TARİH YAPAN KADINLAR

Bugün geride bıraktığımız 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde sayfamızı kadın tarihini şekillendiren kadınlara ayırıyoruz. Bu sefer daha önce hazırladığımız söyleşilerden ve biyografi kitaplarından yola çıkarak kadın tarihine ışık tutan ya da yazılarıyla çığır açan, kadınlığın tarihini yazan isimleri sayfamızda bir araya getiriyoruz. Elbette tüm bu isimleri bir gazete sayfasına sığdırmak güç. İçlerinden seçtiğimiz belirli bölümleri yeniden ve bir arada paylaşıyoruz.

“Kadınların patriyarkal düzene isyanı yeni değil. Kadınlar yıllarca geçmişini bilmeden yaşadı. Erkek egemenliğindeki tarih anlatısı da bunun göstergelerinden biri. Kadınların kadın tarihi üzerine yaptığı çalışmalar hepimizin yaşamında yeni pencerelerin açılmasını sağladı. Bugünkü haklı isyanı ve yaşananları anlayabilmemiz için geçmişte neler olduğunu ve kadınların hangi mücadeleleri verdiğini bilmemiz gerekiyor.” Bu satırları 12 Mart 2023 tarihinde ‘Osmanlı Kadın Hareketi’ kitabının yazarı, toplumsal cinsiyet ve politika, feminist teori ve kadın tarihi üzerine çalışan Akademisyen Serpil Çakır’la yaptığım söyleşinin girişinde yazmıştım. Osmanlı’daki kadın hareketini inceleyen, mücadeleci kadınların izini süren Çakır’ın çalışması bu alanın önemli eserlerinden. Bu yazının devamında da “Feminist Büyükannelerimiz” başlığı altında Serpil Çakır’la olan söyleşiden seçtiğimiz bölümü okuyabilirsiniz.

İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının olduğu dönemde henüz Cumhuriyet Halk Partisi kurulmadan Kadınlar Halk Fırkası’nı kurarak örgütlenmenin önemini vurgulayan, kadınların ancak çalışarak var olabileceklerini anlatan Nezihe Muhiddin’i sayfamıza taşımıştık. Detaylar ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadın Hareketinin Öncüsü: Nezihe Muhiddin’ başlıklı bölümde.

 

Kurtuluş Savaşı’nın güçlü kadını, Sultanahmet Mitingi’nde kadın-erkek herkesi harekete geçiren, Halide Edib de bir kadın olarak var olmayı başaran bir başka isim. Gazeteci İpek Çalışlar’ın kitabında onu tarif ettiği gibi “Biyografisine sığmayan bir kadın”. Halide Edib’i tanımak isteyenler için kitapla ilgili yazıdan bir bölümü paylaşıyoruz.

 

Halide Edib’in Sultanahmet’te yaptığı tarihi konuşmada alanda bulunan, mitingi takip eden ve bunu anılarını yazdığı ‘Roman Gibi’ kitabında da anlatan, yazılarıyla döneminin öncü kadınlarından biri Sabiha Sertel… Yazıları, çevirileri, politik mücadelesiyle durdurulamayan bir kadın. Öyle ki Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in “Dilini keseceğim” dediği bir kadın. Sabiha Sertel kendini feminist olarak tanımlamıyor fakat işçi ve çalışan kadının erkekle eşit ücret alması, çalışma saatlerinin uzunluğu, hamilelik izninin olmaması, ailede erkeğin egemenliği, ev işleri ve çocuk bakımının kadının sırtında olması gibi konular üzerine yazılar kaleme alıyor. Sabiha Hanım’la ilgili araştırmalar yapan Akademisyen Barış Çatal’la olan söyleşimiz ‘Durdurulmayan Bir Kadın’ başlığıyla yeniden sayfamızda.

Tozlu sayfalar arasında saklı kalan, akademisyenlerin, araştırmacıların detaylı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarılan bir başka isim; Suat Derviş. Gazeteci ve edebiyatçı kimliğiyle var olmaya çalışan, toplumsal gerçekçi edebiyatın öncüsü sayılabilecek, bir toplantıda Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner’in eşi diye tanıtıldığında “Hayır, ben yazar Suat Derviş!” diyebilen güçlü bir kadın.  “Ben muharririm…O unvan benim yegâne servetim, biricik iftiharım ve ekmeğimdir” diyen, kendisi olmanın zor olduğu bir toplumda kadın gazeteci olarak varlık gösteren bir isim. Suat Derviş’le ilgili önemli çalışmalara imza atan Araştırmacı Serdar Soydan’la olan söyleşimize ‘Saklı Hazine: Suat Derviş’ başlığıyla yer veriyoruz.

 

FEMİNİST BÜYÜKANNELERİMİZ

Feminist büyükannelerimizi yakından tanımamız için Şirin Tekeli’den başlayarak kadın tarihi üzerine yapılan pek çok çalışma var. Bu çalışmalar içinde birçok eserin oluşmasına zemin hazırlayan İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serpil Çakır’ın yazdığı ‘Osmanlı Kadın Hareketi’ kitabını yeniden hatırlatmak ve Osmanlı kadınlarından nasıl bir miras devraldığımızı anlatmak istedik. Serpil Çakır 19. yüzyılın sonunda, 20. yüzyılın başında tüm dünyada ortaya çıkan kadın hareketinin izlerini (İngiltere’de orta sınıfın önderliğinde Sufraj Hareketi, Fransa ve Almanya’da işçi sınıfı kadın hareketi, ABD’de kölelik karşıtı hareket) Osmanlı’da arıyor ve karşısına çok zengin bir dönem çıkıyor. Özellikle 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kadın dergilerinin sayısının arttığı görülüyor. Ulviye Mevlan’ın yönetiminde 1913 yılında yayımlanan Kadınlar Dünyası dergisi de her kesimden kadının sesi oluyor. Abdülhak Hamid “Bir Milletin Nisvanı, Derece-i Terakkisinin Mizanıdır” (Bir milletin kadını, ilerleme derecesinin ölçüsüdür) der. Tevfik Fikret ise “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer” diye anlatır kadının toplumdaki önemini.  Kadınların hak mücadelesini ve Osmanlı kadın hareketini Prof. Dr. Serpil Çakır ile konuştuk.

Osmanlı kadın hareketinin anlaşılmasında, ortaya çıkarılmasında katkınız büyük.  Bugün Türkiye’de kadın hareketi etkili ve kadınlar susmuyorlar, inatla haklarını talep ediyorlar. Osmanlı kadınlarından nasıl bir miras devraldık?

Örgütlenme, dergicilik, eylem mirası ve elbette mücadele azmine dair kararlılığın devralındığı söylenebilir. Osmanlı döneminde, yardım, mesleki eğitim veren, istihdam olanağı sağlayan, bilgilendiren, bilinç ve dönüşüm amacıyla kırkı aşkın dernek kurulduğunu biliyoruz. Günümüzde eğitimden şiddete, siyasete, istihdama, hayatın tüm alanlarında feminist kurumsallaşmanın türlü örnekleri daha da çoğaltıldı. Bu tarihsel miras, yayıncılık faaliyeti olarak da sahiplenildi. Örneğin, 1995’te çıkarılan Pazartesi dergisi, Osmanlı döneminde, 1895’ten 1908’e dek yayımlanan ilk kadın dergilerinden Hanımlara Mahsus Gazete’nin tarihsel mirasının devralındığı vurgusuyla, dergi kapağında “Kadınlara Mahsus Gazete” ibaresine yer verilerek 2007’ye dek yayımlandı.

Bu mirasa sahip çıkmak ve hareketi bunun üzerine inşa etmek neden önemli?

Büyükannelerimizin hakları için mücadele ettiklerini bilmek, bu yolda kurdukları derneklerden, çıkarmış oldukları yayınlardan, dergilerden haberdar olmak, bizim, bugünkü özgürleşme, toplumu dönüştürme, iktidar ilişkilerini sorgulama yolundaki politik mücadelemizi güçlendirici bir etki yapıyor, geleceği daha bir güven ve güçle kurmamıza katkı sunuyor.

“BİZ İNSAN DEĞİL MİYİZ? HAKLARIMIZ NEDEN VERİLMİYOR?”

  1. Meşrutiyet’le birlikte Osmanlı’da kadınların sesleri daha güçlü çıkmaya başlıyor. Kadın dergileri yayımlanıyor, dernekler etkili. Daha sonraki yıllar Nezihe Muhiddin’in başkanı olduğu Kadınlar Halk Fırkası kuruluyor. O döneme ilişkin araştırma yaparken, belgelere ulaşırken sizi en çok heyecanlandıran ne oldu?

Bilinenin aksine büyükannelerimizin kendi hayatlarını değiştirme yolunda aktif özneler olduklarını görmek şaşırtıcıydı.  Onları kuşatan tüm yapılara rağmen inatla yürüttükleri mücadelenin çok yönlü yapısı yanında, bu mücadeleye duydukları inanç da… “Artık iman ettik ki, hayatımız iyi bir hayat değildir. Artık kadınlar böyle yaşamayacaktır ve yaşayamaz. Buna katiyen emin olunuz”daki kararlılık; “Biz de insan değil miyiz? Haklarımız neden verilmiyor?” cümlesindeki ısrar; “telgraf, otomobil, vapur kelimelerini kullanıyorsak, feminizm kelimesini aynen kullanmayı tercih ederiz, varsın lisanımıza ecnebi bir kelime daha girmiş olsun ne zararı var?” şeklindeki açıklama, günümüzün birçok kavram ve yönteminin o dönemde telaffuz edildiğini, kadın ve erkek arasındaki iktidar ilişkilerinin bizden önce de sorgulandığını, büyükannelerimizin hayatlarını ve dünyayı değiştirmedeki kararlılığını bize gösteriyor.

DÜNYADAKİ KADIN HAREKETLERİNİN

OSMANLI KADINLARINA ETKİSİ

Kitabınızın ilk bölümü ‘Erkek Tarihinden Kadın Tarihine’ adını taşıyor. Egemen ideolojinin kadını yok saydığını görüyoruz. Bu sadece Osmanlı’ya mahsus bir durum da değil. Dünya kadın tarihine baktığımızda da büyük mücadeleler veriliyor. İngiltere’de orta sınıfın önderliğinde sufrajetler, Fransa ve Almanya’da işçi kadınlar, ABD’de ise kölelik karşıtı kadın hareketleri var. O dönem Osmanlı kadınları bu hareketleri nasıl takip ediyor? Birbirleriyle iletişimleri var mı?

Dünyadaki kadın hareketini izliyorlar. Örneğin 1891-1944 yılları arasında yayımlanan  Servet-i Fünun dergisinin 17 Aralık 1908 tarihli nüshasından, kafes arkasından da olsa 1908’deki Meclis-i Mebusan’ı izlemelerine izin verilmezse İngiliz kadınları gibi nümayişler yapacakları tehdidinde bulunduklarını anlıyoruz. Sonrası hakkında bilgi sahibi olmasak da bu lafın söylenmesi önemlidir. Özellikle Osmanlı kadın dergilerinde yer alan “Havadis- i Dünya”, “Büyük Kadınlar” gibi sütunlarda, seçme-seçilme hakkı için Batı’da kadınların yürüttüğü mücadelenin türlü örneklerine yer verildi, katkılarıyla öne çıkmış siyasetçi, sanatçı, yazar ve bilimle uğraşan kadınlar eserleriyle, katkı ve eylemleriyle tanıtıldı. Çoğu gazeteci-yazar olan kadınlar, dönemin önemli bir kadın derneği olan Osmanlı   Müdâfaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin üyesi oldukları gibi Kadınlar Dünyası dergisine yazı gönderdiler. 12. Uluslararası Kadın Kongresi’ne giden süreçte Nezihe Muhittin’in çıkarmış olduğu Kadın Yolu Türk/ Kadın Yolu dergisinde birlikte çalışıldı. 26 Nisan 1935’te, İstanbul’da düzenlenen 40 ülkenin katıldığı 12. Uluslararası Kadınlar Kongresi, Uluslararası Kadınlar Birliği ile yapılan iş birliği sayesinde düzenlenebildi.

Kitabınızda ‘Kadınlar Dünyası’ dergisinin kadınlar için yeni bir dünya yaratma misyonu üstlendiğini yazıyorsunuz. Nedir o misyon ve bu misyonun oluşmasında nasıl bir etkileri oluyor?

4 Nisan 1913’te Ulviye Mevlan tarafından yayımlanmaya başlanan, kesintilerle de olsa 1921’e dek önce günlük daha sonra haftalık olarak yayımlanan Kadınlar Dünyası, Cumhuriyet öncesindeki kadınların hak hareketine zemin sağladı. Kadınların nasıl bir dünya istediklerine dair taleplerinin iletilmesinde, kadınların seslerini duyurmasında, birbirleriyle iletişim kurmasında önemli bir misyon üstlendi. Kadınların hakları tanınmadıkça, kadınların erkeklerle tam eşitliği sağlanmadıkça, erkek yazılarına yer verilmeyeceği, sadece kadın yazılarına yer verileceği, temel bir ilke olarak çıkarıldığı günde ilan edildi. Sahibi ve yazı kadrosuyla, hatta dergiye gelen yazı ve mektuplarıyla tümüyle kadınlara ait olan, Osmanlı kadının sesini, taleplerini, kadın hareketini dile getiren bir yayındır. Sadece Türk/ Müslüman kadınlara değil, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin herkese açık olduğu bilgisine dergi kapağında yer verildi, hatta Türkçe bilmeyen ecnebi kadınlarla ilişki kurulması önemsenmiş, buluşma, tanışma günleri ilan edildi. Eğitimli/ eğitimsiz her düzeyden kadının ilgi gösterdiği, yazılarını gönderdiği bir yayındır.

…………………….

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E

KADIN HAREKETİNİN ÖNCÜSÜ: NEZİHE MUHİDDİN

 

 

Cumhuriyet Halk Partisi kurulmadan Kadınlar Halk Fırkası’nı kurmak isteyen, mücadeleci ve Türk Kadın Birliği’nin kurucusu Nezihe Muhiddin’le tanışacağız. Bugün eğer kadın hareketi toplumsal muhalefetin en güçlü ve en örgütlü yanını oluşturuyorsa bunda Nezihe Muhiddinlerin bıraktığı mirasın önemi yadsınamaz. İlk basımı 2003 yılında yapılan Yaprak Zihnioğlu’nun Metis Kitap’tan çıkan ‘Kadınsız İnkılap’ kitabı kadınlar için mücadele eden, cesur bir kadının hikâyesi. Dönemin ilerici kadınlarından Nezihe Muhiddin kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiğine inanıyordu. O nedenle kadınsız bir inkılabın gerçekleştirilemeyeceğini düşünüyordu. Nezihe Muhiddin o dönemde kadının özgürleşmesi için çalışması gerektiğini görmüş, bunu da iktisadi kadın olarak tanımlamıştır. Zihnioğlu’nun araştırmasının çıkış noktası; Osmanlı Türk modernleşmesinde kadınların rolünü araştırmak. Yani kadınlar Cumhuriyet reformlarının, Batılılaşma, çağdaşlaşma projesinin edilgen göstergeleri ve simgeleri olarak kalmayı kabullendiler mi? Yoksa siyasal, medeni ve vatandaşlık hakları için mücadele ettiler mi?

DERSAADET’İN EDİBE-İ ŞEHİRESİ (Ünlü kadın yazar)

Nezihe Muhiddin 1909 yılında öğretmen olarak meslek hayatına giriyor. Güçlü kalemi, tutkulu kişiliği, pırıltılı zekâsı ve bilgisiyle kısa sürede Dersaadet’in kültür ortamında tanınıyor ve kadınlar için bir rol model oluyor. Muhiddin basında “edibe-i şehire (ünlü kadın yazar) ve “Türklerin büyük kadını” olarak anılıyor. Osmanlı feminizminin öncülerinden biri olarak, Batı’nın etkinliklerini, yayınlarını izlediği, Şair Nigâr, Fatma Aliye ve Halide Edib’in de içinde yer aldığı büyük kadınlar kuşağının son üyesi. Almanca ve Fransızca biliyor. Muhiddin 19 yaşında ‘Kızlarımızın Psikolojisini Mütalaa’ başlığı ile yazdığı makalesiyle Avrupa’da büyük ses getiriyor. 1911 yılında ‘Harcanan Gençlik’ isimli bir kitap yayınlıyor. Yazarın kitapta paylaştığı kaynaklara göre Muhiddin’in gazete ve dergilerde tefrika edilen yirmi romanı vardır. Ayrıca üç yüz kadar öyküsü, sahnelenmiş piyesleri, operetleri, filme alınmış senaryoları da bulunmaktadır. Kendisiyle yapılan bir söyleşide en çok Reşat Nuri Güntekin, Mahmut Yesari, Sadri Ethem, Selami İzzet, Valâ Nurettin, Peyami Safa’dan etkilendiğini belirtiyor. Şair Nigâr’ın geleneğini sürdürerek her ayın ilk cuma günü evinde çay toplantıları yapıyor. Bu toplantıların önemli misafirlerinden biri Fatma Aliye’dir. Suat Derviş, Nezihe Muhiddin’den sevdiği dostu olarak söz eder.

NADİ’NİN ‘ÇOK ŞÜKÜR KURTULDUK’ İMZALI YAZISI

Nezihe Muhiddin siyasi kişiliği nedeniyle saldırılara uğruyor ve yazarlığı da unutturulmak isteniyor. Örneğin Neriman Malkoç Yeni İstanbul gazetesinde ‘Kadın Ediplerimizle Röportajlar’ başlıklı devrin kadın yazarları üzerine hazırladığı yazı dizisinde Nezihe Muhiddin’e yer vermez. Yaprak Zihnioğlu bu yokluğun onun toplumsal bellekten çıkarılışının bir örneği olduğunu yazıyor.  Cumhuriyet Gazetesi yazarı Yunus Nadi Türk Kadınlar Birliği’nin yaptığı usulsüz bir kongre ile dışlanan Nezihe Muhiddin için ‘Çok Şükür Kurtulduk’ başlıklı bir yazı kaleme alır. Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulmasına izin verilmeyince Türk Kadınlar Birliği’ni kurar. Dönemin ileri gelenleri, kadınların yardım işleriyle uğraşmasını, siyasetle ilgilenmemelerini ister. Ancak Muhiddin’in amacı bir yardım derneği kurmak değildir. Savaşta mağdur olan ailelere yardım ederler ancak tek hedefleri bu olamaz. Muhiddin, kadınların eğitimi için de mücadele eder. Kurtuluş Savaşı’nda izlenen yolu takip ederek camilerde kadınları bilinçlendirmek için toplantılar düzenlemek ister ancak bu girişim basında tartışmalara neden olur ve kabul edilmez.

Cumhuriyet Gazetesi’nde TKB’li kadınları eleştiren karikatür yayınlanır.

Hânımlar cami’lerde va’z edeceklermiş!..

-Biraz da bu seneki manto modalarından bahsetseler bari!

KADININ ÖZGÜRLEŞMESİNİN YOLU “İKTİSADİ KADIN”

Nezihe Muhiddin ve arkadaşları kadınların mecliste temsil hakkı olması için savaşır. Kendisiyle yapılan bir mülakatta seçme mi yoksa seçilme mi hakkının önce gelmesi gerektiği sorulduğunda seçilme hakkı diye yanıt verir ancak o dönemin yazarları tarafından ağır eleştirilere uğrar. Kendisine yöneltilen tüm olumsuz düşüncelere karşın Nezihe Muhiddin, Osmanlı toplumunda ‘iktisadi kadın’ formunu yaratmak ister. Çalışan, üreten, rasyonel, eğitim görmüş, meslek sahibi, siyasal ve toplumsal hayata katılan bir kadın yaratmak amacındadır. Çünkü ona göre ancak kadınlar eşit biçimde iktisadi ve sosyal hayata katıldıklarında ulusun inşası ve kurtuluşu mümkün olacak, inkılaplar başarıyla tamamlanacaktır. Nezihe Muhiddin ile tek parti dönemi yöneticileri arasındaki tartışma kadın kimliği üzerinden yürütülmektedir. Muhiddin cumhuriyetçi erkeklerin kadınları ‘çocuk kadın’ gibi görmelerini kabul etmez.

FATMAGÜL BERKTAY: BİZLER HEP ÇOCUK KALMAYA

MAHM EDİLİYORUZ.

Nezihe Muhiddin’i bilmenin kadınlar için önemini, dünyada ve Türkiye’de kadın hareketleri üzerine çalışmalar yürüten Fatmagül Berktay şöyle özetliyor: Geçmişte yaşananlar, çekilen acılar ve harcanan çabalar belleklerden silinip gidiyor ve bizler hep ‘çocuk kalmaya’ mahkûm oluyoruz. İşte bunun içindir ki kadınların kendilerini ‘tarihe yazmaya’, geçmişi araştırmaya, başka kuşakların mücadeleleriyle bağlar kurmaya ve kendilerinden esirgenmiş olan bilgi ve eğitime sahip çıkmaya ihtiyaçları var.

………………..

BİYOGRAFİSİNE SIĞMAYAN BİR KADIN: HALİDE EDİB ADIVAR

Gazeteci İpek Çalışlar Atatürk, Latife Hanım ve Halide Edib üzerine yazdığı biyografi kitaplarıyla okuyucuya detaylı ve kapsamlı bir arşiv sunuyor ve anlattığı tarihi karakterlere farklı açılardan bakmamızı sağlıyor.

AMERİKAN KIZ KOLEJİ’NE GİDİYOR

Halide Edib’in babası Mehmet Edib Bey, kızının İngiliz terbiyesine göre büyümesini ister. Beslenme şeklini, kıyafetlerini, oyuncaklarını buna göre düzenler. Mehmet Edib, Abdülhamid’in hışmını üzerine çekmek pahasına Halide’yi Amerikan Koleji’ne verir. Hatta bunun için evlerini de okulun yakınına İcadiye’ye taşır. Halide okulunu çok sever, ancak bir öğrencinin onu jurnallemesi üzerine okuluna gidemez.

YAZAR OLMA İSTEĞİ

Halide hikâyeler tasarlar, hikâyelerini bir aktris gibi kendisi oynardı. Bir zamanlar İtalyan sahnesinde oynamış yaşlı bir primadonna olan Madam Liverdali’den şan dersleri alır. Çok küçük yaşlarda Devlet Efendi isimli bir hocadan piyano dersi almaya başlar. Kızının İngiliz terbiyesine göre büyümesini amaçlayan Edib Bey, ona bir İngiliz mürebbiye tutar. İngiliz mürebbiyeyle Halide; Shakespeare, George Eliot okur. Yazar olmayı da o günlerde aklına koyar. Hayran olduğu yazar Emile Zola’dır. Çok sevdiğini söylediği diğer yazarlar; Daudet ve Maupassant’tır. İngiliz hocasıyla tercümeler de yapmaktadır.

Kızının evde eğitim görmesinden huzursuz olan Edib Bey, Halide’yi yeniden koleje göndermeye karar verir. Halide’nin en başarılı olduğu dersler; felsefe, astronomi ve edebiyattır. Çalışlar’ın kitabından okuldaki derslerin yanı sıra resitaller düzenlendiğini, konserler, konferanslar, tiyatro etkinlikleri yapıldığını öğreniyoruz. Danimarkalı bir hemşire açık hava sporları ve jimnastik yaptırırmış hatta Halide Edib anılarında, bir bedeni olduğunu ve hareket etmenin keyfini bu dersler sayesinde keşfettiğini yazıyor.

LONDRA’DA SHAKESPEARE VE PARLAMENTOYU

GÖRMEK İSTER

31 Mart Vakâsı’nda Halide kara listededir, iki oğlunu alıp Mısır’a gider. Daha sonra dostu Isabel Fry’ın davetiyle Londra’ya gider. Çocukların sorumluluğunu Salih Zeki alır. Halide Londra’ya gider gitmez görmek istediği iki şey vardır: Sahnede Shakespeare ve parlamento. Halide Londra’da bulunduğu dönemde önemli isimlerle tanışır. Bertrand Russell bunlardan biridir.

SALİH ZEKİ’YE SON SESLENİŞ

Halide Edib’in Salih Zeki’den boşandığı yıllarda kadının küçük istisnalar dışında boşanma hakkı yoktu. İpek Çalışlar kimi tarihçilerin Halide Edib ile Salih Zeki arasında çok eşliliğe karşı yapılmış bir akit olduğunu ve Halide’nin buna dayanarak Salih Zeki’yi boşadığını yazdıklarını ifade ediyor. Ancak Çalışlar, Halide’nin anılarında buna rastlamadığını belirtiyor.

Halide Edib ‘Seviye Talip’ romanıyla Salih Zeki’ye son kez seslenir. Nezihe Muhiddin bu kitabın kendisine kitap yazmak için ilham verdiğini söylemektedir.

SULTANAHMET MİTİNGİNİN UNUTULMAZ HATİBİ

Sultanahmet Mitingi’nin unutulmaz hatibi, Wilson Prensipleri’nin 12 maddesinin asıldığı kürsüden toplanan kalabalığı seslenmektedir. Mitingin ardından Halide Edib artık işgal güçlerinin hedefi haline gelmiş her yerde aranmaktadır. ABD Başkanı Wilson’un savaş sonunda yayınladığı on dört prensip barış için yeni umutlar yaratmıştır. Wilson Prensipleri’nin 12. maddesi Osmanlı İmparatorluğu için kaleme alınmıştı. Halide Edib’in de Wilson’un 12 prensibinden anladığı, “Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde, istiklâllerine dokunulmayacağı idi. Onun ve pek çok aydının bu prensipleri sahiplenmesinin nedeni, Ermeni ve Yunanlara toprak verilmemesini garanti altına almaktı.” Halide Edib mandacı olarak suçlanmış ve bu suçlama resmi tarih anlatısında da yer almıştır.

DURDURULAMAYAN KADIN:

SABİHA SERTEL

Sabiha ve Zekeriya Sertel’le ilgili bir yazı dizisi hazırlamış, onlarla ilgili araştırmalar yapan akademisyenlerle, aileden Nur Deriş ve Gündüz Vassaf’la, Gazeteci Korhan Atay’la görüşmüştük. Bu bölümde yazılarıyla kadınların özgürleşmesi, emeğinin görünür kılınması için mücadele eden Sabiha Sertel’i, Akademisyen Barış Çatal anlatıyor.

 

Sabiha Sertel işçi ve çalışan kadının erkekle eşit ücret alması, çalışma saatlerinin uzunluğu, hamilelik izninin olmaması, ev işleri ve çocuk bakımının kadının sırtında olması gibi konular üzerine yazıyor.

 

Sabiha Sertel’in patriyarka ile problemi var. Selanik günlerinden söz ederken de bunu anlatıyor. Büyük Mecmua’da kadın meselesi üzerine yazdığı yazılarda da “Ben niye kadın meselesi üzerine yazdım” diyor. Çünkü ailede karşılaşıyor, babası annesini boşuyor. Annesinin babasını evde bir karşılama geleneği var. Sabiha Hanım “Ben böyle olmayacağım” diyor. Evlilik süreci, ABD’ye gidişleri, oradaki yaşamı, 1917’de ilk kızları Sevim doğuyor sonra Yıldız. ABD’de dil eğitimi alıyorlar, biri dil öğreniyor, biri kütüphaneye gidiyor, Zekeriya Sertel’le aralarında iyi paslaşıyorlar. Sosyal adalet üzerine kadın meselesi üzerine yazsa da netice itibariyle erkek egemen bir toplum. Moda’da kreş kuruyor. 1930’da Belediye Başkanı kadınlar olamıyor ama il genel meclisine aday oluyor. Türk Tarih Kurumu’nda belgesini bulduk. Bir programı var, su meselesinden çocukların bakımına kadar Sabiha Hanım kafa yormuş. Üretmeye, yazmaya devam ediyor. Mesela Zekeriya Sertel Son Posta’yı çıkaracak. Yeni ortaklarıyla buluştuğunda ilk söyledikleri “Sabiha Hanım bu gazetede yazmasın” oluyor. Sabiha Sertel’in gerçekten müdanası yok. Yazamadığında çeviri yapıyor ya da çeviri yapamadığında tek sayı Projektör Dergisi’ni çıkarıyor. Dergi İçişleri Bakanlığı kararıyla yasaklanıyor. Sabiha Hanım’ın üretimini durdurmak mümkün değil! Benim gördüğüm kadarıyla üretimiyle, kendisini kamusal alanda bir kimlik olarak inşa etmesiyle bunu aşmaya çalışıyor.

 

İÇİŞLERİ BAKANI ŞÜKRA KAYA İLE POLEMİĞİ

 

Sabiha Sertel 1937 yılında Tan Gazetesi’nde yazmaya başlar. Bir yandan da hem İspanya İç Savaşı hem de Nazizmin ve faşizmin yükselmeye başladığı günlerde bu konularda yazılar yazar. Ayrıca İspanya İç Savaşı günlerinde ABD’ye giderken Fransa’da çıkan Voix Europeenne dergisine de yazılar kaleme alır. Bu yazılar üzerine dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya kendisini görmek üzere Pera Palas’a davet eder. Sabiha Sertel görüşmeye gider. Şükrü Kaya önce Suat Derviş ve Nizamettin Nazif’le görüşür. Suat Derviş çıktığında Sabiha Sertel’le karşılaşır. Derviş’in yüzü asıktır. Sabiha Hanım durumu anlar. Şükrü Kaya görüşme sırasında Sabiha Sertel’e “Sen” diye hitap eder ve Voix Europeenne’nin komünist bir yayın olduğunu söyler. Sabiha Hanım bu hitap biçiminden hoşlanmaz, Şükrü Kaya’ya “Bilmiyordum ama bilsem de yazardım. Sen bunun hesabını bana soramazsın, İçişleri Bakanısın, bunu bana ancak savcılık ya da sorgu hâkimi sorabilir” der.

 

 

……………….

 

FEMİNİST BİR YAZAR: SUAT DERVİŞ

İthaki Yayınları Suat Derviş’in eserlerini yeniden yayımlıyor.  Yazarın gazete ve dergilerde basılan röportajları ‘Çöken İstanbul’ adıyla kitaplaştırıldı. Ayrıca Suat Derviş’in edebiyatını inceleyen ‘Yıldızları Seyreden Kadın’ adında kapsamlı bir kitap yayımlandı. Araştırmacı, İthaki Yayınları Suat Derviş Külliyatı Editörü Serdar Soydan kendisiyle yaptığımız söyleşide başka bir konuyla ilgili gazete ve dergi ciltlerini tararken Suat Derviş imzasıyla karşılaştığını ve ona ait yazılar birikince Suat Derviş’i araştırmaya başladığını anlatmıştı. Söyleşiden bir bölümü yayımlıyoruz.

Farklı makalelerden oluşan ‘Yıldızları Seyreden Kadın’ kitabında Erendiz Atasü “Suat Derviş’i vefasız ülkemizin dipsiz unutuş kuyusundan feministler çekip çıkardılar” der. Suat Derviş’i feminist bir yazar olarak tanımlayabilir miyiz?

Ellinci ölüm yıldönümü kapsamında ‘Yaz Sıcağında Bir Esinti’ başlıklı bir podcast yapıldı. Orada Suat Derviş’in farklı yıllarda verdiği röportajlar ve yazdığı yazılardan yola çıkarak kariyerinde bir kadın olarak yaşadığı ayrımcılık ortaya koyuluyor. Yazılarında ne kadar güçlü bir feminist olduğunu görüyoruz. 1920’lerin ortasından itibaren ana akım gazetelerde ilk müstakil kadın sayfasını hazırlayan kadın olduğunu söyler. İkdam Gazetesi’nde çalışmaktadır. Yazıları imzasızdır, üslubuna bakarak kanıtlayabiliyoruz ama Suat Derviş Bâb-ı Âli’de kadın var oluşuna, özgürleşmesine en çok hizmet eden isimlerden biri. Bâb-ı Âli’de bir kadın olarak kendisini var edebilmiş. Sabiha Zekeriya Sertel de öyle. Suat Derviş’in var oluş mücadelesine baktığımızda feminist duruşu tartışmaya açık bile değil!

SOKAKTAKİ İNSANIN DERDİ YAZARLIĞINI ETKİLİYOR

“Ben bebeklerimi tavan arasına attıktan sonra, kendim kitaplarımda bebekler yarattım, hayatla, hakikatle ve muhitle alakası olmayan bebekler ve onlara kâh Zehra, kâh Fatma, kâh Zeliha isimlerini koydum” diyor.  İlk dönem romanları daha farklı. İnsan psikolojisinin derinliklerine inen kitaplar. Daha sonra toplumcu gerçekçi bir yazar haline nasıl dönüşüyor? Yazıları toplumcu gerçekçiliğe Almanya dönüşü mü evriliyor?

Tam olarak değil. Almanya dönüşünde 1933 yılından itibaren ‘Onları Ben Öldürdüm’, ‘Hiç’, ‘Onları Bekliyorum’, ‘Kadın Aşksız Yaşamaz’, ‘Sen Benim Babam Değilsin’, ‘Baba Oğul’ romanlarını yazıyor. Bir kısmı çıktı bir kısmı çıkmadı. Temalarına baktığımızda önceki kitaplarıyla bütünlük arz ediyorlar. Sokaktaki insanların dertlerini dinledikten sonra Suat Derviş başka bir insan haline geliyor. 1967 yılında basılmış Aşk Romanları diye Rusça yazılan bir kitabı var. O eserin ön sözünde “Konu seçmiyorum, o beni buluyor. Konular sokaklarda, caddelerde, evlerin sofalarında bizi bekliyor” diyor. “Oralara giriyorum o konuları görüyorum ve onları yazıyorum” diyor. 1935-1939 yılları arası röportaj dizilerini yaptıktan sonra başkalaştığını söylemek yanlış olmaz.

“SUAT DERVİŞ, ORHAN KEMAL’İN USTASIDIR”

Toplumsal gerçekçi edebiyatta Suat Derviş’in önemi nedir? Erendiz Atasü çok temel bir noktaya dikkat çekiyor. “Suat Derviş niçin toplumcu gerçekçi edebiyatımızın ustası Orhan Kemal’le aynı düzeyde görülmemiştir?” diye soruyor. Bunun nedeni nedir? Nasıl açıklayabiliriz?

Başlıca sebebi cinsiyetçilik, kadın olması. Kerime Nadir, Muazzez Tahsin gibi. Bu yazarları söylerken bile cinsiyetçiliği tekrarlıyoruz. Romanlarını detaylıca okuyup da mı değerlendiriyoruz? Aşktan başka bir şey anlatmadığını söylüyoruz. Aşkın nasıl anlatıldığı, nasıl alımlandığı da toplumsal olarak pek çok şeyi ortaya koyar.  Kadın pembe roman yazarıdır gibi bir algı var. Feride Celal, Nezihe Muhiddin gibi pek çok yazarımıza aynı şekilde bakılıyor. Kitaplarında ne anlatıyorlar diye bakılmamış. Kadınlar tarafından yazılmış eser sayısı çok az. Edebiyat kanonu erkeklerin eserleri üzerinden şekillendiği için bu isimlerin adları geri planda kalmış. Suat Derviş bir anlamda Orhan Kemal’in de ustasıdır aslında. Böyle de bakabiliriz.

FRANSA’DA BULUNAN ÇOCUK MASALLARI

Bundan sonra okuru nasıl bir sürpriz bekliyor? Yeni bir çalışma var mı?

Rusça olan kitabı; Aşk Romanları otobiyografik bir roman. Komünist olduğu için ayrımcılığa mahkûm olan bir yazarın çektiği çileleri anlatıyor. Kurmaca bir karakterle anlatmış bunu. O kitap gün yüzüne çıkacak. Suat Derviş’in polisiye romanları var. ‘Bu Başı Ne Yapalım?’ diye bir romanı yayımlandı. ‘Ankara Canavarı’, ‘Kadıköy’de Muhakkak Bir Define Var’ kitapları yayımlanacak. Röportajları yaklaşık dört, beş cilt tutacak kadar fazla. O yayımlanacak. Ancak kağıt fiyatlarından ve dolardaki iniş çıkıştan ötürü yayıncılık sektörü yavaşlamak zorunda. Suat Derviş’in bir de gotik bir tarafı var. Korku edebiyatına dair metinlerinin yenilerini okuyacağız. Bu yaz yeni bir takma adını buldum. Emel Rıza adıyla 1935 yılında ‘Yalnız Genç Kızlar’ adında bir roman tefrika ettirmiş. Berlin’de bir evlilik romanı var. Bu romanın tefrikasından önce Resimli Ay Gazetesi’nde bu okulu anlatan bir yazı kaleme almış. Okulla ilgili araştırmalarından sonra buradan bir roman çıkarıyor. Suat Derviş’in sürprizleri bitmiyor. Yeni Suat Dervişler buluyoruz. 1962-63 ve 64 yıllarında Fransa’da çıkan sekiz çocuk masalı bulundu. Saadet Özen buldu. Kendisi Fransa’da Suat Derviş üzerine çalışan bir akademisyen. Onun bulduğu masallar da bize yeni kapılar açtı. Suat Derviş, Behçet Necatigil’e yazdığı mektubunda “Para kazanmak için pek çok çocuk masalı yazdım” diyor. 60’larda yazdığı gazeteleri tarayıp masalları bulmaya çalışacağız.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi