Türkiye – ABD ilişkilerinin serencamı ve asimetrik yapısı üzerine birkaç not

II. Dünya Savaşı sonrası, Cemiyet-i Akvam ve iki dünya savaşı arasının dünyaya getiremediği nizam ve yeni değerler kurgulanmak isteniyordu. Kendilerini “hür dünya’’ bloğu olarak adlandırdılar. Sovyetlerin toprak talebi, yayılmacı (irredentizm) yaklaşımı Türkiye’yi Batı’ya doğru itti...

Münir Ertegün’ün naaşının Missouri zırhlısıyla getirilişi, Truman Doktrini ile ABD’nin bir ‘’Türkiye Perspektifi’’ geliştirmesi, Türkiye - ABD ilişkilerinde önemli bir eşik vazifesi gördü…

Piyasa ekonomisi, özgürlük felsefesiyle beslendirilen iktisadi teoriler ve aşılmaya çalışılan ekonomik krizler, Türkiye’ye de yeni bir başlangıç olarak sunuluyordu. Ancak Türkiye’ye verilecek periferik rol de işte tam bu noktada başlıyordu.


ABD iki önemli danışman — stratejist elemanını — Türkiye’ye yolladı. Max Thornburg ve James Barker iki rapor hazırladılar Türkiye için. Bu raporda, Türkiye’ye ağır sanayi ve savunma sanayi hamleleri yerine, hafif kimya sanayi ve tarım ürünleri işleyebilecek bir gıda sanayi öneriliyordu. İki rapor da neredeyse aynıydı. Üstelik NATO üyeliği ile de, savunma sanayi iştahı bitecek ve ABD’nin silah yardımı ile Avrupa’nın Güney-doğu kanadında ABD çıkarlarının nöbetçiliği misyonu üstlenilecekti.

1953’te hızlı büyüme isteği rezervleri çabuk boşalttı. Zamanın Cumhurbaşkanı ABD ziyaretine borç için gittiyse de, eli boş döndü. Menderes’in Moskova ziyareti, büyümek için biçilen ideolojik zırhları aşma isteği, ABD–Türkiye ilişkilerinde çatlaklar oluşturuyordu.

Nihayet 1964 yılında gerilen Türk–Yunan ilişkilerinde ABD Başkanı yazdığı mektupta, ‘’Türkiye’ye verilen ABD silahlarının ancak NATO çerçevesinde kullanılacağını’’ ifade ediyordu. Türkiye bundan ders aldı… Bütün yumurtaları aynı sepete koymamak gerektiğini anladı. Nitekim hemen 1965 yılında iktidara gelen Demirel hükümeti, SSCB ile yakın siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirdi.

Türkiye çizilen manevra alanı dairesinin dışına taşıyordu… Ve 1971 12 Mart Muhtırası ile haşhaş ekimi, Sovyetler ile ilişkiler ve U2 casus uçakları konularında ABD açısından Türkiye aştığı eksene yeniden oturtuluyordu.

Üstelik söylenileni de yapmıyorduk. NATO’nun güneydoğu kanadı zayıf… “Yunanistan yeniden NATO’ya alınmalı.” direktifine Türkiye, “meclisten geçirilemez” hükmüyle karşı çıkıyordu. Ve 12 Eylül 1980 darbesiyle meclis kapatıldığında “Rogers Planı” çerçevesinde MGK kararıyla Yunanistan NATO’ya dönmüş, Türkiye yeniden hizaya getirilmişti…

1983’ten itibaren Özal dönemi ve Baba Bush ile beraber ABD, bölgede ve Orta Doğu’da projelerini İsrail parametresini de denklemine koyarak, hayata geçirmeye başladı.

I. ve II. Irak harekâtı, Irak’ın parçalanması projesiydi. Çekiç Güç, parçalanan Irak’ta bölgesel bir Kürt devleti oluşumu için hayata geçirilmişti. Türkiye ile olan gerilim artık aşikar hâle gelmişti. Türkiye büyüyor ve büyüdükçe bölgesinde bağımsız karar alıp uygulayan bir bölgesel güç olmak istiyordu. Türk subay ve askerlerinin başına çuval geçirilmesi, bunun kabul edilmeyişinin sahada zorba bir tezahürüydü…

Suriye’deki iç karışıklığın teşviki (Türkiye’nin de buna gönüllü sarılışı) ve bu bağlamda Esad rejiminin zayıfladığı bir iklimde PYD/YPG yapılanmasının başlayışı, Türkiye’nin derin itirazı ve misillemeleri sonucu, bu örgütün YPG’den “SDG”ye evrilişi ve sahada 80-100 bin kişilik bir ABD müttefik ordusu oluşu, Türkiye ile ABD arasında bölgeye bakışta, çıkarlar açısından derin farklılıklar oluşturdu.

Bu arada karışan Suriye’den gelen yüzbinlerce sığınmacının maliyeti, Covid salgını sonrası ekonominin durağanlaşması ve yanlış iktisadi politikalar da Türkiye’nin makro-ekonomik dengelerini fena halde bozmuştu.

Nihayet son Trump–Erdoğan görüşmesinde, Türkiye eşitlikten yoksun bu ikili ilişkilerde mecalsiz bir gövde edasıyla istenilenleri yerine getiriyordu;

* ABD mallarından alınan tüm gümrük vergileri kaldırılıyordu. (Uğranılan kaybı Türk halkı artan vergilerle kapatacak.)

*225 Boeing uçağı alınacak. (44 milyar dolar)

*70 milyar m³ doğalgaz 20 yıla yayılarak ithal edilecek (pahalı LNG… 43 milyar dolar)

*Nadir elementlerin kapısı açılacak.



* Halkbank konusunda beklentiye kapılmayacak.

*F-16 ve F-35’ler için kongreden karar beklenecek.

* CAATSA yaptırımları kongre kararıyla kalkacak. (Zaten kalktığında F-35’ler gündeme gelecek.)

Yerli KAAN projesinin motor lisanslarını vermiyorsun. Suriye’de İsrail ile anlaşmasını öneriyorsun… 1952’den bu yana NATO müttefikliği ve ABD ile 73 yıl geçirdik. Bunun ne kadarının “saadet”, ne kadarının “felaket” yılları olduğuna okuyucu karar verecektir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mithat Baydur Arşivi