Üç günlük bir şeyin düşündürttükleri

Geçtiğimiz haftalarda Danimarka’nın Kopenhag kentinde 3daysofdesign (üç günlüğüne tasarım) etkinliği düzenlendi. Kuzey ülkelerinin kendine has yaşam kültürleri onların tasarım dillerine de yansır. Bu çizgi dünyanın geri kalanı ile asla karışmayan, ancak taklit edilebilen, kendi normları olan bir tasarım kavramı yaratmıştır: İskandinav Tasarımı

Sergiler ve etkinlikler hakkında ne düşünürsünüz bilmem. Sadece tasarım ve sanat alanında değil, ticari fuarlar söz konusu olduğunda hemen hemen her malı sergileriz. Kitapları sergileriz. Süs köpeklerini sergileyenler var. Etkinlikler ve sergilemeler, bir “şey” in özelliklerini başkalarına göstermek, onun benzerlerinden farkını ortaya koymak için düzenlenirler. Bir yandan da o “şey” hakkında bir farkındalık yaratılır. Sergilenen şeyin etrafında toplaşanlar o konuya ilgili insanlardır ve bu tür etkinlikler böylece ilgilileri de buluşturan bir görev üstlenirler. Onların bir araya gelmesi, toplumun ilgisiz kesimleri için ilgi çekici olduğunda, o konu etrafında bir farkındalık yaratmış olursunuz.

3daysofdesign etkinliği,-Siz olmasanız nerede olurduk- başlığı ile Haziran başında düzenlendi.

Moda tasarımcısı Gaultier, çocukken gittiği bir sergide gördüğü korsenin saten kumaşını, rengini ışıltısını asla unutamadığını belirtmiş.

Şimdi düşününce New York’ta yıllar önce izlediğim Alexander McQueen sergisinden sonra içimdeki şairi uyandırmaya karar verdiğimi görüyorum. Burada tasarımcının yarattığı şaheserler kadar kelimeleri beni etkisi altına almıştı. Sergilerin bu şekilde ilham verici, motive edici olduğu bir gerçek. Bir defasında da kendimi iş gereği bir tıp cihazları fuarında bulmuştum. Bu fuarda yer alan bir stantta kan torbaları üreten ve satan bir şirket görmüş, suni kanla dolu torbalardan oluşan sergileme biçiminin nasıl da bienallerdeki sanat eserlerini anımsattığını düşünmüştüm; daha sonraları benzer bir kurguyu gerçekten de bir sanat fuarında gördüğümde dejavu hissim kabardı. Sanatın ironisi hakkında derin düşüncelere daldığım bir zamandı ve bu türden birebir kurgusal yerleştirmelerden pek de haz etmediğime daha o günlerde karar vermiştim. Örneğin protestolarla talan edilmiş sokakların ve kentin veya depremde yıkılmış bir yapının beyaz duvarları olan steril bir galeri ortamında sergilenmesi bana nedense sağlıklı bir farkındalık hissi vermez. Bu bir imitasyondur ve ne kadar iyi yapılırsa yapılsın, yaratıcılıktan yoksun gelir bana; dahice ortaya konan diğer eserlere göre üzerimdeki etkisi az olur. Ne var ki sergiler, özellikle sanat alanında düzenlenen bu ve benzeri işlerle doludur.

Tracey Emin’in sergilediği hasta yatağı da Judy Chicago’nun Akşam Yemeği de birer enstalasyon, yani “düzenleme” sanatıdır, ancak ikincisi kuşkusuz izleyeni daha çok düşünmeye, yorumlamaya ve kendince sonuçlar çıkarmaya iter, tabii bu benim kendi düşüncem. Sanat üretimi kendine özgü ve görecelidir; dolayısı ile izleyenin üzerindeki etkisi de görecelidir.

Sergilenen ne olursa olsun, bu etkinliklerde insanlar buluşur, konuşur. Hiç kimsenin sergi ile, sergilenenle ve sanatçı ile ilgilenmediği, bir bakıma sergilenin aslında o açılışa gidenlerin kendisi olduğu ortamlara pek çoğunuz tanık olmuşsunuzdur.

Sanat ile tasarımın ayrıldığı en önemli noktalardan biri bu etkinliklerdir. Bir sanat sergisinde insanın yaratıcılığı sınır tanımaz. Sorumluluk da tanımaz. Ne ise odur. İnsan yaratan ve üretendir; üretmiş ve yaratıcı düşüncesinin sonucunu özgürce ortaya koymuştur. Bundan sonrasında izleyenin neyi ne kadar alacağı, alıp almayacağı, duygulanıp duygulanmayacağı izleyenin sorunudur; sanatçı bununla ilgilenmez. Sanatçı üretimi üzerinden yargılanmamalıdır da.

Oysa tasarım her zaman sorumluluk taşır, çünkü aslında yaratıcılıkla göbekten bağlı olmasına karşılık bir profesyonel iştir. Tasarım üretiminin bağlı olması gereken değerler, onu sergilendiği noktalarda ve etkinliklerde yargılar, böylece daha iyi bir tasarım kalitesine ulaşılması sağlanır.

Örneğin mimarlık sergilerinde yapısal dünyamız ister kuramsal ister somut örnekleri ile ortaya konur; mimari tasarımın kaçınılmaz bağları olan toplum, iklim, sürdürülebilirlik, bağlam gibi açılımlarla birlikte bir düşünce atmosferi yaratılır, izleyicinin bunlara tanık olması, anlaması, fark etmesi, bilinçlenmesi hedeflenir. Profesyoneller birbirlerinin yaklaşımlarına tanık olur, eğilimleri fark eder, kendini gözden geçirir.

Ürün tasarımı sergilerinde veya tasarımın diğer alanları olan grafik tasarım, moda tasarım gibi alanlarda düzenlenen sergi ve etkinliklerde, tasarımcılar özgün, diğerlerinden farklı, estetik ve kullanışlı olduğunu düşündükleri üretimlerini ortaya koyarlar; bunun farkını anlatmayı dertlenirler. İzleyici fiziki dünyası hakkında daha önce hiç düşünemeyeceği detaylarla, malzemelerle bu tür ortamlarda karşılaşabilir.

Söz gelimi bir fikir kolektif çalışmayı özendiren bir girişim tasarlamak üzerinedir, bununla ilgili çalışmaları videolardan izlersiniz, belirli bir bölgede yapılan çalışmalar hakkında bilinçlenirsiniz. Bir başka fikir yeni bir malzeme ile bir eşya üretmiştir. Bu eşyayı izler veya deneyimlersiniz. Bir başka fikir benzerleri ile aynı fonksiyonda olan ancak benzerlerinden çok farklı estetikte bir eşya ortaya koyar; izleyici olarak bu kez sadece o estetiğin sizin duygularınıza hitap edip etmediğini düşlersiniz. Bir başka fikir ise tiyatro oyunları veya filmler için hazırlanmış afişleri sunar, bir diğeri insan bedenini bambaşka siluetlere dönüştüren giysileri. Bunların bir kısmı bildiğiniz girişimler hatta kullandığınız eşyalar bile olsa, bir sergi veya etkinlik ortamında daha da derinleşebilirsiniz.

Endüstriyel olarak üretilen ürünlere dair tasarım hizmetlerinin pazar büyüklüğü 2030 yılında dünya çapında 3.4 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Bu hizmetlerin ürettiği ürünlere ve mallara ise bir ölçüm getirmek imkansız; dünya üzerindeki her üretim olarak cevap verebiliriz belki de. Bunların hepsi “tasarlanmıyor” sadece üretiliyor. Bu bilinçsiz üretim enerji kaynaklarını, malzemeleri verimli kullanmayan, kimi zaman gereksiz üretim olarak karşımıza çıkıyor. İyi tasarlanmamış bir nesne çoğu yerde insanlara zarar verebiliyor.  Tasarım etkinlikleri, bu nedenle her zaman iyi tasarım örneklerini, onların ardındaki iş gücünü, malzeme ve üretim hassasiyetini, düşünce mesaisini insanlara göstererek bir bilinç ve bu farkındalıktan doğacak tasarım talebini arttırmayı hedefliyor.

Geçtiğimiz haftalarda Danimarka’nın Kopenhag kentinde 3daysofdesign (üç günlüğüne tasarım) etkinliği düzenlendi. Bu etkinlik tam da yukarıda bahsettiğim türden bir buluşma ve farkındalık sağladı. Kopenhag’da 2013’ten beri düzenlenen etkinlikte 290 tasarım markası, 13 tasarım bölgesinde bir araya geldi. Söyleşiler, geziler, sergiler, marka ve ürün tanıtımları, konserler ve partiler ile üç gün içerisinde kentin her köşesine yayılmış bir tasarım deneyimi yaşandı. Kopenhag, dünya üzerinde tasarım farkındalığı en yüksek kentlerden biri ve bu festivalle bunu bir kez daha kutladı.

Sadece ürün tasarımı alanındaki zenginliği ile değil kendine özgü mimarisiyle de özel bir kent Kopenhag. UNESCO tarafından kentlere tanınan bir unvan olan, Mimarlık Başkenti unvanını bu yıldan itibaren üç yıl süresince taşıyacak.

”Copenhagen in Common” başlığı altında bu yıl içerisinde üç günlük tasarım festivaline benzer tam 300 etkinlik planlanmış; bunların bir kısmı çoktan gerçekleşti, bir kısmı da önümüzdeki dönemde gerçekleşecek. Bunların arasında bisikletli, fotoğraflı, anlatımlı mimari geziler gibi hem kentlilerin hem de turistlerin katılımcı olabilecekleri pek çok seçenek var. Bazı etkinlikler ise global tasarım ajandasını takip eden, profesyonelleri ilgilendiren etkinlikler.

DK Kopenhag Concert Hall, Jean Nouvel, 2009.

Tasarım ile özdeşleşmiş bu kentten çıkmış çağdaş ve önemli bir ofis olarak BIG hakkında daha önce sizlere yazmıştım. Bu gezilerde yazımda bahsettiğim Copenhill gibi BIG ofisinin üretimi işler de var. Diğer yandan Fransalı Jean Nouvel imzası taşıyan ve akustiği ile müstesna DR Koncerthuset, İzlandalı- Danimarkalı sanatçı Olafur Eliason imzalı Circle Bridge (Cirkelbroen) veya Nørrebro bölgesinde yine Bjarke Ingels tarafından tasarlanan kamusal alan Superkilen bu rotalar arasında.

Superkilen projesi ilginç zira, aslında insanları buluşturan bir kalıcı kamusal sergi alanı olarak düşünülmüş ve 2012 yılında uygulanmış. Fas'tan çeşmeler, Irak'tan salıncaklar, Brezilya'dan banklar ve Japonya'dan siyah bir ahtapot kaydırağı bulabiliyorsunuz. Açık alanlar, kaykaycılar arasında popülerken, heykelsi şekiller ve sanatsal çizgiler, özellikle Instagram severler için çekici bir ortam yaratmış.

Bu yılın UIA Dünya Mimarlık Kongresi de Kopenhag’da düzenleniyor. 2-6 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek kongrede altı farklı tema altında yüzlerce mimar, kent plancısı, ekonomist, tasarımcı, girişimci, sivil toplum lideri bir araya gelecek ve mimarlığın nasıl daha iyi bir gelecek yaratabileceğini tartışacak.

Birleşmiş Milletler’in 17 gelişim noktası çerçevesinde oluşturulan bu temalar şöyle: İklim adaptasyonu, kaynakları yeniden düşünmek, dayanıklı topluluklar, sağlık, kapsayıcılık, değişim için iş birlikleri. Sadece bu başlıklar bile orada konuşulacakların yaratacağı olumlu etki adına bir gösterge gibi. Kendi adıma heyecanla bekliyorum bu etkinliği.

Kuzey ülkelerinin kendine has yaşam kültürleri onların tasarım dillerine de yansır. Bu çizgi dünyanın geri kalanı ile asla karışmayan, ancak taklit edilebilen, kendi normları olan bir tasarım kavramı yaratmıştır: İskandinav Tasarımı. Bu bölgenin kendine özgü tasarım anlayışı ortaya çıkan öncü isimlerinde, yarattıkları kentlerde, eşyalarda bizlere duyarlı, doğadan yüksek ölçüde esinlenen ve onunla uyum içerisinde olan, kendi coğrafyasına yönelik çözümleri iyi barındıran örnekler olarak fark yaratır.

Gelecek hafta sizlere biraz da İskandinav tasarımından bölgedeki diğer gelişmelerden, öncü isimlerden bahsetmeyi planlıyorum. Sıcak yaz günlerinin rehaveti üstümüzdeyken biraz kuzey rüzgarı belki iyi gelir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi