Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Evren Ötesi* Arayışlar

Sosyal medyanın hayatımızdaki etkisi web 2.0 ile artıp, cep telefonları ile yayılınca, kendi nesillerinde telefon dahi bulunmayan kuşaklar bu durumu sert biçimde eleştirdiler. Kendilerine yabancı gelen bu teknolojik gelişmeyi eleştirmek bir yana olumsuz yorumlarını yeni kuşaklar üzerinden sundular. Zira onların bildikleri medeniyetin sonunun başlangıcı olmuştu. Oysa yeni doğan nesiller için dünyanın olağan hali, yani normali buydu.

Bugünlerde, geçmişte kim olduğumuzu hatırlamak için sanal olanın desteğine ihtiyaç duyuyoruz. Sanal olanın desteğine sığındığımızda yeni anılarımız da bu yapay olan üzerinde şekilleniyor.

Doğduğumuzda dünyada olan her şeyi kabul ederiz. Çevremizde var olan nesnelerin bilgisi, içine doğduğumuz gerçekliğin müzmin parçaları gibi algılanır. Otostopçunun Galaksi Rehberi ile adına aşinalığımız artan bilimkurgu yazarı Douglas Adams’ın yorumuna göre, otuz yaşına girmeden icat edilen herhangi bir şey insana heyecan verir. İcatlar yaratıcıdır, geleceğe şekil verir, işimizi kolaylaştırır, yeni bir kapı aralar ve biz bu icattan bir kariyer çıkartmayı umarız. Ancak otuz yaşımızı geçtikten sonra icat edilen her yeni şey, bizim içine doğduğumuz nesnelerin tabiatına aykırıdır ve bildiğimiz medeniyetin sonunun başlangıcıdır. İcatlar yanında korku ve panik getirir. Onun hakkındaki yorumlar olumsuz, endişe verici ve korkutucudur. Gelgelelim yeni olanla birlikte gelen bu panik, icadın on yıl boyunca ortalıkla dolanmasından sonra normalleşerek dönüşür. Paniğe neden olan yeni, zamanla içine doğduğumuz gerçekliğin bir parçası halini almaya başlar.

Yeni doğan nesiller için dünyanın olağan hali

İnsan, kendi icatlarına bireysel ve toplumsal alışma süresi yaşarken aynı zamanda adaptasyon hızını da arttıran bir varlığa dönüşmüş -belki de bu becerilerini geliştirmiş- durumda. 1923 yılında televizyon icat edilmesinin ardından 1950’lerde ilk renkli ekran televizyon satışa çıkmış ve televizyon ancak 1960’larda geniş kitleler tarafından kullanılmaya başlamıştı. İlk akıllı telefon tanımıyla 1993’te hayatımıza cep telefonları ise 2007 yılında aşina olduğumuz biçimi alarak neredeyse her cebe girmeyi başardılar. 2000’li yılların başında kullanıcı katılımın arttığı sosyal medya deneyimi akıllı telefonlar sayesinde hızla yaygınlaştı. Bugün iletişimizin önemli bir kısmını cebimizdeki, masamızdaki, çantamızdaki, kısaca mahremimiz dahil her alanımıza girebilen/soktuğumuz sosyal medya mecraları üzerinden sağlıyoruz. Bütün bu teknolojik değişeme alışmamız ise televizyon gibi on yıllar değil, sadece birkaç yılımızı aldı. Teknolojinin bize getirdiklerini hızla kucaklıyor ve Douglas Adams’ın da dediği gibi ondan yepyeni kariyer olanakları, istihdam alanları doğuruyoruz. Aşinalığımızın yüksek oranda olduğu sosyal medya da bunun bir örneği. Sosyal medyanın hayatımızdaki etkisi web 2.0 ile artıp, cep telefonları ile yayılınca, kendi nesillerinde telefon dahi bulunmayan kuşaklar bu durumu sert biçimde eleştirdiler. Kendilerine yabancı gelen bu teknolojik gelişmeyi eleştirmek bir yana olumsuz yorumlarını yeni kuşaklar üzerinden sundular. Zira onların bildikleri medeniyetin sonunun başlangıcı olmuştu. Oysa yeni doğan nesiller için dünyanın olağan hali, yani normali buydu.

Nesnelerle Desteklenen Hafıza

Diğer bir yandan ise teknolojinin getirdiklerini kabullenme ve buna uyumlanma süratimiz artarken onu tüketme hızımız da aynı oranda artmış görünüyor. Hayatımıza yeni giren bir icadın olağanlaşması için on yıl kadar bir süreye dahi ihtiyacımız kalmadı. Süratle uyum sağlıyor, süratle hayatımıza dahil ediyor ve süratle yeniyi eskileştiriyoruz. Yeninin çabucak eskimesi içinde bulunduğumuz algılanan gerçekliğin müstevisini sarsıyor. Nesnelerle birlikte perçinlenen hafızanın temelini çürük malzemeler oluşturmaya başladıkça, kendiliğin şekillenmesinde önemli rol alan kişisel tarihin geri çağırılamayan anılardan ve boşluklardan oluşması kaçınılamaz bir hal almakta. İnsan ve nesne arası kurulan ilişkinin, tüketimin hızında değersizleşmesi ve hatıra özelliğinin yitimi, sanala olan bağlılığın artışını güçlendiriyor.

Kim olduğumuzu hatırlamak için sanal olanın desteği

Bugünlerde, geçmişte kim olduğumuzu hatırlamak için sanal olanın desteğine ihtiyaç duyuyoruz. Sanal olanın desteğine sığındığımızda yeni anılarımız da bu yapay olan üzerinde şekilleniyor. Hatıranın muhteviyatında her anıldığında yenilenmek olduğundan, yenilendikçe sanallaşan yapay bir hatıra defterimiz oluşuyor. Hatta hızla uyum sağladığımız bütün teknolojik gelişmelerin ışığında bakarsak, on yıldan uzun bir süredir ortalıkta dolaşan sosyal medya çoğunluğumuzun olağan rutinin bir parçası olduğundan beridir, bizlerin sanal hatıra defterleri olma vaziyetini sürdürmekte. Ancak kişisel tarihimizin bizi anlatması gibi, sanallaşan hatıralarımızın da bir yerde bizi temsil etmesini bekliyoruz. Zira -özellikle yeni doğan nesiller için- sanalda sahip olunan hatıralar gerçekte sahip olunanlardan daha fazla. Algılanan gerçeklik içinde hızla tükenen ve tüketilen nesnelerle yeteri kadar ilişki içinde olun(a)maması da gelişen teknolojinin yardımıyla gerçekliğin algısını değiştirmeye yönelttiği görünüyor.

Evren Ötesi arayışlara tepkiler

Sanal evrenlerin bahsinin geçmesi bilimkurgu okuyucuları dışındaki çeşitli çoğunluklar için bildikleri medeniyetin, hatta bu durumda aşina oldukları gerçekliğin sonunun başlangıcı olarak algılansa da içine doğdukları dünya büyüklerinin bilimkurgusu olan nesiller için sıradan bir hadise. Zaten algıladıkları gerçeklik, en başından beri hatıra defteri gibi tuttukları sanal dünyaları. Nesnelerin dünyasında eksiklikler, hızla harcanan icatlar ve hatıraları çağırabilecek kadar kudretli bağlar kurmaya imkân vermeyen tüketim sanal olanı, kalıcı lakin yapay olanı değerli kılıyor. Evren ötesi terimin yoğun biçimde konuşulmaya başladığı bu dönemde verilen ilk tepkiler olumsuz yorumlar, korkutucu ihtimaller ve panik duygularıyla bezeli. Bu tepkilerin doğru ya da yanlışlığından ziyade neden bu şekilde verildiğini anlamamız gerekiyor. Diğer bir yandan da içine doğduklarından beri kendilerine olağan gelen bu sanal dünyanın vatandaşları olan nesillerin, kişisel tarihlerinin bilgisine, nesneler yerine bu sanal evrenlerde erişebildiklerini hatırlamamız ve kısıtlı kaldıkları bu gerçeklik dışına çıkma isteklerinin kim olduklarını daha iyi anlama ve özgürleşme eğilimiyle örtüştüğünü anlamaya başlamamız gerekiyor.

Yine de sosyal medyadaki tecrübesizliğimizden edindiğimiz deneyimler sayesinde evren ötesi sanal vaatler için panik içeren ve olumsuz eleştiriler de gelecek haftalarda ve yıllarda bizi beklemeli ve daha dikkati hamle yapılmalı.

*meta:öte verse:evren

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi