin bilimi ise böyle değildir; çünkü bu konuda çalışan kişiler, hiç kimsenin ihtiras, kâr veya şehvetinden geçmeyen bir şey olarak, gerçeğin ne olduğu hakkında endişe etmezler. Çünkü, hiç şüphem yoktur ki, ‘bir üçgenin iç açısı bir karenin iki açısına eşit olmalıdır’ fikri eğer herhangi bir kimsenin egemenlik hakkına veya egemenlik sahibi insanların çıkarına aykırı bir şey olsaydı, doğruluğu tartışılmasa bile, ilgili kişinin elinden geldiği ölçüde, bütün geometri kitaplarının yakılması suretiyle yeryüzünden silinirdi.”[3] Bu sözler de size tanıdık gelmiyor mu? “Faiz sebeptir, enflasyon neticedir” sözünü duyduğunuzda, tam da Hobbes’un söylediği nedenden dolayı, gerçeği dile getiren tüm ekonomi kitaplarını “yakmak” isteyen bir söylem görmüyor musunuz karşınızda?

SQUEALER SARMIŞ DÖRT BİR YANIMI!

George Orwell’in ünlü ‘Hayvan Çiftliği’ adlı eserinde Squealer adlı bir karakter vardır. Baskıcı Stalin döneminin bir eleştirisi olan bu hikâyede Squealer hükümet yanlısı propagandalar yapan medyayı (Pravda Gazetesi) temsil eden bir domuzdur. İnsanların ait olan çiftliğin yönetimini bir isyan sonucu ele geçiren hayvanların hikâyesini anlatan bu eserde Squealer’ın temel görevi iktidarın gücünü kaybetmemesi için yalan haberler yaymaktır. İktidara ters düşenlerin hain olduğunu söyler. İlk başlarda isyanın öncülerinden olan Snowball işte bu hainlerin başıdır. Ayrıca çiftliğin yeni sakinleri sayılan hayvanları sürekli çiftliğin eski sahibi Bay Jones’un geri gelebileceği ihtimaliyle korkutur. İktidar daha önce yazdığı kuralları kendi çıkarları doğrultusunda sürekli değiştirir, daha önce ak dediğine kara demeye başlar… Squealer da her seferinde iktidarın doğruyu yaptığına dair yeni söylemler geliştirir. Düşünmeyen, cahil, doğru düzgün okuma yazma bile bilmeyen hayvanları inandırmakta, daha doğrusu kandırmakta ustadır. Hayvanların gözleriyle gördüklerine değil, kendi söylediklerine inanmaları için her türlü yalana başvurur.

Örneğin isyandan sonra kurulan düzende insanlarla ticaret kesinlikle yapmak yasaktır. Çünkü tüm insanlar düşman ilan edilmiştir. Ama bir süre sonra yönetim kendi çıkarları gereği insanlarla ticaret yapmak ister. Yani kendi yazdığı kuralı çiğnemesi gerekir. Ama insanlarla ticaretin yasak olduğunu bilen çiftlik halkı bu durumu sorgulamaya başlar. İşte bu noktada Squealer devreye girer. Orwell hikâyenin bu kısmını şöyle anlatıyor: “Çok geçmeden, Squealer, çiftliği dolaşıp, hayvanların kafasında beliren kuşkuları gidermeye koyuldu. İnandırıcı bir dille, aslında ticaret yapılmaması ve para kullanılmamasına ilişkin hiçbir karar alınmadığını, dahası böyle bir kararın önerilmesinin bile söz konusu olmadığını anlattı. Bütün bunlar, büyük bir olasılıkla Snowball’un ilk başlarda yaydığı yalanlardan kaynaklanan bir hayal ürünüydü. Squealer, bazılarının kafalarındaki kuşkuların gene de dağılmadığını fark ederek kurnazca sordu: “Bu, sakı düşünüzde gördüğünüz bir şey olmasın, yoldaşlar? Böyle bir kararın belgesi var mı? Bir yerde yazılı mı? Gerçekten de ortalıkta böyle bir yazılı belge bulunmadığından, hayvanlar yanıldıklarını kabullenmek zorunda kaldılar.”[4] Squealer da ne kadar tanıdık değil mi? Ama sadece Squealer değil, Orwell’in “Hayvan Çiftliği”nde tasvir ettiği her karakter, anlattığı her olay günümüz dünyasıyla birebir örtüşüyor. Kitabı okurken her cümle size tanıdık geliyor.

Sokrates’ten Arendt’e, Hobbes’tan Orwell’e bu örnekleri, yani bize bugün yaşadıklarımıza “ne kadar da tanıdık” dedirten örnekler saymakla bitmiyor. Bu da demektir ki insan ne yaşadığı ne de aklıyla ürettiği hakikatlerden ders çıkartamıyor. O hakikatlerden yola çıkarak doğrunun, iyinin ne olduğuna karar veremiyor.

Kendi yazdığım bu cümle de tanıdık geldi birden. Nietzsche’yi hatırlattı nedense… Ona göre yalan insanlar için vazgeçilmezdir. İnsan yaşama ancak yalan sayesinde katlanabilir. Çünkü sıradan insanlar hakikatlere katlanamazlar. İnsan kendisini güvende hissetmek ve bir arada yaşayabilmek için yalanlara muhtaçtır. Bu da tanıdık geldi değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi