Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Yas Evinden Cumhuriyet’e

Cumhuriyet’in hikayesini yalnızca Atatürk’le başlamadığı gibi Atatürk’ün hikayesi de kendi doğumuyla başlamaz. Dünyaya geldiği evin hikayesi Mustafa’nın Atatürk’e nasıl dönüştüğünü, bir millete nasıl hem baba hem ana olmayı başardığını anlatır.

Bir ölümün ardından, kaybedilen kişinin adını yeni doğana vermek, o kişinin imgesinin çocuğa taşıttırılması anlamına gelir. Onlar artık ikame çocuklardır ve ölmüş kişiyi canlı tutmak gibi bilinçdışı vazifeleri olur. Halihazırda üç kardeşinin ikamesi olarak dünyaya gelen Mustafa bir de amcanın yerini ivaz eder.

Ana ve Ata Türk’tür. Henüz politik ideolojilerle tanışmadan, Askeri Mektebe gitmeden, “olgunluk, erginlik, tamlık” anlamına gelen Kemal adını almadan, doğduğu evde onarıcı olmayı, kabulü güç kayıplara karşın devam etmeyi, dik durmayı ve vazgeçmemeyi öğrenir Mustafa. Dünyaya geldiği yas evi Türkiye Cumhuriyet’in de doğduğu evdir…

Erbain Soğuklarında, kışın en soğuk kırk gününden birinde Selanik’te dünyaya gelir Mustafa. Müslüman Türklerin doğum ve ölüm gibi önemli olayları evin demirbaşı Kuran-ı Kerim’e yazma geleneği Mustafa’nın doğumu için de geçerlidir; lakin bu Kuran başkasına verilir. Doğum gününün resmi bir kaydı bulunamadığından, Türkiye Cumhuriyet’inin Cumhurbaşkanı Atatürk olduğunda doğum tarihini 19 Mayıs olarak belirler.

Cumhuriyet’in hikayesini yalnızca Atatürk’le başlamadığı gibi Atatürk’ün hikayesi de doğumuyla başlamaz. Dünyaya geldiği evin hikayesi Mustafa’nın Atatürk’e nasıl dönüştüğünü, bir millete nasıl hem baba hem ana olmayı başardığını anlatabilir.

Ali Rıza Efendi’nin hikayesi

İlkokul kitaplarında bir cümleyle değinilen, yaşamının sadece ilk yıllarında yanında olduğu belirtilen babası Ali Rıza Efendi’nin Mustafa’nın üzerindeki etkisi büyük olur. 1839 yılında doğduğu tahmin edilen Ali Rıza Efendi, grup kendilik kavramını paylaşan, ailenin her üyesinin bir noktaya kadar diğer üyelerin psikolojik uzantısı olduğu, birlikte duygusal, ekonomik ve toplumsal sorunları mukaseme eden, toplum yapısında ataerkilliğin baskın, içeride duygusal yapıda annenin (muhtemelen ailenin en yaşlı kadın üyesinin) hâkim olduğu “geniş aile” içinde dünyaya gelir. O dönem için muvaffakiyet kabul edebilecek biçimde ailenin erkekleri okur yazardır. Amcası Mehmet, mahalle mekteplerinden birinde öğretmenlik yaptığından “Kızıl Hafız”, babası Ahmet ise 1876 yılının Mayıs ayında başlayan yerel olaylara karışmasının ardından canını kurtarmak için ömrünün soruna değin Makedonya dağlarına kaçmasının ardından “Firari” olarak anılır. Firari bir babanın oğlu Ali Rıza Efendi’nin evindeki endişe, korku, yıkım ve benzeri birçok psikolojik etki Atatürk’ün doğacağı eve de aktarılmış olması muhtemeldir.

Zübeyde Hanım’ın Hikayesi

Ali Rıza Efendi’nin ablası, Ali Rıza’nın rüyası olan sarışın bir hanımla evlenmesi için koyu mavi gözlü, koyu sarı saçlı, beyaz tenli Selanik yakınlarına yerleştirilmiş bir Türk ailesinin kızı Zübeyde’yi bulur. Aralarındaki 18 farkına göz önüne alındığında evlendiklerinde Zübeyde Hanım muhtemelen 12-13 yaşlarında genç bir kızdır. Henüz ergenliğindeki bu genç kız geniş bir aileye gelin olarak katılır. Dönemi için bu evlilik ne kadar olağan kabul edilse de henüz ergenliğindeki bir genç kızın henüz kendi fikirlerinin oluşmadığı, anneliği hala algılayamadığı düşünülebilir. Zatî Zübeyde Hanım 14-15 yaşlarında, evliliğinin ilk iki yılında önce Fatma adını verdikleri bir kız çocuğu, ardından firari dedesinin adını taşıyacak Ahmet’i ve Ömer’i doğurur. Gençtir, tecrübesizdir, eşi Selanik’ten 80 kilometre uzakta gümrük denetim noktasında muhafaza memurudur ve tahmin edebiliriz ki kalabalık bir aile içinde eşinden uzak, yalnızdır. Henüz yaşam karşısında da gencecik olan Zübeyde Hanım Ömer’e hamileyken, Ahmet henüz bir bebekken, üç yaşındaki ilk göz ağrısı kızı Fatma’nın ölümüyle sarsılır. Bir çocuğun anne ve babasından önce vefat etmesi tahammülü zor bir felaketken, Ali Rıza ve Zübeyde’nin yıkımı Fatma’nın ölümüyle bitmez; aynı yıl içinde Ahmet ve Ömer de vefat eder.

Yas Evi

Mustafa’nın doğacağı ev çoktan yas evine dönüşmüştür. Çocuklarını kaybetmiş anne ve babanın dinmeyen yasının içinde bir çocukluk geçirecektir. Henüz doğmamış olan Makbule Hanım ileride abisi Ahmet’in denize yakın bir yere gömüldükten sonra gece dalgaların yükselmesiyle açığa çıkan cesedinin çakallar tarafından parçalandığını anlatmasından anlaşılıyor ki evdeki yasın tutulup dinmesine izin verilmemiş, daima yinelenmiştir. Ayrıca Zübeyde Hanım’ın dost meclislerinde veda ritüellerini yapmadan aniden ayrıldığı, rengârenk işlemeli bluzlar ve uzun etekler giydiği ve saçlarına mücevherler taktığı söylentilerini dinlersek yas tutmayı inkâr ettiği ya da yas tutmakta çok zorlandığı düşünülebilir. Aşırı dindarlaşması hatta “molla” sıfatıyla anılmaya başlaması, yaşadığı kayıplarından ardından Yaradan’dan medet umması olağan görülebilir. Lakin tutulamayan yasların tüm hane halkı üzerinde derin etkileri olacağı aşikârdır…

İkame çocuk: Mustafa

Tüm bu acıların ardından Ali Rıza Efendi ve Zübeyde Hanım Selanik’teki Atatürk’ün evi olarak bilinen pembe eve taşınırlar ve dördüncü çocukları dünyaya gelir: Mustafa. Üç ölümün ardından dünyaya gelen Mustafa adını, babasının vefat etmiş kardeşinden alır. Ali Rıza Efendi’nin yanlışlık beşiğini ters çevirerek ölümüne yol açtığı söylenen kardeşi Mustafa’nın yeni isim taşıyıcısıdır artık. Bir ölümün ardından, kaybedilen kişinin adını yeni doğana vermek, o kişinin imgesinin çocuğa taşıttırılması anlamına gelir. Onlar artık ikame çocuklardır ve ölmüş kişiyi canlı tutmak gibi bilinçdışı vazifeleri olur. Halihazırda üç kardeşinin ikamesi olarak dünyaya gelen Mustafa bir de amcanın yerini ivaz eder.

Mustafa doğmuştur ancak annesinin sütü yeterli gelmez. Ona siyahi bir süt anne bulunur; ikame bir anne… Süt veremeyen, sütü yetmeyen Zübeyde Hanım’ın kayıplarının ardından hala yasta ve psikolojik engellerinin olduğu düşünülebilir. 23-24 yaşlarındaki Zübeyde Hanım’ın Mustafa’ya ikircikli davrandığını tahmin edebiliriz. Evladının kaderinin de diğer çocukları gibi kara toprak olacağına inanan tarafı Mustafa’yı kendinden uzaklaştırarak yakın olmak istemezken; ölen çocuklarının yerini doldurmasını ve yasını sonlandırmasını arzulayan kısmı Mustafa’yı onu istisnai görecek ve ruhsal olarak yapışmak isteyecektir. (Mustafa büyürken, Makbule ve Naciye adlı iki kız kardeşi daha dünyaya gelir. Lakin Naciye de -net olmamakla birlikte- on yaş civarında vefat eder.)

Doğduğu andan itibaren annesinin ve babasının bilinçdışı görevlerine hizmet eden Mustafa’nın bununla başa çıkabilmesi için ölümsüz olma isteği ve müzmin yası sonlandırma/onarma bilinçdışı fantezisine sahip olması gerekirdi. Bilhassa annesiyle olan ilişkisindeki uyum çabası, onu erken olgunlaşmasına, kendine güveninin artmasına ve önemli biri olduğu duygusunun kuvvetlenmesinde rol oynamış olabilir. Zira, ilerleyen yaşamında kaybettiği toprakların ve canların yasını tutan, ayriyeten ölmekte olan bir imparatorluğun ölümsüz bir millete dönüşmesi için verdiği mücadele, ailesinden aldığı bilinçdışı bir mirasın şekillendirdiği kişiliğinin nitelikleriyle örtüşüyor.

Aile içinde laiklik münakaşası

Zübeyde Hanım’a mukabil Ali Rıza Efendi ömrünün son zamanlarında, dindarlığıyla bilinen, oğlunun hoca ya da hafız olmasını isteyen Zübeyde Hanım’a rağmen Mustafa’yı Batılı laik çizgide eğitim görmesi için Şemsi Efendi’nin okuluna göndererek esasında Mustafa’nın Atatürk olma yolunda tüm hayat çizgisini değiştirir. Ali Rıza Efendi’nin laik mektep ısrarında kendi deneyimleriyle edindiği mefhumlarının yanında babasının dinle ilgili bir olay yüzünden yıllarca dağlarda yaşamak zorunda kalmasının da etkisi olabilir. Her ne hâl ise evvela beyaz bir cübbe ve sırma işlemeli sarığıyla Mustafa’yı mahalle okuluna birkaç gün göndererek Zübeyde Hanım’ın da gönlünü yapan Ali Rıza Efendi, laik bir eğitimin verildiği Şemsi Efendi’nin okuluna gitmeye başlar. Babasının ve annesinin mektep hususundaki tartışmaları Atatürk’ü ilk çocukluk anılarındandır. Ali Rıza Efendi ölümünden önce kendini alkole vermesi ve bağırsak tüberkülozuna yakalanması rağmen Mustafa için cesareti, maceraperestliği ve ülküleriyle babasının imgesi idealleştirilmiş kalır. Ömrünün son dönemindeki değersizleştirilmiş Ali Rıza Efendi imgesiyle bağdaştırmaz. Mektebe başlamasından kısa bir süre sonra babasını kaybeden Mustafa’nın idealleştirilmiş baba figürü Şemsi Efendi olur.

Baba figürü: Şemsi Efendi

Fanatik dinciler tarafından aralıklarla Şemsi Efendi’nin okuluna çocuklara gâvur usulü ders okutulduğu, oyun oynatıldığı ve jimnastik yapıldığı için baskın düzenlenir, dershanesi talan edilir, okula gönderilen çocukların sayısı baskından dolayı her gün azalır. Lakin Şemsi Efendi tüm müdahalelere rağmen eğitim verdiği talebelerin bilgisiyle faik çıkar ve mektebi yeniden tesis edilir. Şemsi Efendi’nin hikayesi, eşkıyalara rağmen işini devam ettirmek için ormana gitmekten vazgeçmeyen ve direnen babası Ali Rıza Efendi’nin öyküsüne de benzer. Atatürk’ün babasıyla ve Şemsi’yle olan özdeşimi Türkiye Cumhuriyeti’nin babası olma hususunda ona bir model sağlamış gibidir. Babasının ve Şemsi’nin kendinden emin, azimli ve kararlı duruşu yapacağı devrimlerdeki vaziyetini hatırlatabilir.

Yaşamının ilk döneminde yas evinin içinde ikame bir çocuk olarak dünyaya gelen Mustafa, ruhunda taşıdığı travma ve yoksunluklara karşı bir savunma/uyum olarak abartılı bir kendilik imgesine sahip olur. Yas içinde bir anne tarafından yetiştirilmesinin, dönemin çevre koşullarının, babasının seçimlerinin ve vefatının da etkisiyle kurtarıcı/onarıcı olma fantezisi taşıyarak büyüyen Mustafa, kaderi kendi aile hayatına benzeyen toprakların da kurtarıcı olarak Atatürk adını alır. Ana ve Ata Türk’tür. Henüz politik ideolojilerle tanışmadan, Askeri Mektebe gitmeden, “olgunluk, erginlik, tamlık” anlamına gelen Kemal adını almadan, doğduğu evde onarıcı olmayı, kabulü güç kayıplara karşın devam etmeyi, dik durmayı ve vazgeçmemeyi öğrenir Mustafa. Dünyaya geldiği yas evi Türkiye Cumhuriyet’in de doğduğu evdir…

Yararlanılan kaynak: Volkan, D.V., Itzkowitz, N., (2017). Atatürk’ün psikanalitik biyografisi. Ankara. Pusula Yayınevi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi