Doğrudan müdahale çözüm olur mu?...

Baş döndürücü bir trafik içinde alınan kararlar, atılan adımlar ve yapılan açıklamalar birbirini izlerken, Merkez Bankası'nın dövize müdahalesi daha önce 2014'te yaptığı müdahale gibi, oynaklığa değil umulmadık zirvelerin test edilmesini önlemek amacı güdüyordu diyebilirim.

Finans kurumlarının ve özel sektör şirketlerinin açık pozisyonları sebebiyle kur yükseldikçe mecburen alıma geçmeleri, bunun peşinden farklı cephelerden de efektif alış gelmesi dolarda 15 TL'yi test etmemizi an meselesi haline getirirken müdahale geldi. Müdahaleden sonra oynaklık devam etti ama biraz daha dar bir bantta seyretti diyebilirim.

Ancak, söz konusu müdahaleler neticesinde oluşan denge maalesef yüksek seviyelerde gerçekleşiyor. Böylelikle gelecek yıl için ortalama kur beklentisi yükseliyor. Neredeyse tamamen dolarizasyonda olan bir ekonomide, döviz alışkanlığı adeta kronik bir hastalık gibi. Hastalığa sebep olan gerçeklerle uğraşmak en önemli mesele. İsterseniz bunları sayalım:

· Güven: Ulusal paraya olan güven, "her an her şey olabilir" düşüncesinin yapısal hale gelmesi sebebiyle diplerde seyrediyor. Dolayısıyla güven vermeye çalışmak yerine, söylenen sözlerin arkasında olmak gerekiyor. Merkez Bankası maalesef birçok kez söylediğinin tersine hareket etti. Sürekli söylem değiştirdi. Bu arada yatırımcıları kaygılandıran söylemlerden uzak durulması gerekiyor.

· Dışa bağımlılık: Üretim girdilerinde dışa bağımlılık kolay çözülecek bir mesele değil. Orta ve uzun vadeli bir yaklaşımla söz konusu bağımlılığı ortadan kaldıracak bir model gerekiyor. Sadece teşvik vererek olmaz, devlet-özel sektör işbirliğiyle tedarik gücünü artıran yatırımların yapılması gerekiyor. Monopol ya da oligopol oluşumlara yol veren anlayıştan vazgeçip nihai mal üretenlere yetecek ara malı ve kaynağın oluşturulması elzem.

ALIŞKANLIKLARDAN VAZGEÇMEK KOLAY DEĞİL…

· Dövize endeksli fatura kesme alışkanlığı: Araç kiralarından bina kiralarına, oradan da yerli girdi kullanan üreticilere kadar herkeste dövize endeksli fatura kesip müşterinin sırtından kendini "hedge etme" alışkanlığı var. Hatta durumu abartıp gelecekteki kur atışlarını bahane edip şimdiden fiyatına ekleyenler var. Bu durumda alıcılar ve vatandaşlar kendilerini korumak için döviz almak zorunda kalıyor. Çok ciddi denetim gerekiyor. Satıcıların mal bulunmamasından kaynaklanan durumu istismar etmeleri Türkiye'de genel bir alışkanlık haline geldi. Bunun önlenmesi gerekiyor.

· Dış ticaret rejimi ve vergi rejimi: Dışa bağımlı üretim yapan bir ülkede bazı yerli sektörlerin kapasiteleri yetmediği halde onlara avantaj sağlamak için konulan ilave gümrük vergileri, kur yükselişleri ile beraber maliyetleri artırırken, üreticiler kendilerini korumak için sürekli dövizde alış pozisyonunda kalıyorlar. Türkiye'de üretilmeyen ürünlere bile vergi koyan, her zamda döviz kurlarını bahane eden anlayış sebebiyle vatandaşlar kendilerini korumak için döviz satın almak zorunda kalıyorlar. Hem kurumlar hem de bireylerin bu alışkanlıktan vazgeçmelerini sağlamak için öncelikle dış ticaret rejimi ve vergi rejimi rekabetçi hale getirilmeli, refahı artıran bir anlayışla tasarlanmalı.

Özetle, yukarıdakiler düzelmedikçe uygulanmasında ısrar edilen model başarıya ulaşmayacak. Çünkü büyümenin vatandaşa ve kurumlara faydası olmayacak. Sadece bu değil tabii…

Bazı kesimler ayrıcalıklı hale gelecek, iyi niyetli verilen krediler başka amaçlar için kullanılacak. Verilenlerden daha fazlasının firmalar ve vatandaşlardan enflasyon ya da hayat pahalılığı olarak geri alındığı tam olarak görülmediği için ısrara devam edilecek gibi gözüküyor. Hâlbuki bahsettiğim eksiklikler giderilirse başarı şansı da doğacak.
Ancak unutmayalım; bir modelin başarısı sağlam bir teorik ve pratik temelin oturtulmasıyla sağlanabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Alkin Arşivi