Kader Seçimi Falan Değil!

Yerel seçimlere iki ay kala artık rutinimiz olan “seçim öncesi hareketlilik” gündemimizi işgal etmeye başladı. AKP, 2019 seçimlerinde İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde yaşadığı hüsranın tekrar etmemesi için işi sıkı tutacak ve şansa bırakmamaya çalışacaktır. İşin bir ayağı adayın açıklanması ve seçmenin vaatlerle etkilenmeye çalışılması iken, diğer ayağı perde arkasında yürütülen pazarlıklar, yani seçim mühendisliğidir.

Fikri Sağlar ve onun gibi düşünenlerin ortaya atılmasını, bu seçimlerin köprüden önceki son çıkış olduğunu söylemelerini ve iktidar partisinin gücünü tahkim edeceği seçim sonuçlarının Türkiye’yi “İslam Cumhuriyeti”ne götüreceği hezeyanlarını ciddiye almamak lazım. Kendileri de artık sıkıcı olduklarının, bir “İslam Cumhuriyeti” olacaksak da bunun bir yerel seçim muzafferiyetiyle olmayacağının farkına varsalar keşke. Ayrıca; mevcut iktidarın Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş bir “Milliyetçi, Mukaddesatçı ve Ulusalcı” mutabakatın tezahürü olduğunu, kısa vadede böyle bir tehlike barındırmadığını da görmek gerekiyor.

Tayyip Erdoğan kendi siyasi ekosistemini şekillendirirken, yani “tek adam” olabilmek için temizlik yaparken çevresindeki birçok nitelikli siyasetçiyi de uzaklaştırdı. Bugün meydanlarda gördüğümüz düşük profilli siyasiler bu stratejinin bir sonucu. Diğer bir ifadeyle, belki istisna birkaç belediye haricinde her noktada farklı maskelerle bizzat Erdoğan yarışıyor diyebiliriz; İstanbul örneğindeki gibi… Her ne kadar belediye başkanlığına yeterince konsantre olamadığı ve aklının yükseklerde olduğu eleştirilerini getirmiş olsak da, İmamoğlu’nun salt “kazanmaya alışmış AKP özgüveninin kader bükücüsü” unvanı bile Murat Kurum’a yeter. Diğer yandan 6 Şubat depreminden önce imar barışı pazarlaması yapan Murat Kurum gibi bir siyasinin, bugün normal şartlarda insan içine dahi çıkamaması gerekirdi. Lakin Tayyip Erdoğan Türkiye’sinde bu akıldışılıkların normalleşmesine alıştık.

Girizgâhı “İstanbul, İmamoğlu, Kurum” ile yapmamız rastgele bir şey değil. Zira ülkenin neresinde yaşanırsa yaşansın toplumun kahir ekseriyeti kendi ilinden, ilçesinden ziyade İstanbul’da, biraz da başkent olması hasebiyle Ankara’da ne olacağıyla ilgileniyor. Gerek tarihi önemi ve ülke ekonomisine olan katkısı, gerekse -her ne kadar son seçimlerde boşa çıkmış olsa da- “İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır!” paradigması dikkatleri İstanbul’a yoğunlaştırıyor.

Yerinden kıpırdamayacak olan kemik oylar için yapılabilecek bir şey yok. Meral Hanım da iktidara hizmet edecek olan aday belirleme faslını tamamladı. Küçük sağ partilerin ise neticeye tesirleri ve varlıklarının kime hizmet edeceği CB seçimlerinde de görüldüğü üzere aşağı yukarı belli. Sonuçta dikkatler DEM Parti’ye yoğunlaşmış durumda... Geçmiş seçimlerin sonuçlarını dikkate alıp bir matematik hesabı yapacak olursak; Kürt seçmenin oyunu alamazsa, İmamoğlu’nun seçimi kazanması zor görünüyor. Ancak; merkez partisi olma iddiasıyla yola çıkan İYİ Parti’nin yaptığı manevralarla erimesi, AKP nefretiyle tercih yapacak olan Kürt seçmen, Murat Kurum’un profili, güdümlü yargı kararlarıyla önü tıkanmaya çalışılan İmamoğlu’nun her şeye rağmen bu seçimi kazanma şansının olduğunu gösteriyor. Ayrıca, şeffaflıktan ödün vermeyen yönetim anlayışı da artı hanesine yazılacaktır.

Yapılan bazı kamuoyu araştırmalarına göre Kürt seçmenin % 50’si (bazılarına göre %60’ından fazlası), DEM Parti’nin kendi adayı ile seçime girmesi gerektiğini düşünüyor. Ülke siyaseti açısından üstünde durulması gereken nokta burası. Demek ki Kürt seçmen, son seçimlerde destek verdiği irade tarafından yeterince temsil edilmediği ve sorunlarına odaklanılmadığı kanaatinde... İmamoğlu popülizminin böyle bir derdi olmadığını biliyoruz. Ancak; hâli hazırda İYİ Parti kamburundan kurtulmuş olan ana muhalefet bu fırsatı doğru değerlendirirse hem yerel hem de ülke ölçeğinde konuyu farklı bir yere taşıyabilir. Bu minvalde konuşmaya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi