Ekonomi Kaygan Zeminde

Uzun süredir ekonomik dengesizlik içerisinde olan ülkemizin yaşadığı bu durumun seçim sonrası nereye evrileceği ve ekonomiyi neyin beklediği, bugünlerde herkesi tedirgin eden bir konu. Oluşan karamsar tablo ve panik havasına bir de kötü gelen makro ekonomik verilerin eşlik etmesi beklentilere ve iktisadi davranışlara da olumsuz yansıyor. Üstelik bu durum içerideki aktörler kadar dış ekonomik aktörleri de etkiliyor. Nitekim Fitch'in düşük de olsa Türkiye’nin kredi notunu yükseltmesine rağmen CDS priminin 341 seviyesine çıkması, yapılan ziyaretlerle ekonomi politikası anlatılmasına ve ülkemize yatırım için yoğun bir istek olduğu belirtilmesine rağmen yabancı sermayenin hisse satışı ile çıkış yapması dış aktörler üzerindeki etkiyi ortaya koyuyor. Yabancı yatırımcının gelme isteksizliği ve gecikmesi cari açık sorununu önceliklendiren ekonomi yönetimini haliyle zora sokuyor.

Diğer yandan ekonomi politikasındaki belirsizlik ve beklentilerin üzerinde gelen enflasyonun TL’de yarattığı değer kaybı ve her şeyden önemlisi hissedilen enflasyondaki artış, enflasyon beklentisini ve ataletini kıramıyor. Beklentilerin iyi yönetilememesi tüketimin sürekli öne çekilerek enflasyonu besleyici bir etki yarattığı gibi ekonomik aktörlerin altına ve dövize olan talebini de artırıyor. Aslında döviz talebini hem hane halkı hem firmalar hem de cari açık etkiliyor. TCMB geçen yıllarda olduğu gibi TL uzlaşmalı ihalelerle dövize bağlı şirketleri darboğaza sokma pahasına şirketlerin döviz tutmalarını kontrol altına alabilme olanağına sahip olsa da hane halkının talebi kolay kontrol edilemiyor. Bunun için TL’nin cazip hale getirilmesi gerekiyor ki bu noktada da mevduat faizleri cazip kılınmaya çalışılıyor. İşte bir yandan seçimden sonra kurun sıçrayacağı yönündeki beklenti, dövize olan talebi artırırken diğer yandan döviz girişindeki azalma kurları yukarı yönlü baskılayarak enflasyonun da yukarı yönlü ivmelenmesinde itici rol oynuyor.

Haziran ayından beri enflasyonla ciddi bir mücadele içerisine girildiği yönünde iklim oluşturulmaya çalışılırken iktisat kuramıyla uyumlu ve rasyonel politikalara dönüldüğü iddiasına rağmen programda hem mali disiplin ayağının eksikliği hem de programdaki önlemlerin toplumun tümünü kapsayıcı bir özelliğinin olmaması nedeniyle oluşan söylem ve eylem çelişkisi, TCMB’nin enflasyonla mücadeledeki başarısını da olumsuz etkiliyor. Nitekim asli görevi fiyat istikrarını sağlamak olan TCMB haziran ayından beri politika faizinde artışa gitmesine rağmen enflasyon dizginlenemiyor ve fiyat istikrarından uzak kalınmaya devam ediliyor. Üstelik faiz artışında sona gelinmesi nedeniyle TCMB yan yollara başvuruyor. Zaten yılın ilk enflasyon raporunda ve son PPK toplantısı karar metninde, likidite gelişmelerinin takip edilerek miktarsal sıkılaşma ve makro ihtiyati politikaların izleneceği belirtilmişti. Nitekim geçen hafta üst üste gelen ilave sıkılaştırma adımları bunun örneğini oluşturdu. TCMB, kısa vadeli TL mevduat için ayrılan zorunlu karşılıklara faiz verme uygulaması ile bankacılık sistemindeki TL likiditeyi sıkılaştırmayı ve mevduat faizlerinde yukarı yönlü etki yaratmayı amaç edindi. Diğer yandan hafta sonu da TL mevduatın payının artırmak için nakit avans işlemleri ve kredili mevduat hesaplarında uygulanacak aylık azami akdi faiz oranının hesaplama yönteminde değişiklik yapılarak azami faiz oranı yüzde 4,42’den yüzde 52’e çıkarıldı. MB bankalara gönderdiği uygulama talimatı ile gerçek ve tüzel kişilere uygulanan TL payı hedefleri de güncellendi.

Ekonomi kurmayları tarafından para politikasının birikimli etkilerinin 2024 yılında görülmesiyle dezenflasyon sürecinin başlayacağı belirtilmekle birlikte para politikasının sadece bireysel talebi sıkılaştırmaya yönelik olması ve maliye tarafında da kamu tasarrufuna yönelik adımları içermemesi hiç şüphesiz politik eksiklik olarak karşımıza çıkıyor. Elbette ki yapılacak yerel seçimler, siyasi bir kısıt olarak kamu tasarrufunun gerçekleşmesini zorlaştırıyor. Bu da seçim sonrası kamu harcamalarının finansman ihtiyacı nedeniyle vergilerin artacağı beklentisini güçlendiriyor. Her ne kadar Sayın Şimşek seçim sonrası gelire ilişkin olarak bir artış olmayacağını belirtse de maalesef bu beklenti kırılamıyor.

Bu bağlamda uygulanmakta olan politikanın hem maliye politikası ayağında özellikle harcama kalemini azaltmaya ilişkin uygulamalar yönünden eksik olması hem de para ve maliye politikasının sadece tüketimi baskılamaya yönelik politikalar içermesinden dolayı bütüncül bir özellik göstermemesi, enflasyon sorununun çözümünde uzun bir zaman diliminin gerekeceğini ortaya koyuyor. Sonuç itibariyle kitaba uygun bir şekilde uygulanmayan rasyonel zemine dönüş politikası ekonominin kaygan bir zemin üzerinde yürümesine neden oluyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi