Knidos Afroditi - I

Hepsinin en üstünü, yalnız onun değil, yaşamış tüm sanatçıların eserleri arasında, Knidos Afroditi’dir. Öyle ki, birçok kimse sırf bu heykeli görmek için denizler aşarak Knidos’a gelir

En çok tanınan sanat eseri nedir sorarsanız, Michelangelo’nun “Davut”u, Botticelli'nin “Venüs'ün Doğuşu”, Rodin’in “Düşünen Adam”ı ve Picasso’nun “Guernica”sı gibi farklı yanıtlar alabilirsiniz ama tahmin edebileceğiniz gibi en tanınmış sanat eseri bunlar değil, Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sı. Louvre Müzesi’nde sergilenen bu eser, yılda yaklaşık on milyon ziyaretçisiyle diğerlerinin çok önünde. Mona Lisa’nın günümüzde taşıdığı üne sahip bir eser daha vardı geçmişte, çok uzak yerlerden insanların, görmek için uzun yolculuklara katlandığı. Döneminin Michelangelo’su, heykeltraş Praksiteles’in M.Ö. 4. yüzyılda yonttuğu bu eser bir Tanrıça Afrodit heykeli. Bulunduğu yer de bize uzak değil, bugünkü Datça yakınlarındaki Knidos.

Derler ki  Praksiteles, Kos Adası(1) sakinlerinin siparişiyle yaptığı iki Afrodit heykelinden birinde tanrıçayı giyinik, diğerindeyse bütünüyle çıplak olarak yontar. Bunda ne var demeyin, antik Yunan sanatında o güne dek tanrıçalar genellikle yalnızca gerdan kısmı açık ya da  nadiren -o da doğurganlığı simgelemek üzere- göğsü açıkta betimlenegelmiştir(2). Oysaki bu Afrodit, sağ elinin hafifçe kapadığı kasık bölgesi dışında çırılçıplaktır; dahası gerçek insan boyutlarındadır ve her şeyi birbiriyle orantılıdır, tanrı ve tanrıça heykellerinde görülen abartıdan eser yoktur.

İstenmeyen Heykel

Sipariş edilen heykelleri ilk gördüklerinde şaşkına döner Koslular; bir tanrıçayı ölümlüler gibi resmetmek, hem de çıplak olarak, görülmüş şey değildir. Yalnızca giysili heykeli kabul eder, diğerini teslim almayı ve parasını ödemeyi reddederler. Bunun üzerine Knidoslular satın alır heykeli ve kentlerindeki, yuvarlak bir temel üzerinde yükselen Afrodit Tapınağı’na yerleştirir.

Heykelin yerleştirilmesinden sonra, bütün Knidos’u gören yüksek bir tepede kurulan tapınak yalnızca tapım için çekmez insanları kendine, ünlü kulaktan kulağa yayılan heykeli görmek isteyen kalabalıkların ardı arkası kesilmez.

[Döneminde sikkelere bile basılan Knidos Afroditi kentliler için o kadar değerlidir ki borç içinde yüzdükleri günlerde, Bitinya Kralı I. Nikomedes’in, Knidos’un tüm borçlarına karşılık, ki hiç de az değildir, heykeli verme teklifine yanaşmazlar; yapılan halkoylamasında büyük çoğunluk “Hayır” der ve Afrodit’i vermektense yoksulluğa katlanmayı seçer Knidoslular.]

Knidos Afroditi’nin bu denli ilgi uyandırmasında bir tanrıçanın çıplak betimlenmesinin uyandırdığı merak kadar heykelin güzelliği de pay sahibidir elbette. Bir kere heykel normal insan boyutlarındadır ve diğer devasa heykeller gibi büyüklüğü karşısında ezmez ziyaretçilerini. Son derece gerçekçi bir biçemle betimlenen bu heykel-kadın kusursuz bir güzelliğe sahiptir; o kadar ki neredeyse Rönesans sonrasına dek kadın güzelliğinin en temel referansı olacaktır.

[Derler ki heykelinin ünü kulağına gelen Afrodit meraklanır ve denizleri aşarak Knidos’a gelir; heykeli, tüm çevresini dolaşarak dikkatle inceler ve kendisine ne kadar benzediğini görünce şaşkınlıkla haykırır: “Praksiteles beni nerede çıplak görmüş?”]

Ama Yunan sanatında ilk çıplak kadın heykeli sayılan bu eserin bence asıl önemli niteliği “seküler” karakteri; betimlenen Afrodit bir tanrıça gibi değildir, henüz banyodan çıkmış -ya da girmek üzere olan- güzel bir kadındır burada gördüğümüz, sanki gözlendiğini fark ederek utanmış ve hızla, ama telaşlanmadan ve paniğe kapılmadan, üstünü örtmek için peştemaline uzanmış bir kadın…

İnanna, İştar, Astarte

Eserin diğer önemli yanıysa kadın güzelliğinin Yunan sanatında ilk kez bu derece açıkça sergilenmiş ve yüceltilmiş olmasıdır. O güne dek Yunan sanatında “estetik” denildiğinde anlaşılan, yalnızca erkek bedeninin güzelliğidir çünkü, sağlıklı, kaslı, atletik genç erkek bedeni…

[Her ne kadar kimi -Batılı- sanat tarihçileri Avrupa Sanatı’nı Knidos Afroditi’yle başlatacak kadar ileri gitse de bu daha çok, antik Yunan’ı -ve onu izleyen Roma’yı-  Avrupa kültürünün doğum yeri kabul ederek kendini, aslında Yunan ve Roma kültürünü de büyük ölçüde etkilemiş ve dönüştürmüş Doğu Akdeniz uygarlıklarından ayırmanın bir biçimidir ve gizlenmiş bir ırkçılığın dışavurumudur.

Oysaki, Mısır da dahil, Doğu Akdeniz’de tanrıçaların çıplak olarak resmedilmesi zaten alışılmadık bir şey değildir; sayfada görebileceğiniz “Gecenin Kraliçesi” rölyefindeki Tanrıça İştar’a bir göz atmak yeterli, ki Tanrıça Afrodit’in kendisi, Sümer tanrıçası İnanna’nın, onun ardılı Mezopotamya tanrıçası İştar’ın ve onun da ardılı Fenikeli Astarte’nin Yunanlaştırılmış halinden başka bir şey değildir aslında (hepsini ve Friglerin Kibele’sini önceleyen de Anadolu’nun “Ana Tanrıça”sıdır).

Knidos Afroditi’nin öncekilerden asıl farklılığı, Tanrıça’nın çıplaklığında değil tüm kutsallığından sıyrılarak bir ölümlü gibi resmedilmesinde yatar. Yoksa Doğu Akdeniz’de, hatta Rönesans ve sonrasına dek Avrupa’da bile sanattaki çıplaklık çoğu zaman cinsellikten bağımsızdır. Kilise ve katedrallerdeki fresklerde meleklerin çoğunlukla çıplak olması şaşırtıcı gelmesin; bu meleklerdeki çıplaklık, dünyaya ait -kirli- her şeyden sıyrılmış olmayı, masumiyeti, saflığı ve Tanrı’yla bir olmayı simgeler ve bu haliyle dünyevi cinselliğin değil kutsallığın varlık alanında yer alır. Kadim Yakın Doğu uygarlıklarındaki kadın çıplaklığı da cinsellik değil, bereket ve doğurganlığın simgesidir.]

Plinius ve Lukianos

Yeniden Afrodit’e dönelim. Yaşlı Plinius, M.S. 77’de yayımlanan hacimli eseri 'Doğa Tarihi”nde şöyle der Praksiteles için: ’’Mermer yapıtlarının ünü kendisini bile aşmıştır. Atina’daki Ceramicus’ta(3) da bazı çalışmaları bulunur ama hepsinin en üstünü, yalnız onun değil, yaşamış tüm sanatçıların eserleri arasında, Knidos Afroditi’dir. Öyle ki, birçok kimse sırf bu heykeli görmek için denizler aşarak Knidos’a gelir."

Ondan bir yüzyıl sonra yaşamış bir yazarsa (-Pseudo- Lukianos(4)) "Erotes"  adını taşıyan eserinde şöyle anlatır: “Bahçenin yeterince keyfini çıkardıktan sonra tapınağa girdik. Tanrıça’nın Paros(5) mermerinden yapılmış olağanüstü güzellikteki heykeli tapınağın orta yerinde duruyordu. Vücudunun güzelliği  herhangi bir örtüyle gizlenmiş değildi. Sadece bir eliyle, iffetini korumak istercesine önünü kapatıyordu. Sanatçının sergilediği ustalık, taşın katı ve inatçı doğasını kırmış, onu her uzvun şekline uyum sağlamak zorunda bırakmıştı."

Gecenin Kraliçesi Rölyefi (Tanrıça İştar ya da Ereşkigal), Eski Babil Dönemi, M.Ö. 1800-1750

Sonra da devam eder: "Afrodit Tapınağı normal tapınaklardan farklı olup ön ve arkada iki kapısı bulunuyordu. Böylece isteyen Tanrıça’yı hem önden hem arkadan izleyebiliyordu. Biz de Tanrıça’yı tüm yönlerden görebilmek için arka kapıya gittik ve onu büyük bir hayranlıkla izlemeye koyulduk. Tam oradan ayrılmak üzereyken heykelin bir bacağında bir çizik gördük. Bu, temiz bir giysinin üstündeki pis bir lekeyi anımsatıyordu. Mermerin parlayan, düz, olgunlaşmış yüzeyinde bu çizik çok çirkin görünüyordu. İlk önce mermerin içindeki bu siyah lekenin doğal bir çatlak olduğunu düşündüm. Çatlağı yakından incelememiz, bu sırada yanımızda duran tapınak görevlisi kadının dikkatini çekmiş olacak ki, bize ilginç bir olay anlattı. Buna göre, kentin saygın ailelerinden birinin genç oğlu, Afrodit Tapınağı'nı çok sık ziyaret etmeye, bazen tüm gününü tapınakta geçirmeye başlamış. Sabahları çok erken saatte tapınağa gelir, güneş battıktan sonra da istemeye istemeye eve dönermiş. Sonuçta bu genç, Tanrıça’ya aşık olmuş. Günlerini aralıksız olarak bıkmadan usanmadan Tanrıça’nın karşısında oturarak, onu hayranlıkla, aşk ateşi ve şehvetle seyrederek geçirirmiş.

Bir gün tapınakta saklanmış ve kapılar görevliler tarafından kapatıldıktan sonra, Tanrıça ile baş başa kalmış. Arzu ve isteklerinin doruğa ulaştığı o gece, heykelle şehvetli bir birleşme yaşamış. Bu gecenin sonucunda heykelin bacağında oluşan çizik, ertesi gün fark edilmiş. Gizlice kaybolan gence ne olduğu bilinmiyor. Yalnız saygın bir aileye mensup olduğundan adı önce gizli tutuluyor ve zamanla da unutuluyor...”

Lausos (öndeki) ve Antiochos (arkadaki) Sarayı Kalıntıları, 1967 (Sultanahmet-Binbirdirek Mahallesi)

Lausos Sarayı

Bugün Knidos Afroditi’nin yalnızca kaidesi duruyor yerinde. Roma ve Bizans  İmparatoru Theodosius’un buyruğuyla yaklaşık M.S. 450 yılında  İstanbul'daki Lausos Sarayı’na  taşınan heykel, M.S. 475’te sarayda çıkan büyük yangında yok olur(6). Bugün çeşitli müzelerde sergilenen ve sayıları elliyi aşan Knidos Afroditleri, eserin Roma döneminde yapılmış kopyalarıdır(7).

Bilirsiniz, -figüratif çalışan- heykeltraşlar eserlerini yaratırken bir modele gerek duyarlar çoğunlukla. Peki Knidos Afroditi’ne yüz ve bedenini veren güzel kadın kimdi aslında? Bu öykü de en az heykelinki kadar ilginç ama onu da haftaya anlatalım.

  1. Bodrum açıklarındaki İstanköy Adası.
  2. Pek çok toplumda kadın göğsünün cinsel bir obje olarak görülmeye başlanması birkaç yüzyıl öncesine dayanır ancak; Eski Minoslular da (Girit) dahil olmak üzere kadın göğsü yalnızca bebeği emzirme işlevi gören organlar olarak görülür ve “erojen” kabul edilmezdi.
  3. Antik zamanlarda Atina Akropolünün kuzeyinde bulunan, çömlekçilerin, seramikçilerin ve heykeltraşların atölyelerinin bulunduğu bölge.
  4. Burada sözü edilen Lukianos, yine M.S. 2. yüzyılda yaşamış Samsatlı Lukianos olmasa gerek. Döneminde ve sonraki yüzyıllarda, yazdığı hicivlerle ün yapmış bu yazarın biçemini taklit etmek çok moda olduğu için, yazarı bilinmeyen ama biçemi onunkini andıran yazarlar “Pseudo Lukianos” (Sahte Lukianos) olarak adlandırılmıştır. “Erotes” de (“Aşklar” anlamına gelir) onlardan birine ait olmalı, Samsatlı Lukianos’un bu adı taşıyan bir eserini bulamadım. Ancak yakın tarihli araştırmalar, bu eserin de Samsatlı Lukianos tarafından yazılmış olabileceğine işaret etmektedir.
  5. Yüksek kaliteli mermerleri antik çağ sanatçıları tarafından çok tercih edilen bir Ege adası, Kiklad Adaları’ndan biridir.
  6. Saraya taşınan ve yangında kaybolan heykelin eserin yalnızca bir kopyası olduğunu öne sürenler de vardır.
  7. Sultanahmet bölgesindeki Lausos Sarayı’nın bulunduğu yerde Mehmet Akif Ersoy Parkı yer alıyor günümüzde. Fatih Belediyesi’nin, 2009’da sarayın kalıntıları üstünde açılmış parkta Ramazan eğlenceleri için bir sahne ve tribün inşa ettiğini ve Koruma Kurulu’nun aldığı çeşitli kararlara rağmen bunları kaldırmadığını da not edelim. Bulabildiğim en yeni haber 2022’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi girişimiyle bunların sökülmeye başlandığı yönünde; son durumu konusunda bir bilgim yok ne yazık ki.

Knidos Afroditi - I

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi