YARATICI ZİHNİN EPİK YANSIMASI OLARAK, TİYATRO

Masadaki diğer gençleri de ikna ediyorum; açıkçası ikna edilmeye pek ihtiyaçları da yok, dünden razılar. Yemekten sonra oyuna birlikte gitmeye karar veriyoruz. İyi ki!

Kültür insanlarıyız biz. Bazı meslekler koşulsuz olarak yaratıcılıkla, sanatla, tasarımla içiçedir ve birbirinden beslenirler. Bazı meslek sahipleri de ancak tasarım ile, sanat ile, yaratıcılık ile nefes alırlar. Oradan oraya koşturduğumuz, işlerimizi mesai saatlerine sıkıştırarak yapmaya çalıştığımız yorucu bir günden sonra, örneğin bir balıkçıda soluklanmak nefistir. Ancak o yemeğin sonrasına bir de kültürel etkinlik ekleyebiliyorsan, o zaman tadından yenmez.

Hepimiz kent denen yerde bunun için buluşmuyor muyuz? Başka insanlardan, onların üretimlerinden ve sonsuz bir yaratıcılıktan ilham almak, kısa bir süreliğine de olsa kendi gerçekliklerimizden bu vesile uzaklaşmak, başka hayallere, dünyalara konuk olmak, bedenimizi ve beynimizi böylece şarj etmek.. İş saatlerinden sonra katıldığım kültürel etkinliklerin, gittiğim farklı mekanların üzerimdeki etkisi budur.

Geçen gün de öyle yaptık. Farklı yerlerden bir araya gelerek Bursa’da buluşmuş bir grup olarak, yemek sonrasında Balat Atatürk Ormanı’nın yolunu tuttuk. Ormanda bizi bekleyen küçük bir kulübe, mütevazi bir sahne ve İstanbul’dan alışkın olduğumuz rahat ortam ile, Nilüfer Kent Tiyatrosu’nda “Vur, Yağmala, Yeniden” isimli oyunu izlemekti amacımız. Oyun tek kelime ile nefisti.

BURSA’DA ÇAĞDAŞ BİR EREL YÖNETİM ÖRNEĞİ

Bursa’nın Nilüfer Belediyesi’nin ünü çok öncelerden beri kulağıma geliyordu. Gençlere yönelik festivaller, açık havada caz dinletileri derken, heyecanla izliyordum gelişmeleri. Bu kez, iş için gittiğim kentte tiyatro için sevgili dostlarımın davetiyle kendimi izleyicilerin arasında buldum.

Sizlere açık havada Tiyatro deneyimini daha önce yine bu sayfalarda yazmıştım. Sevgili Özlem-Murat Daltaban çiftinin kurduğu Dot Tiyatro, pandemiden hemen önce İstanbul’da Dot Ormanda’yı açarak bize açık havada oyun izleme şansını sunmuşlardı. Araya giren pandemi ve bu nahoş durumun yarattığı tüm olumsuzluklarla birlikte ormandaki tiyatro deneimi, iki yıl kadar süren bir mücadele ile bugünlere ulaştı. Daha bu yaz açılabilen sahneler ile birlikte, İstanbul’da artık farklı tiyatro gruplarının oyunlarının sahnelendiği bir kolektif alana dönüştü Dot Ormanda. Bu öncü fikrin kurucularından Murat Daltaban’ın işbirliği ile, ormanda tiyatro izleme keyfi bu kez Bursalılarla buluştu. Bu yaratıcı girişimi model olarak benimseyen ve  Daltabanı’ı ekibine davet eden Nilüfer Belediyesi öngörüsüne şapka çıkarmak gerekli. Sevgili Özlem ve Murat, her zaman gözlemlediğim adanmış enerjilerini bu kez bu kent için ateşlemişler; heyecanları gözlerinden okunuyordu.

VUR YAĞMALA YENİDEN

Mark Ravenhill tarafından yazılan kısa oyunları gruplar halinde derleyerek farklı episodlar olarak sunan bu organizasyon, Dot Tiyatro yaklaşımı olarak bahsedebileceğimiz bir şey var ise tam da bunu yansıtıyor. Türkiye’deki tiyatro ortamına pek çok yeniliği getiren Dot, ister postdramatik diyelim, ister çevreselci veya suratına ( in-yer-face) tiyatro, kurulduğu günden bu yana izleyicisine geleneksel tiyatronun dışında bir deneyim yaşatmak üzerine programlı gibi. Bu yaklaşım, tiyatro üzerinden çağdaş yaklaşımları, toplunsal sorunları, cinselliği, kaygıları, duygulanımları, zayıflıkları, oyuncularla birebir, yüz yüze, dipdibe bir biçimde içinize işletiyor.

Bursa’da izlediğim 3. Episod’da yer alan üç kısa oyun: Tahammülsüzlük, Troyalı Kadınlar ve Aşık Kadınlar beni gündelik hayatım içerisinde sıkıştığım dehlizlere götürüp geri çıkarttı. Bu bakımdan her zamanki gibi sarsıcı bir deneyimi geride bırakmış oldum. Yazar Ravenhill, bu oyunları 2008 yılındaki ifadesi ile şöyle anlatıyor:

Bu biçimde yazmaya yöneldim çünkü çağdaş tiyatro seyircisinde birbiri ile çelişkili iki ihtiyaç olduğunu gözlemledim.

Bizi hala Orestes, Kayıp Cennet ya da Shakespeare’in tarihsel oyunlarındaki epik anlatıma çeken bir şeyler var. Bununla birlikte manşetler çağı çocukları olarak, etrafımızdaki birçok ekrandan, birkaç saniyede hikaye ve bilgileri hemen algılayabiliyoruz.

Mobil telefonlarımız sayesinde yaşamımız içinde sürekli ve değişe sesler ve görüntüler var. Megayı ve mikroyu, “çok”u ve “az”ı hayatımızın içinde aynı anda arzuluyoruz.

İnsanlığın gezegenimizin her köşesine kendi özgürlük ve demokrasi tanımlarını yerleştirmek arzusunu keşfederkenki büyük resmini, küçük parçalarla oluşturmayı seçtim. Her bir parçaya, epik hikayelerinin isimlerini vermeyi tercih ettim.”

Yazarın ifade ettiği durum, belki bugünler için çok daha anlamlı. Pandemi ile birlikte  tüm yaşamlarımızı, değerlerimizi sorguladığımız, iletişim devrimi içinde yalpaladığımız, ilişkilerimizde farklı boyutları deneyimlediğimiz bir dönemde, her bir oyun insana tokat gibi geliyor. Nefis bir Eylül akşamında, orman kokusu ve esintisi altında bu şansı yakalamak ise büyük lüks. İnsan kendine şöyle soruyor: Daha iyi bir yerel yönetim olabilir mi? Sahiden de, kentte yaşayanlara, kültürel ve sanatsal anlamda beslenmeleri için kısacık bir sürede bu sahneyi hayata geçirerek, böylesine önemli prodüksiyonlara ev sahipliği yapan bir yerel yönetimden daha öte nasıl bir beklentisi olabilir kentlinin?

TOPLUMSAL REFAH İÇİN SAHNE SANATLARI ÖNEMLİ

Ülkemizde, sanatın, sanatçının, tasarımın, tasarımcının, özetle yaratıcılığın ve fikrin değerinin anlaşılması, hak ettiği itibarı görmesi için sarsıcı bir devrim yaşanması gerekiyor. Son yirmi yıldır, gittikçe muhafazakarlaşan toplum yapısı, yaratıcı endüstrilerin de muhafazakarlaşmasına, kendi kendine oto sansür uygulamasına, uygulamadığı durumlarda da, kitlesel tepki görmesine sebep oluyor.İzleyici sayıları günden güne düşüyor. Düşündüren prodüksiyonların üretimi gittikçe artıyor. Sanatsal üretim gittikçe itibarsızlaştırılıyor, yozlaşıyor, sıradanlaşıyor. Sıradanın bile bir değeri varken, Türkiye’nin içinde bulunduğu vasatlık, ileride sosyolojik analizlere konu olacak cinsten. Ülkemizde 43 ilde hala Devlet Tiyatrosu sahnesi bulunmadığını biliyor muydunuz? Bu çok trajik ve geriletici bir portre. Böylesine zorlu ve keyifsiz bir ortamda, yerel bir yönetimin kültürel yaşama hedefli, planlı ve kalıcı katkı sağlaması örnek alınması gereken bir şey.

Bu etkinliklerin hiç yapılmaması ve engellenmesi kadar, sanat ve tasarım gibi kavramların siyasilerin popülist bir yaklaşımlarına alet edilmesi, reklam amacı ile kullanılması, içi boş ve yüzeysel girişimlerle ses getirmeye yönelik birer araç olarak kullanılması, bu sektörlerde çalışanlar olarak en yaralandığımız ve hayal kırıklığına uğradığımız durum; örnekleri ise hangi partiden olursa olsun pek çok yerel yönetimde görebileceğimiz bir şey.

Bursa’nın Nilüfer ilçesinin yerel yönetimi sadece ormandaki tiyatrosu ile değil,  kısa ziyaretimde kulağıma çalınan ve umarım gelecekte sizlere keyifle haber verebileceğim pek çok başka girişimle de, bu vasat kalabalıktan ayrılıyor.  Eminim Bursalıların ilgisi ile daha büyük ve coşkulu bir hal alacak bu güzel kentin kültür yaşamı.

HERŞEYE RAĞMEN TİYATRO FESTİVALİ

Sahne sanatları, pandemiden en çok etkilenen alan oldu. Tiyatro gibi müzik dinletileri, dans, performans, konser, festival gibi ortamlarda sanatla kurduğumuz kültürel bağlarımız kopma noktasına geldi; bu alanlarda çalışan emekçiler hala çok zor şartlar altında çalışıyor ve yaşıyorlar. Bin bir emek ile hayata geçirilen açık hava organizasyonları, gittikçe soğuyan hava şartları ile belirsizlik içinde ve yetkililer hala gösterilerin devamı için net bir karar veya uygulama açıklamış değil. Bu alanda çalışan aktörler, diğer ülkelerde olduğu gibi aşılı olanlara kapılarını açabilecekleri bir düzenleme için kampanyalarla çağrı yapıyorlar ancak nafile. Biz izleyiciler için her türlü kültür kurumunu desteklemek, etkinlikleri takip etmek her zamankinden daha hayati.

Bu kadar karamsar bir ortamda, Bursa’daki oyun deneyiminden çıkıp, bir gün sonra İKSV Tiyatro Festivali direktörü sevgili Leman Yılmaz’dan 22 Ekim’de başlayarak Kasım ortasına dek sürecek Tiyatro festivalinin detaylarını dinliyorum. İKSV tüm festivalleri ve bienalleri ile bu nahoş ortama ayak uydurmaya çalışan, ve şartlar ne olursa olsun hiç durmayan bir kurum. Özellikle desteklediği sanatçı dayanışmaları sanıyorum en çok böyle zamanlarda önem kazanıyor. Diğer yandan eski bir bienal direktörü olarak belirtebilirim ki, hiç de kolay değildir bu çaba eminim. Nitekim bazı etkinlikler bu dönemi iyi atlatırken bazıları da bekleneni vermiyor. Şartlar ne olursa olsun, içerik ve sunum, izleyiciye verilen değeri belirlerken o festivali de konumlar hale geliyor. Geçtiğimiz ay gerçekleşen, ve bahsettiğim anlamda kalitesinden ödün vermeyen İstanbul Müzik Festivali  nefes olmadı desem yalan olur.

Leman ve ekibi de, ekonomik şartların bunca güç olduğu ve sahne sanatlarının içinde kaldığı belirsizliklere rağmen tiyatro festivali izleyicinin hak ettiği çizgideki bir programı az ve öz ama, gayet heyecan verici bir biçimde hazırlamışlar.

Anlatılanları dinerken hemen hemen hepsini ajandama not ettim kaçırmamak üzere. Sağlık koşullarını unutarak insanları kalabalık ortamlarda riske atan girişimlerden yana olmamış; sabırlı davranmışlar. Ülkeler arası seyahatlerin hala zorlu olduğu, dolayısı ile pek çok sanatçının gelemediği bu dönemde, çizgilerinden ödün vermeyerek izleyicinin beklentilerini kavrayacak hibrit bir içerik hazırlamışlar. Yerel sahneleri desteklerken burada dahi, oldukça seçici ve özgün davranmışlar. Festivalin özünü yansıtmayan, alakasız işleri sırf ilgi çeksin diye programa dahil etmemişler.

Tiyatro, oyuna, oyuncuya, metine, sahneye, ışığa, o günkü ruh halinize, yorgun olup olmamanıza göre değişebilen bir yaratıcı deneyim. Ancak kendinize o zamanı ayırıp da bir kez o sahnenin karşısında oturur ve o süre için o deneyime konsantre olabilirseniz sizi bambaşka dünyalara götürebilecek kadar da güçlü olabiliyor. Benim kendi tercihim, bana hiç derinleşemediğim konuları hatırlatması, onların üzerinde düşündürtmesi, duygularımı az değil, çok kabartması. Her oyun elbet bunu sağlayamayabiliyor ancak insan zaman içerisinde neyi beğenip neyi beğenmediğini belirleyebiliyor. Sanıyorum bu gücü sağlayan, bu deneyimi o anda, gerek insanlarla ve arada bir ekran olmadan yaşayabiliyor olmamız. Sosyal dönüşümün bunca hızlı olduğu tarihi dönemlerde, sergilenen çağdaş tiyatro eserlerinin insan üzerinde hem öğretici hem de yalnız hissettirmeyen bir yanı var.  Ne de olsa,

Tüm dünya bir sahne.

Ve tüm kadınlar ve erkekle iyi kötü birer oyuncu.

Hepsinin çıkış ve giriş kapıları var

Ve bir insan yaşamı boyunca pek çok bölüm oynar.*

Bu nedenle belki kendimizi hatırlamak için her zamankinden daha fazla koşmalıyız tiyatro sahnelerine; ormanda olursa daha da şahane.

(*) Shakespeare

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi