“Biz herkesin etkilerini yaşadığı ve bazen hayatlarımızı değiştiren insanlığın ortak sorunlarına itiraz etmek istiyoruz”

Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Nazım Hikmet’e atfen yazdığı, hem Türkiye’de hem de dünyada Zülfü Livaneli’nin muhteşem bestesiyle dillerden düşmeyen Yiğidim Aslanım şarkısı, Ugly War olarak bu kez İngilizce bir ağıt şeklinde yeniden düzenlendi. Savaşın ‘çirkin’ yüzünü bir kadının gözünden anlatan Ugly War, kısa film tadındaki klibiyle müziğiyle, sözleriyle sanatın bütünselliğini de baştan aşağı içinde barındırıyor.

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bursa cezaevinde mahpus olan ve açlık grevi yapan Nazım Hikmet için yazdığı Zindanı Taştan Oyarlar şiiri birçok kişi tarafından Yiğidim Aslanım adıyla tanındı, bilindi. Zülfü Livaneli bu şiire muhteşem bir dokunuş yaptı ve ortaya Yiğidim Aslanım şarkısı çıktı. Birçok kişi tarafından Atatürk için bestelendiği sanılan şarkı Uğur Mumcu’nun cenazesine katılan binlerce kişi tarafından hep bir ağızdan söylenince, bu sefer de Uğur Mumcu için yapıldığı düşünüldü. Aradan yıllar geçti ve Fazıl Say Yiğidim Aslanım’ı eline aldı, o da apayrı bir dokunuş yaptı. Seldan Bağcan da şarkıyı kendine has üslubuyla seslendirdi. Herkes bir şiirden kendince bir şeyler çıkarmış, sevmiş, bağrına basmış. Tüm bu saydıklarım sanatın her insana nasıl farklı farklı dokunduğunun bir ispatı aslında. Bunun son örneğini de şimdi yine Yiğidim Aslanım üzerinden görüyoruz. Yiğidim Aslanım İngilizce olarak Ugly War adıyla bir ağıt şeklinde yeniden düzenlendi. Savaşta çocuğunu kaybeden bir annenin acısını kısa film gibi bir kliple anlatan Ugly War’un yapımcılığını ve yönetmenliğini Özgür Mısral üstlenmiş. Şarkı sözlerini Mustafa Topçu Yazmış. Alara Temoçin söylemiş ve Esra Karberk de dans performansıyla acılı anneye hayat vermiş. A’dan Z’ye sanatın tüm dallarını kullanıp onun bütünselliğini ve büyüsünü sunan Ugly War’ın hikayesini yapımcı ve yönetmen Özgür Mısral’la konuştuk.  

Ugly War aslında bir şarkı ama başka bir yerden baktığımızda prodüksiyonuyla, klibiyle, düzenlemesiyle bir bütün olarak savaşa karşı sanatla kafa tutan hatta dünyanın başka sorunlarıyla –mesela iklim krizi- ilgili devamı gelecek bir ‘proje’nin ilk ayağı, bir ‘yolun’ başlangıcıymış gibiymiş de duruyor. Sadece Ugly War’la kalmayacak hissi uyandırıyor. Doğru mu anlamışım?

Şu an bu sorunuza hakikaten çok şaşırdım. Çünkü  biz  ilk başta iklim sorunu ile ilgili bir proje tasarlamıştık. Sonra aklımızdakini biraz genişletip, bunu 3 proje şeklinde yapalım dedik. Çünkü biz herkesin etkilerini yaşadığı ve bazen hayatlarımızı değiştiren insanlığın ortak sorunlarına itiraz etmek istiyoruz. Bu yüzden ilk adımda çirkin savaşların çirkin gölgesinde yaşamak istemediğimizi farklı bir dille anlatmak istedik. Bu siyasi olabilir mi? İkinci adımda evet, iklim değişikliği büyük sorunlardan birisi. Ama iklimi de tetikleyen ve hayatlarımızı daha çok etkileyen bir sorun daha var. Göç… Sanırım yeni adım göç üzerine olacak. İnsanlar, itirazları dile getirirken araç olarak kullanan kavgalardan çok yoruldu. Ugly War sanatın birçok ögesini (müzik, modern dans, sinema, tasarım vb.) tasarımsal olarak metaforlarında barındırırken ve ortaya koyduğu tavrıyla postmodernist bir itirazdır. Yolculuğumuzda itiraz edeceğimiz konuları seçerken günceli takip etme kaygısına düşmedik. Bu yüzden ilk olarak savaşı seçtik. Bunun da bir başlığı, söylemek istediği bir mesajı olmalıydı, sloganınına, Zülfü Livaneli'den alıntılayarak ''Dünyayı güzellik kurtaracak” dedik.

Ugly War’ın ortaya çıkış sürecinden bahseder misiniz? Ekip nasıl bir araya geldi? Nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz?

Ugly War aslında sadece bir müzik projesiydi. Şu an halen yapmaya devam ettiğimiz, ticari/ popüler işlerin yanında, hem dünyaya açılmak istediğimiz, hem de bir sosyal teması olan, piyasa işleri dışında özel işler yapmak istiyorduk. Ekibimizde de 19 yaşında İngilizce bilen, baya baya zenci gırtlağı dediğimiz, sesi inanılmaz güzel genç bir solist arkadaşımız vardı. ALARA'dan bahsediyorum. İlerde onu herkes tanıyacak. Mustafa ile beraber ne yapabilirz diye düşünürken, hem melodik olarak hem de Zülfü Livaneli’nin evrensel ismi ve değerleri Yiğidim Aslanım’ının ağıt olmasıyla ile projenin en çok ona yakışacağını düşündük. Sözlerini baştan yazdık ve hemen bir demo kayıt aldık. Sonra aldığımız bu demo kaydı, Nebil Bey 'e (Özgentürk), ben arabada projeden önce hiç bahsetmeden sadece dinlettim. Bayıldı müziğe. Sonra kendisine projeyi anlattım ve kendisi de o ara Zülfü Livaneli belgesel çekimleri için Bodrum'a Zülfü Bey'in yanına gidiyordu. Havalanına ben bıraktım. Gittiğinde ona dinletti. Zülfü Bey'den beğeni sonra izin alınca süreç başladı. Ondan izin almak büyük bir sorumluluk hissettirdi bize. Görseli ile de etkili bir klip olmalıydı. Artık biliyorsunuz müzik klip kliplerinde pek büyük prodüksiyon yapılmıyor. Klibin tasarımı ve hazırlığı yaklaşık 15 gün sürdü. Yaklaşık 50 kişilik bir ekip çalıştık. Kısa film tadında bir klip oldu. Projeyi toplamda 2 ayda tamamladık

Zülfü Livaneli’nin Ugly War’a yaklaşımı nasıl?

İlk günden beri çok destek oluyor. Şu an ortaya çıkan işten çok memnun ve mutlu. Ben de en çok buna mutlu oluyorum. Ailesinin de çok sevdiğini biliyorum. Sadece cover müzik projesi olarak başlamıştık ama sonra klibin içine kendisinden alıntıladığımız sözleri ekleyince de tam 'Zülfü Livaneli 'projesi gibi oldu.

Neden özellikle Yiğidim Aslanım şarkısını seçtiniz?

Şu anda da başka bir şarkı (burayı düzeltmem gerekiyor Yiğidim Aslanım aslında bir ağıt şarkı değil) asla olmaz diye düşünüyorum. Önce Zülfü Bey'in kendi isminden dolayı ve hayatı boyunca savunduğu evrensel değerleri, Ağıt'ın çok duygusal bir temasının olması ve dünyaya açılabilecek melodiye sahip olması. Misal, Livaneli, U2’nun İstanbul konserinde Bono ile sahne alırken bile bu şarkıyı söyledi.

Savaş karşıtlığını bir kadının gözünden anlatmanızın sebebi neydi?

Savaşlar erkeklerin bir güç oyunu. Evet, savaşlarda erkekler daha çok ölüyor, yaralanıyor ya da ne bileyim esir düşebiliyor. Ama geride anneler, eşler, sevgililer acı çekiyor ve savaşın daha büyük yükünü bu acıyla yaşayarak onlar daha çok çekmiş oluyor. Dünya tüm bu karmaşanın ortasında çirkin savaşları yaşarken en büyük bedeli kadınlar ödüyor. Proje konsept gereği, birinin ardından yakılan ağıt olduğu için kadınların gözünden yapmalıydık. Derdimiz hiçbir zaman sadece savaş karşıtı bir şarkı yapmak olmadı. Bence bu çok beylik bir laf. Zaten insan olmanın gereği savaşa karşı olmak. Klibin tasarımı da biraz arthouse olunca estetik kaygılarımızdan da bir kadının gözünden anlatmak istedik.

Sizinle yaptığımız telefon görüşmesinde bu tür işleri yurtdışı için yapacağınızı söylediniz. Türkiye’de evrensel meselelerle ilgili bir bilinç olduğunu düşünmüyor musunuz?

Maalesef bu konuda biraz evet negatifim. Yok demek mümkün değil elbette ama, yok gibi neredeyse. Ancak sadece belli bir kesimden karşılık alacağımızı biliyorduk. Klibin milyonlara asla ulaşmayacağını en başından beri belliydi. Ticari olarak düşünseydim bu projeyi yapmak mümkün bile değildi. Asla büyük bir kitleye ulaşması mümkün değildi. Zaten şu an ki planım bunu yurtdışında duyurmak için gerekli PR çalışmalarına başlamak. Hem İngilizce hem de tempo olarak ağır ilerlemesi, hem de evrensel meselelere olan ilgisizliğimizle bunun kitlelere ulaşması çok zordu. Çok uzak geçmişe gitmeye gerek yok. Ukrayna savaşı başladığında kadınlarla ilgili yapılan çirkin yorumları henüz unutmadık.

Ugly War’ı ilk defa dinleyen bir kişi önce Zülfü Livaneli’yle tanışacak, sonra şarkının hikayesinin Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun Nazım Hikmet’e atfen yazdığı bir şiir olduğunu öğrenecek. Bu bence sanatın en bütünsel hali ve bir miras aynı zamanda. Telefonda bu konuya yine biraz değinmiştik ama detaylı olarak sormak istiyorum: Eski sanatçılar birbirilerinin eserlerini ‘kendi aralarında paslaşarak’ ortaya sayısız, harika işler çıkarmışlar. Ve bu eserler sahiplenilmiş, günümüze kadar gelmiş, muhtemelen bizden sonra da yaşamaya devam edecek. Ancak günümüzde bu tür ‘paslaşmalara’ hiç rastlamıyoruz. Sebebi nedir sizce bunun? Kimsenin böyle incelikli işlere vakti yok mu?

Evet bu Ağıt'ın sözlerinin genelde Nazım Hikmet’e yazıldığını kimse bilmiyor. Nazım Hikmet’i kaybedeli 59 yıl oldu. İnsanlar elbette Nazım Hikmet'i anmaya hep devam edecekler. Ama bir şiir, bir şarkı ya da herhangi bir sanatla bütünleşmesi hep daha anlamlı oluyor sanki kaybedilen değerleri anmak. Sanat bazen böyle bütünselleşiyor ve kültürel miras halini alıyor. Bu arada biz Ağıt'ın sözlerini tamamen değiştirdik ama yine de 3 Haziran’da Nazım Hikmet'in ölüm yıldönümünde yayınlamak istedim şarkıyı. Şu an da aslında popüler müzik de paslaşmalar, düetler feat’ler oluyor ama. Herhalde anlamlı gelmediği için fark etmiyorsunuz, fark edilmiyor. Bu yüzden ben demekten imtina eden bir isimle çalışmaktan mutluluk duyuyorum. Bu ölümsüz eserini bize emanet eden Zülfü Livaneli'ye tekrar teşekkür etmek istiyorum. Ve Nebil Özgentürk'e… Ve Esra Karbek’e de…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi