Murat Kurum’u Neden Başkan Yapmamalıyız?

O çirkin, saldırgan, şirret üslubuna rağmen, bazen gözlerim Engin Ardıç’ı arıyor. Vefatı sonrasında birkaç defa onun için bir yazı yazmaya niyetlendim. Ancak; Oray Eğin öyle bir yazı yazdı ki, ekleyecek bir cümle dahi bulamıyorum. Aklıma geldikçe de açıp tekrar tekrar okuyorum. Böylesi bir entelektüelliğin, üslup zenginliğinin ve nüktedanlığın iktidar yandaşlığı çukurunda çürümesine hiç anlam veremedim. Bir gün Murat Belge’ye ithafen yazdığı bir yazı üzerine bu merakımı Murat Bey’in kendisine sorarak gidermiştim. Belge, her zamanki sonsuz hoşgörüsüyle “Engin, ‘Bu ülkede neden bir Aziz Nesin olamadım?’ düşüncesiyle büyük bir iç hesaplaşma yaşıyor olmalı...” kabilinden muhteşem bir yorum yapmıştı. 

Bu başlıkla bu girişin ne ilgisi var diyecek olursanız… Ardıç, 90’lı yılların başlarında Türkiye’nin ilk özel televizyonu olan Star TV’de televizyon yorumculuğu yapıyordu. Bir programında, dönemin Ulaştırma Bakanı için “Yaşar Topçu’dan bakan olursa at üzengisinden de gramofon iğnesi olur…” demişti. Murat Kurum’u her gördüğümde Ardıç’ın bu yakıştırmasını hatırlıyorum…

Erdoğan’ın otuz senesine şahit olduğumuz siyasi hayatının serencamında, varlık nedeni olan kente layık gördüğü ismin Kurum olmasını anlamak mümkün değil demek isterdim ya, maalesef anlayabiliyoruz. Kurum, Erdoğan’ın biricik seçilmiş olarak tüm kurumları memurlar ile yönetme stratejisinin bir sonucudur. Üstelik memur adaylarının da en çapsızlarını tercih ediyor ki yarın alternatif güç olarak karşısına dikilmesinler. “E hani Erdoğan’ın son seçimiydi, böyle bir kaygıya ne lüzum var?” diye düşünenler varsa, onu hiç tanımamışlar demektir. Zira; konu kendi de olsa, her son Erdoğan için yeni bir başlangıçtır. Anayasayı rafa kaldıran, Anayasa Mahkemesi’nin tartışmaya kapalı kararlarını da uygulamayan bir anlayışın “Yeni Anayasa” ısrarı, o meşum başlangıca yol vermek dışında bir hayır gözetmemektedir.

Dünyanın en müstesna kentlerinden birisi olan İstanbul’u yönetmeye talip olan ve ne yazık ki böyle bir şansı da olan Kurum’un her gün alay edilen beyanatları komik değil trajiktir. Üstüne uzun uzadıya konuşulacak bir tarafı yok. Asrın projesi olarak pazarladıkları “Kanal İstanbul” projesinden her nedense seçim kampanyası sürecinde söz etmekten kaçınan, Maraş Depremi öncesinde İmar Barışı reklamıyla vaatler yağdırırken şimdilerde bir numaralı gündemi deprem güvenliği olan, müktesebatı itibariyle getirildiği pozisyonların hakkını rant projeleriyle ödeyen, daha birkaç hafta önce vuku bulan İliç Katliamı’nda sorumluluğu olan birisi İstanbul’un başına olsa olsa dert olur. Erdoğan yakın tarihlerde bu kadim şehre ihanet ettiklerini ikrar etmişti. Kurum da ancak vasat bir devam filmi olur.

Siyasi iktidar, beş yıl önce surda delik açan İmamoğlu’nu bir türlü sindiremedi. Ve ona işini yaptırmamak için de elinden geleni ardına koymadı. Belediye Meclisi eliyle yapılanlar ve karalama kampanyaları yetmedi, akla ziyan gerekçelerle yargı devreye sokuldu, siyasi hayatı bitirilmeye çalışıldı. Türkiye ekonomisinin üçte birini oluşturan kentteki rant kapılarının kısmen kapanmasının acısı bir türlü dinmedi. Asıl mesele de buydu. Şeffaf bir yönetim anlayışı; gizli kapaklı sözleşmelerle milletin parasını har vurup harman savurmaya alışmış iktidara kıyasla da kötü örnekti..(!)

İmamoğlu’nun eleştirilecek yanları elbette var ve yeri geldiğinde söylemekten ve yazmaktan da geri durmadık. Ancak; her türlü baskıya ve kısıtlamaya rağmen gösterdiği çaba ve kararlılık takdire şayandır. Siyasi iktidarın ve onun tüm kurumlardaki uzantılarının her türlü cambazlığına rağmen ayaklarının üstünde durmayı başarmıştır. Bu hasletleri onu; alternatifsizlikten umutsuzluğa düşmüş olan toplum için alternatif, iktidar için de korku nesnesi hâline getirmiştir. “Ama iktidar partisi belediyelerinin avantajı vesaire…” tezviratlarına ise hiç kulak asmamalıyız. Bunu her duyduğumuzda, iktidarın yönettiği ülkenin hâlini düşünmeliyiz. 

Velhasıl; ne olursa olsun, Murat Kurum’u başkan yapmamalıyız…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi