“İsyan eden de benim, düzen bozan da!”

Hazar Aytan, yeni şarkısı Bu Gemi Boş Gidiyor’da, tutturduğu tavrın yansımalarını sert, gideceğe yere çok çabuk ‘ulaştıran’ sözler ve kendi yakaladığı sound’la birleştirerek ‘taşla gediğin’ arasını zorlanmadan ‘yapmasını’ biliyor. 

Sanat genelinde, müzik özelinde bir başkasının çizdiği yola girip oradan devam etmek çok kolay. Sanatçıları bir fanusun içine alıp “Burada kafana göre takıl. İstediğin her şey burada var. İşin bittiğinde söyle. Gerisini biz hallederiz,” diyenlerle beraber yürümek yapılan işin doğasına aykırı olsa da bu rotayı elinin tersiyle itip çevresine hiçbir çizgi çekmeden dolayısıyla da rahat ve bol bol nefes alarak bayır yukarı da olsa tırmananlar asıl alkışı hak ediyor. Hazar Aytan da onlardan biri.

Çocuk yaşta başladığı müziğe eğitimini de alarak hayatını bu yönde şekillendiren Aytan’a bir dönemin en önemli alternatif rock gruplarından 110 ve Direc-t’ten ve daha birçok isimden aşinayız aslında. 2018 yılına kadar devam ettirdiği eşlikçi müzisyenliği bırakarak solo kariyerine başlayan sanatçının yeni şarkısı Bu Gemi Boş Gidiyor, kendisi veya başkaları tarafından kaydedilip yayınlanmış otuzuncu şarkısı.

Bu Gemi Boş Gidiyor, Hazar Aytan’ın kendi yarattığı sound’a eşlik eden, en klişe haliyle söylersek piyasaya diklenen, kafa tutan bir şarkı. Sert ve tavrını esirgemeyen sözleri, nokta atışı mesajıyla “Galiba olması gereken bu” dedirtiyor.

Bu Gemi Boş Gidiyor, otuzuncu şarkın. Üstelik uzun sayılacak bir zaman diliminde bu rakama ulaşmışsın. İlk şarkıya gidelim. Neler var gözünün önünde? Nasıl hatırlıyorsun o zamanları?

Daha önce de belirttiğim gibi, benim yayınladığım otuzuncu şarkı değil, bugüne kadar yayınlanmış sözü ve bestesi bana ait otuzuncu şarkı. İlk şarkı denince, yayınlanmış ya da yayınlanmaya değer olduğuna kanaat getirilmiş ilk şarkı ve gerçekten ilk yazılan şarkılar olarak iki turlu yaklaşım geliyor aklıma. Zira ilk yayınlanmış işime kadar asla yayınlanamayacak onlarca şarkı yazmışımdır. Ben bu yazma/yaratma işinin de aynı enstrüman çalmak gibi bir pratik işi olduğunu düşünüyorum. Her iş gibi bu da yaparak öğrenilen, geliştirilen bir şey. Yayınlanan ilk işlere gelince, Sonra grubuyla yaptığımız bir albümde yedi şarkım yer almıştı. Diğer üç şarkı da grubun vokalisti Koner Memili'nin imzasını taşıyordu. O zamanlar yazdığım şeylere dönüp bakınca, şimdi olduğu gibi yine kendi hayatımdan, kendi hikayelerimden yola çıktığımı fakat üslup olarak biraz daha kurallara takıldığımı fark ediyorum. Kendi üslubundan, anlatım biçiminden referans alacak bir birikim gelişmediği için diğer şarkı yazarlarından referanslar alarak tasarlamışım yapıyı gibi geliyor. Bunu da normal karşılıyorum kendi adıma. Yani hikaye açısından o zaman da dürüsttüm şimdi de. Zamanla sanırım tek bir hikayeyi doğrudan anlatmak yerine şarkı yazma sürecini kendi adıma biraz daha eğlenceli hale getirerek küçük oyunlar oynamaya başladım. Hikayenin kendisinden ziyade bende yarattığı hissi, atmosferi karşıya geçirmeye niyetlendim. Do-It-Yourself çalışıyor olmanın bir avantajı olarak; müzikal anlatımı, miksi, düzenlemeyi de hikaye anlatımının ya da bu atmosferin bir parçası haline getirmenin bir esprisi olduğunu düşünüyorum.

Bir grupta olmak mı tek başına olmak mı? Aradaki farkı anlatır mısın?

Tek çalışmak benim çalışma prensibime, tarzıma daha uygun geliyor. Her alanda böyle çalışmayı daha kolay buluyorum. Hem bir control-freak olmaktan hem de özellikle yaratım sürecinde bir karar alırken sadece içgüdüsel değil aynı zamanda entelektüel bir dayanak aramamdan kaynaklı olarak ikna edilmesi zor bir insan oluyorum. Hız meselesi de var tabii. Tek başınıza çok daha hızlı hareket ediyorsunuz. Dezavantajlarıysa kimsenin dur dememesi. Yani çok kötü bir fikir bile ışık hızıyla hayata geçiyor zira eleştiriyi ancak işin tamamlanmasından sonra alıyorsunuz. Kimse de genelde kötü eleştiri yapmaya yanaşmıyor çünkü onlar adına bir bağlayıcılığı yok. Örneğin Sonra zamanında albüm için beste seçerken Koner'le hiç darılmaca gücenmece durumumuz yoktu. Şarkıları önümüze koyuyorduk, bu kötü deyip atıyorduk. Çünkü çıkacak iş herkese ait olacaktı. Bir diğer dezavantajı da beraber üretmeyi yaratmayı özlüyorum. Tek olmak hızlı ve daha dürüst oluyor ama daha eğlenceli olduğunu söyleyemem.

Bu Gemi Boş Gidiyor, bir “Yeter!” şarkısı olmuş. Tavizsiz, sert, lafını esirgemeyen ve çok zekice yazılmış sözlere sahip çalışma. Biraz bahseder misin şarkının hikayesinden?

Bu Gemi Boş Gidiyor aslında benim yıllarca uğraştığım bestecilik, müzisyenlik yolunda vardığım yerle hem uzlaşma çabam hem kavgam. Beyaz yakalıyken işini gücünü bırakıp bir anda star olmuş gibi görünen, bu mesajı kendine görev edinen, herkese sen de olabilirsin mesajı ve imajı yansıtan; aslında deli gibi bir network ve PR sonucu bir yerlerde bulunabilen insanlara da bir lafı var. Hepsi birbiriyle aynı şeyleri anlatan, ya aşırı arabesk ya aşırı pozitif uçlarda sonuç olarak da kitle neyi istiyorsa onu veren işlere bir antipatim var. Bir şarkı şunu anlatmalı, şöyle olmalı böyle olmalı gibi kibirli bir tavrım yok ama ne bileyim dürüst bulamıyorum bazı şeyleri. Hayatta aşktan başka, aşkın/coşkun olmayan, daha sıradan dertler de var. Ben biraz daha pesimist şeyler anlatıyorum çünkü benim hayatımdan çıkan hikaye de bu. Günün sonunda mesajım "Sen de olabilirsin" değil de daha çok "Sen de bi b.k olamayabilirsin ve çok da büyütmeye gerek yok" gibi bir şey oluyor sanırım.

“Bu denizde yüzmeyeceğim” sözlerinden artık kendi yolunda gideceğin anlamını çıkarabilir miyiz?

"Bu denizde sizinle yüzmeyeceğim" aslında az önce bahsettiğim her şeyi kuralına kitabına uygun yapan insanlara. Kaybetmeye cesareti olmayanlara. Kendisi olarak satamıyorsa başkası olmaya çalışanlara. Bir klana ait gözükebilmek için kırk takla atanlara. Yazdığı şeyle yaptığı şey tutarsız olanlara. Kendi yolumdan ziyade doğru bildiğim yoldan gideceğim demek diyebiliriz.

“Sarhoş kaptan/Sürekli isyan/Var hep bi düzen bozan/En yakınımdan” diyorsun. Kim bu “düzen bozan”? Senin “isyan”ın ona mı? Yoksa isyan eden ve düzeni bozan sen misin?

Geçenlerde okuduğum bir kitapta İskoç yazar Robert Louis Stevenson'a ait bir alıntı gördüm ki aslında burayı güzel açıklayan bir şey: "İnsanın köklü ve ilkel ikiliğini fark etmeyi öğrendim ve gördüm ki, bilincimde mücadele eden iki doğadan herhangi biri olabileceğim söylense de, bu sadece aslında sapına kadar ikisi birden olduğum için böyleydi." Başta belirttiğim gibi bu benim hem uzlaşma çabam hem kavgam. Dolayısıyla isyan eden de benim düzen bozan da sanırım. Sonuçta isyan ettiğim şeyle hala uğraşan da benim. Yoksa bırakıp gitmek ya da uyum sağlamak da çözüm olabilirdi. Ben onun yerine düşündüklerimi müzikle anlatma yolunu seçiyorum. Başka bir iletişim pratiğim olmadığından sanırım.

Şarkıyı yine DIY (Do It Yourself) olarak kaydetmişsin. Bir süredir özellikle genç müzisyenlerde bu yönteme bir kayma var değil mi? Nasıl değerlendiriyorsun bu durumu?

DIY yönteminin en büyük avantajları hızlı ve ekonomik olması. Gençlerde bu yönteme kayma olması bu açıdan anlamlı. Her şeyin bu kadar hızlı aktığı bir dünyada bir şeyleri yavaş yapmak, istenen bir şey değildir sanırım. Ekonomik boyutu da artık bir laptop’ınz bir de mikrofonunuz varsa her şeyi yapabiliyorsunuz. Koca koca stüdyolara paralar vermek, çok teknik konulardan anlayan insanlar bulmak falan gerekmiyor. Ayrıca bence diğer bir sebebi de sosyal medyada insanların kusursuz gözükmelerinden kaynaklı olarak eleştiriye tahammülün olmaması sanırım. Sosyal iletişimin zayıflaması da ayrı bir faktör. Grup müziğinde ya da prodüktör, yapım şirketi vs. gibi diğer figürlerin/faktörlerin dahil olduğu durumlarda aynı zamanda sosyal bir dinamik de yürüyor. Çıkan sorunları iletişimle halletmek gerekiyor. Bunlar emek, zaman, sabır hatta yeri geldiğinde taviz gerektiren durumlar. DIY işlerin çok daha kolay yürüdüğü bir yöntem. Bir de tabii gereken alanlarda uzmanlığın azalmasıyla genre açısından da değişiklikler yaratıyor. Örneğin lö-fi akımları var artık. Mix bilmeyince, stüdyodan uzak olunca yavaş yavaş ortaya çıkıyor bunlar. Hepsinin değerli olduğunu düşünüyorum, neyin iyi neyin kötü olduğu bizim tanımlamamızdan ziyade kitlesel bir tanımlama. Kim nasıl keyif alıyorsa öyle yapmalı bence.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi