Bir Başkadır benim memleketim!

Netflix’te yayına giren Bir Başkadır, 2000’ler dönümünden bugüne, küresel kültürel matriksin de bir parçası olarak bu topraklarda süren hayatımızı, daha çarpıcı bir somutlukla ifade etmek gerekirse “Erdoğan Türkiyesi”ni anlama yolunda bir kılavuz yetkinliğinde… Ama dikkat, “anlama” diyorum, “yargılama” demiyorum!..

Berkun Oya imzalı yeni Netflix dizisi Bir Başkadır’ı izlemeye başladığımda Avusturyalı yazar, şair, satirist (hiciv ustası) Karl Kraus’un psikanaliz için sarf ettiği, sanırım psikoterapi açısından da işlerliğe sokulabilecek şu sözünü hatırladım hemen:

“Psikanaliz, terapisine soyunduğu hastalığın aslında kendisidir.”

Dizinin, daha doğrusu (içimden geçeni söyleyeyim!) “eser”in sonuna vardığımda ise demokrasi için kullanıla gelmiş bir sözü psikoterapiye ilişkin mırıldanır oldum: Psikoterapi, kendisinin reddini de içinde barındırabilecek olgunlukta bir pratiktir.

Berkun Oya imzalı yeni Netflix dizisi Bir Başkadır’ı izlemeye başladığımda İngiliz şair ve yazar Rudyard Kipling’in meşhur ama o ölçüde sinir bozucu sözünü anımsadım hemen:

“Doğu Doğudur, Batı da Batı, ve bu iki ayrı şey asla buluşamazlar.”

Eserin sonuna vardığımda ise dudaklarımdan şu Özdemir Asaf dizeleri döküldü:

“Seni bende, beni sende arayorlar,

Beni senden, seni benden tanıyorlar,

Bir birim gibiyiz tümünün gözünde,

Yarım’larımızı bütün sanıyorlar.”

Berkun Oya imzalı yeni Netflix dizisi Bir Başkadır’ı ilk izlemeye başladığımda siyasetbilimci-sosyolog Prof. Şerif Mardin’in 1980’lerin sonunda kaleme aldığı ve günümüz 2000’ler-2020’ler Türkiye’sinin nerelere yol tutacağını on yıllar önceden öngördüğünü düşündüren şu ifadelerini düşündüm hemen:

“Hiç kimse Türkiye’de biri seküler diğeri İslamî, iki ‘ulus’un ortaya çıkma ihtimalini kesinkes reddedemez. Bu ikisinin şiddetli şekilde karşı karşıya gelme ihtimali şimdilik uzak görünüyor ama bu, gelecekte gerçekleşebilir.”

 Eserin sonuna geldiğimde ise bu defa tarihçi Prof. Bernard Lewis’in 1960’ların sonunda keleme aldığı Modern Türkiye’nin Doğuşu başlıklı çığır açıcı eserindeki şu iyimser öngörüsüne demirledim:

“Türkler, pratik sağduyuları ve yaratıcı güçleriyle hem babalarının özgürlük ve ilerleme yolunu, hem de büyükbabalarının Allah yolunu herhangi bir çatışmaya düşmeksizin izleyebilmelerini sağlayacak şekilde İslam ile modernizm arasında başarılı bir uzlaşmaya varabilirler.”

Memleketim!.. “Hangi Memleket”im?..

Berkun Oya, günümüz Türkiye’sinin sosyal-kültürel örüntüsünü tüm karşıtlıkları ama bir o kadar da giriftlikleri, iç içelikleri, etle-tırnaklıkları ile hem insanın canını yakıp içini üşütecek mahiyette göstere göstere, hem de inceden inceye iç açıcı/ısıtıcı bir mizahla sunduğu çalışmasının adında sanırım benimle birlikte pek çok kişide Ayten Alpman yorumuyla zihnimize-kalbimize işlemiş “Memleketim” şarkısının çağrışımına ta en baştan yol açmıştı:

“Her köşesi cennetim ezilir yanar içim//Bir başkadır benim memleketim…”  

Şarkı güzeldir, içlidir, dinlerken tüylerinizi diken diken eder ama elbette propagandisttir, bir “ideal”i dillendirir, güzellemeden ibarettir.

Berkun Oya belli ki çalışmasının başlığı ile hepimizde oluşturduğu çağrışımla bizi “ters-köşe” yapmayı hedeflemiş! O diyor ki evet, bir başkadır benim memleketim: Kavgasıyla-öfkesiyle, birbirine sağır dünyalarıyla, bir ucu kırsal-pastoral geleneğin yerel-yöresel kısıtlarında, öbür ucu küresel-kozmopolit postmodernliğin yersiz-yurtsuz savrulmalarında, ama yine de yan yana yüz yüze iç içe aynı hayatı paylaşan insanlarıyla, toplumsal parçalanmışlığı, kültürel şifozrenisi, gündelik melankolisiyle memleketim…

Bir Başkadır.

Yaşayamadığımız duyguları yaşıyormuş gibi yapmak…

Dizide bu toprakların bir gündelik hayat gerçeği olarak “melankoli”yi bana en çok duyumsatan, kurgudaki Ferdi Özbeğen girdisi oldu.

Özbeğen’in müziği, daha doğrusu onun en tipik temsilcisi-icracısı olduğu ve kestirmeden (ve elbette haksızca) “taverna-arabesk” olarak nitelendirilebilecek tarz, 1980’lerin başında 12 Eylül darbesinin ardından memleketin hayatını çevreleyen kâbus atmosferinde bir kaçış, bir tür ağrı kesici ya da anti-depresan olarak ayırt edilir genellikle. Ama o, bir yandan da bu toplumun gündelik hayatının en karakteristik vasfını oluşturan melankoliyi çok çarpıcı yansıtan bir etkiyle öne çıkar.

Dizide dilledirilen, “Yaşayamadığımız duyguları yaşıyormuş gibi yapma” halimizi de en çarpıcı aksettiren bir kompozisyondur başlı başına Ferdi Özbeğen; müziğiyle olduğu kadar sesiyle, çehresiyle, bakışı, duruşu, havasıyla…

Bu yüzden kurguya cuk oturmuş o.        

Kültürel karşıtların ruhsal birliği

Yukarıdaki yorum ve değerlendirmelerden, sosyolojik/sosyal antropolojik olmaktan öte, “sosyal-psikolojik” duyarlılıkla üretilmiş bir yapıtla karşı karşıya olduğumuz sonucuna varılırsa eğer, buna denecek bir şey yoktur. “Sosyal-psikoloji”, Bir Başkadır’ın yörüngesini tespit yolunda kanaatimce en uygun terim.

Çünkü kültürel olarak, yani değerler, duyuşlar, anlayışlar, inanç ve inanışlar, ilişkiler, tutumlar, davranışlar, tarzlar açısından neredeyse birbirine ışık yılı uzaklığındaki hayatların eşzamanlı nefes alıp verdiği “megakondu” İstanbul’u mekân tutmuş olan dizi, zengin-yoksul, Doğulu-Batılı, köylü-kentli, cahil-okumuş, varoş-sosyetik, dindar-laik, Türk-Kürt ve diğer tüm ikili karşıtlıklarımıza rağmen hepimizi buluşturan bir ortak payda olarak çağın vebası “depresyon”u işaret edip onu tematik-merkezi kılmakta…

O yüzden bakıyoruz, “Robert”te okumuş, bir yaz Londra bir yaz Paris yapmış, ardından Amerika’da tahsil görmüş ve nihayetinde memlekete dönüp kırsal-pastoral, dindar-muhafazakâr bir “çoğunluk” duvarına toslamış Peri’nin (Derya Kayalar) kalabalıklardaki yalnızlığı;

Tüm “tarz-ı hayat” (yahut “lifestyle”) karşıtlığına rağmen köyden bu “megakondu”ya inmiş, bu arada kırsal ataerkilliğin kahrolası tacizinin çocukluktan beri ruhunda bıraktığı izleri silememiş, kocası ve görümcesinin yoğun ama kendisini duymaktan-anlamaktan yoksun ilgisinden de boğulmuş Ruhiye’nin (Funda Eryiğit) kasvetli yalnızlığı ile buluşuyor.

İki karakter, tüm kültürel uzaklıkları ve birbirine aykırılıklarına rağmen “öz”de, yani ruhsal plânda birbirinin ayna yansısı gibi… Bu bakımdan isimler bile ne kadar manidar: “Peri” ve “Ruhiye”! Ayrı yerlerde, renklerde, zevkler ve beğenilerde ama aynı ruh, tat ve dokuda bir elmanın iki yarısı!..

Zenginin yoga’sı-reiki’si varsa, yoksulun tekkesi-zikri var!

Bu doğrultuda devam edelim: Doğu çıkışlı ama seküler-burjuva elitimize Batı’dan ithal bir “modern ruhaniyet” kurumu olarak Yoga’da hocasının “kendi içine dönme” ve “Şavasana” yönlendirmesine kendisini bırakan Peri ile aynı ihtiyacı (elbette yoga seansına ayırabilecek parası olmadığı için) bir mahalli din hocasının sözünden-zikrinden karşılayan Meryem (Öykü Karayel) de istekleri-özlemleri-arzularıyla aynı elmanın iki yarısı değil mi?..

Veya, “erkeklik zehri” ile de katmerli yalnızlıklarını giderme yolunda yüz seksen derece zıt çırpınışlar içinde olsalar bile nihayetinde mahremiyet anlarında yanaklarından dökülen gözyaşlarında “erkek” olmaktan çıkıp “insan” olma noktasında buluşan gecekondu çocuğu “Komando” Yasin’le (Fatih Artman) rezidans çocuğu, bir seks oyuncağı, “Mal” Sinan (Alican Yücesoy) ruhsal sızılarında yek diğerinin öbür yarısı değil mi?..

“Erdoğan Türkiyesi”nin filmografisi

Dizide yukarıdakilere eklenecek o kadar çok kesit var ki sosyal-psikolojik ya da sosyal-antropolojik duyarlılıkla üzerinde konuşulabilecek… Ve bunu yapma isteği de içimde o kadar baskın ki!..

Lakin hem yazıyı makul bir hacimde tutma sorumluluğu hem de spoiler’da fondip yapmama zorunluluğu daha ileri gitmemi engelliyor; o yüzden bu defalık bu kadar diyor, belki başka yazılarda devam etme vaadinde bulunuyorum.

  Toparlayıcı mahiyette biraz “keskin” bir cümle kurmam gerekirse şu kanaati paylaşabilirim: Bir Başkadır, en belirgin çerçevede 2000’lerin başından bugüne, küresel kültürel matriksin de bir parçası olarak bu topraklarda süren hayatımızı, daha çarpıcı bir somutlukla ifade etmek gerekirse “Erdoğan Türkiyesi”ni anlama yolunda bir kılavuz yetkinliğinde…

Ama dikkat, “anlama” diyorum, “yargılama” demiyorum!.. Yani ne muhafazakârlığa ne modernliğe, ne dine ne laikliğe, ne zenginliğe-burjuvalığa ne köylülüğe-varoşluğa, ne cinsel serbestiye ne baskıcı ya da istismarcı sofuluğa belirgin bir antipatisi olanlara hitap edebilecek, aksine onları hayal kırklığına uğratacak bir yapıt bu.

Dolayısıyla dizide karşınızda gördüğünüz memleket manzaraları çerçevesinde, söz gelimi bir tekke-tarikat, hacı-hoca, üfürükçü-muskacı kötülemesi beklerseniz, yanlış yerdesiniz.

Kendi yurduna-insanına yabancılaşmış, “yerli-oryantalist”, az buçuk İslamofobik motivasyonlu Batılılaşmış seküler elite yönelik bir aşağılama, istihza, taşlama beklerseniz, yine yanlış yerdesiniz.

Geleneğin koynunda, dinin pusulasında yol alan şehirdeki köylülüğün mekânı ve verilişine bir türlü akıl-sır erdiremeyip sadece öfke duyduğunuz iktidar oylarının membaı varoşu yargılamaya meyyal bir içerik beklerseniz de yanlış yerdesiniz.

Bilgiyi-düşünceyi boşlamış, kalbini-duygularını bedensel hazzın kör karanlığına hapsetmiş, pipisinin pusulasında yol alan, ruhsal iktidarsızlık hasarlarından mütevellit cinsel iktidar derdine düşmüş, ta en baştan yenik erkekler/erkeklikler meskeni rezidanslara dönük tu kaka etme beklerseniz de naçar, yanlış yerdesiniz.

Ama tüm bu sıraladıklarımıza ve daha nicelerine yönelik bir anlama çabası, empati inşası, çözümleme girişimi eğer ilginizi çekiyorsa, size hitap ediyorsa, “İnsan ne iyidir ne kötü; hâl ve şartlar onu nasıl kılmışsa öyledir” mesajını almaya hazırsanız, o zaman doğru yerdesiniz.

“Total”den firar etmiş bir oyuncu “Kolektif”i…

Berkun Oya yazmış-yönetmiş, yani yaratmış; ama elbette “yapıt”ı yapan, tamamına erdiren, hatta tekâmül ettiren olağanüstü bir oyuncu kadrosu var Bir Başkadır’ın...

Onlar, hikâye içerisinde de tatlı bir dokundurmada bulunulduğu üzere, televizyon-dizi endüstrimiz içerisinde maişet uğruna “Total” için yaptıkları işlerin ötesinde, adeta ruhlarını kurtarırcasına bir performansla, nadide bir kanaviçenin eşsiz desenleri gibi karşımızdalar.

İsim zikretmeyeceğim, çünkü hangisini öne çıkarsam diğerlerine haksızlık olur! Ortada, deyiş yerindeyse bütün oyuncuların birinci olduğu örnek bir “Kolektif” performans var ve bize tüm çeşitliliği/zenginliği ile bir bütün olarak bu “Kolektif” önünde saygıyla eğilmek ya da ayağa kalkıp alkışlamaktan öte yapacak başka bir şey kalmıyor!..

Ancak After Life ile kıyas kabul eder!

Yazımın başında dedim ki dizinin adı, hem de daha izlemeden bizi Ayten Alpman’ın yorumuyla dinlediğimiz, sözlerini Fikret Şeneş’e borçlu olduğumuz “Memleketim” şarkısına çağrışımsal bir yörüngeye sokmuştu.

Şimdi diziyi izledikten sonra diyorum ki bundan sonra “Memleketim” her kulağımıza çalındığında o, bizi Berkun Oya’nın dizisine doğru çağrışımsal bir yörüngeye oturtacak!..

Gerek içerik gerek biçem gerek özen, incelik, kalite olarak evrensel ölçekteki karşılığı, yine Netflix’te iki sezondur çarpıla çarpıla izlediğimiz Ricky Gervais yaratısı After Life olarak işaret edilebilecek, hatta onunla karşılaştırmalı çerçevede de değerlendirilip tartışmaya açılabilecek bir baş yapıt Bir Başkadır. Bir solukta ve dediğim gibi sadece bir kısmını yukarıda aktarabildiğim yoğun mu yoğun düşünsel ve duygusal reflekslerle “okudum” ben bir parçası da olduğum bu “Hayat Bilgisi” metnini!..

Aynı doğrultuda ama bir başka benzetmeye giderek söylemek gerekirse, öğretmeni inanılmaz renkli, eğlenceli, bilgili bir dersin sonraki haftasını sabırsızlıkla bekleyen bir öğrenci gibi, ikinci sezonu iple çekerek bekliyorum!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi