Düşüncesiz deneyim ne işe yarar?

Gündelik yaşamımızda eylemlerimizi dayandırmamız gereken evrensel ilkelerin bilgisi ancak deneyim ve düşünce aşamalarının senteziyle mümkündür. Bu anlamda bilgi üretebilmek, dolayısıyla insanî faaliyetleri devam ettirebilmek için deneyimin hakkını vermek gerek. Tabii düşüncenin de hakkını unutmadan.

Yaklaşık bir ay önce iş dünyasının sosyal medya platformu olan LinkedIn’de ilginç bir tartışma vardı. Kurumsal eğitimler veren bir eğitimci, ‘tecrübe sahibi olmak ve olmamakla’ ilgili küçük bir anket yayınladı. Daha sonra bu anketin altına yazılan yorumlarda benim de dahil olduğum bir tartışma başladı. Bence bu tartışma Türkiye’nin en temel sorunlarından birini ortaya koyuyordu ama maalesef tartışanlar bunun pek farkında değilmiş gibi davranıyorlardı. İnsanların yazdıkları, diğer sosyal medya platformlarından alışık olduğumuz nezaket dışı yorumlar değildi ancak bence yine de önemli bir problem vardı. Ortalamanın üzerinde eğitim geçmişlerine sahip ve Türkiye’nin önemli şirketlerinde üst düzey yöneticilik yapan pek çok insan, konuştukları konu üzerine yeterli sorgulamaları yapmamalarına rağmen kesin yargılar içeren yorumlar yazıyorlardı.

TEORİK BİLGİ Mİ, DENEYSEL BİLGİ Mİ?

Bana bu soruyu sordurtan işte o anket ve altına yazılan yorumlar oldu. Bu yüzden konuya onların üzerinden gitmekte fayda var. Kurumlara eğitim veren eğitimcinin anketi tek soru üzerine kuruluydu: “Aşağıdaki önermelere katılır mısınız?”

 

  1. Bekâr bir terapistten evlilik danışmanlığı almam.
  2. Ortalama üstü başarı ortaya koymayan ve önemli bir kariyer basamağını geçmeyen birinden kariyer koçluğu/mentörlüğü almam.
  3. Henüz kendi çocuğunu yetiştirme deneyimi kazanmamış 25 yaşındaki bir uzmandan ana-baba tavsiyesi almam.
  4. En az 10 yıl yöneticilik yapmamış ve büyük yapılarda kalabalık ekipler yönetmemiş birinden yönetim danışmanlığı tavsiyesi almam.
  5. Teknoloji ile bütün ilişkisi global şirketlerin çeviri raporlarını okumak olan birinin dijital dönüşüm tavsiyeleri sağ kulağımdan girer, solundan çıkar.

Gelin bir de 622 kişinin cevapladığı anket sonuçlarına bakalım…

Kesinlikle katılıyorum: %52

Katılmıyorum: %19

Kısmen katılıyorum: %28

Kararsızım: %1

 

Çok basit anlamıyla insanların tecrübeye olan güvenini test eden bir anket. Ancak önermeler öylesine yanlı ve yönlendirici kurulmuş ki insanlara adeta “boş verin teorik bilgiyi, önemli olan tecrübedir” dedirtmeye çalışıyor. Bu tespitimin doğru olduğunu, insanların yarısından fazlasının ‘kesinlikle katılıyorum’ cevabında ve anketi yapan kişinin daha sonra yaptığı yorumlarda gördüm.

 

Ama benim dikkat çekmek istediğim konu biraz farklı. Aslında buna farklı demeyelim de anketi düzenleyen ve yorum yazanların pek de bakmadıkları, ama meselenin esas özü olduğuna inandığım nokta diye tanımlayalım. Bu anket benim zihnimde çok kadim bir felsefî problemi canlandırdı. ‘Teorik Akıl’ ve ‘Pratik Akıl’ ikiliği… Bu ikilik Aristoteles’ten bu yana, hatta ondan da önceden beri tartışılan bir konu. Aristoteles için ise bu ikiliği net bir şekilde ortaya koyan ve tartışmaya açan ilk kişidir diyebiliriz. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bir yazı yazmıştım aslında. Bu yüzden bu ikiliğin ayrıntılarına pek girmeyeceğim. Dileyenler 25 Haziran 2023 tarihli ‘Neden? Neden olmasın? Peki nasıl olacak’ adlı Pencere Pazar yazısına bakabilir. Benim bu yazıdaki esas derdim, bu konu hakkında kesin yargılarda bulunan iş insanlarının aslında hayata nasıl baktıklarıyla ve bu bakışın bize yaşattığı pek de hoş olmayan sonuçlarıyla ilgili.

BİLGİ DENEYİMLE BAŞLAR

Bu ara başlıktaki yargı bana değil, ünlü filozof Immanuel Kant’a ait. Kant, epistemoloji (bilgi teorisi) alanında devrim yaratan eseri Kritik der reinen Vernunft (Arı Usun Eleştirisi) adlı ünlü eserine şu paragrafla başlar. “Tüm bilgimizin deneyimle başladığı konusunda hiçbir kuşku olamaz; çünkü bilgi yetisi eğer duyularımızı uyararak bir yandan kendiliğinden tasarımlar yaratan, öte yandan bunları karşılaştırmak ve bağlayarak ya da ayırarak duyusal izlenimlerin ham gerecini nesnelerin deneyim denilen bir bilgisine işlemek için anlak etkinliğimizi devime geçiren nesneler yoluyla olmasaydı başka hangi yolla uygulamaya geçirilebilirdi? Öyleyse zamana göre bizde hiçbir bilgi deneyimi öncelemez ve tüm bilgi deneyimle başlar.”[1]

 

Kant’ın burada söylediği şeyi daha basit bir şekilde yorumlayacak olursak şu sonuca ulaşırız. Hiç şüphe yoktur ki bilgi deneyimle başlar. Yani bir şey hakkında bilgi üretecekseniz önce onu 5 duyu organınızın en az biriyle deneyimlemeniz gerekir. Ancak bu bilgi için her ne kadar olmazsa olmaz bir süreç olsa da ona ulaşmak için sadece bir başlangıçtır, ham maddedir. Bir başka deyişle deneyim bilginin kendisi değil, kaynağıdır. Bilgiyi üretme aşaması ise ancak insanın anlama kapasitesini devreye sokmasıyla yani o deneyimler üzerine düşünmesiyle mümkündür. Gündelik yaşamımızda da eylemlerimizi dayandırmamız gereken evrensel ilkelerin bilgisi ancak bu iki aşamanın (deneyim ve düşünce) senteziyle mümkündür. Bu anlamda bilgi üretebilmek, dolayısıyla insanî faaliyetleri devam ettirebilmek için deneyimin hakkını vermek gerek. Tabii düşüncenin de hakkını unutmadan.

 

TEORİ Mİ ÜSTÜN DENEYİ Mİ?

Ancak LinkedIn’deki tartışma öyle bir noktaya geldi ki insanlar şu cümleyi bile kurma cüretini gösterdiler. Biri “Düşünmek de bir eylemdir ve değerlidir ama uygulayan düşünenden üstündür.” diye yazdı. Bir başkası ise “Tecrübe teorik bilgiden daha önemlidir.” dedi. Bakın bu cümleler ne anlama geliyor biliyor musunuz? Mühendislik fizikten, hukuk adaletten, ahlak etikten, gündelik politikalar siyaset biliminden, uygulamalar stratejiden üstündür demek. Bu cümleleri kuran kişiler aslında şunu söylediklerinin farkında bile değiller: “Bir makineyi icat eden mucit, o makinenin çalışma prensiplerini ortaya koyan bilim insanından üstündür. Hatta makineyi kullanan operatör ikisinden de üstündür.” Sizce bu, kabul edilebilir bir yargı mı? Çerkezköy’de bir tekstil fabrikasında örme makinesinin başında duran Rıza Usta, o makinenin ilkel de olsa ilk versiyonunu daha 16. yüzyılda icat edip insanlığa hediye eden William Lee’den üstün mü? Ya da bugün bilgisayar çipi üreten herhangi bir mühendis, o çipin icat edilmesini sağlayan Kuantum Teorisini ortaya atmış olan Max Planck’tan üstün mü? Hadi canım siz de…

Yine aynı platformda ama bambaşka bir paylaşımda ise şuna rastladım. Türkiye’nin önemli holdinglerinden birinin yönetim kurulu başkanı şöyle diyor: “Tecrübe ilimden üstündür.” Yapmayın ne olur. Teorik bilgiyi, bilimi, felsefeyi bu kadar aşağılamak, şahsi tecrübelerinizi bunların üzerinde tutmak zihnen gelişkin bir insana yakışan bir tutum değil.

 

NEDEN BU KIYAS?

Bilgiyi, doğru eylemi sadece deneyime bağlayıp, o deneyim sonrası giriştiğimiz eylemlerin evrensel prensiplerini yok sayan bir zihni nasıl açıklayabiliriz? Bunu sadece post-modern dünyayı yanlış yorumlayanların düşünmeyi ve bilgi üretmeyi, belki de kendileri yapamadığı için aşağılamaları olarak değerlendirebilir miyiz? Deneyimden gelen bilgi ve teorik bilgi arasında ortaya böylesi bir değer farkı koymak, düşünmeden eyleyenlerin işi değil mi? “Tecrübe ilimden üstündür” diyen holding patronunun kurumunda herhangi bir stratejik düşünce üretilmesi, bilimsel bilgi olmadan çalışması mümkün olmayan AR-GE departmanının herhangi bir orijinal ürün ya da hizmet geliştirmesi olası mı? Bu zihniyetteki insanların yönetiminde olan kurumların “Dünya Markası” yaratması, uluslararası arenada varlık göstermesi mümkün mü?

 

İki kavramı ancak kıyas yoluyla anlayabilmek, aralarında bir değer hiyerarşisi kurmadan onları kavrayamamak, kusura bakmayın ama en nazik deyimiyle kavramsal düşünemeyenlerin ürettikleri, oldukça sığ bir bakış açısı. Teorik aklın da deneyimin de insan kültürü açısından ne kadar önemli olduğunu, bunlardan birini tercih etmek yerine ikisini sentezlemek gerektiğini anlamak bu kadar mı zor?

 

Kant bu sentezi en iyi şekilde yapmış ve insanlığa sunmuş. Bunu da çok açık bir şekilde ifade etmiş. Diyor ki… “Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür.” Görüsüz kavramdan kastı tecrübe edilmemiş düşünceler, kavramsız görülerden kastı da içinde düşünce barındırmayan tecrübeler.

 

TÜRKİYE’NİN ESAS SORUNU

İş dünyası tarafından düşüncesizce sarf edilmiş bu sözlerden ortaya bir ülke sorunu çıkartmak, kimileri için abartılı bir tespit olabilir. Ama inanın öyle değil. Böyle düşünenler sadece iş dünyasında değiller. Siyasette, devlet yönetiminde hatta bilim ve özgür düşünce yayması beklenen akademik dünyada bile var. Hatta artık çoğunluktalar ve insanlar bu kişileri toplumun öncüsü, kanaat önderi olarak algılayıp onların bu söylediklerine alkış tutuyor.

 

Bu insanların bakış açısı sizce de Türkiye’de neden bilim üretemediğimizin, neden felsefe yapamadığımızın, neden icatlar çakaramadığımızın, neden başkalarını yaptığını taklit etmekten öteye gidemediğimizin cevabını apaçık ortaya sermiyor mu? Sizce de Türkiye’nin esas sorunu bu değil mi?

 

[1] Kant, Immanuel. (1993) Arı Usun Eleştirisi, İstanbul, İdea Yayınları, Çev: Aziz Yardımlı, s. 37 [B 1]

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi