Neden? Neden olmasın?

Soru sormak sadece yaratıcı meslekler için değil, tüm iş dünyası ve yaşam için kritik bir mesele. Tasarıma dayalı alanlarda biraz daha önemli olmasının sebebi soruların ortaya çıkarılan üretim için oldukça belirleyici olması.

ODTÜ’ye kayıt için gittiğim ilk günde, kayıt ofisinde elime küçük bir kitapçık tutuşturmuşlardı; hala yapılıyor mu bilmiyorum. Bu kitapçıkta çeşitli karikatürler ve hikayelerle birlikte yeni öğrencilere mizah dolu bir “hoş geldin” deniliyordu. Her köklü eğitim kurumunda olduğu gibi ODTÜ’nün de kendine has efsaneleşmiş hikayeleri vardır. Okulumda geçirdiğim takip eden dört yıl içerisinde zaman zaman deneyimlediğim zaman zaman da duyduğum bu hikayelerle ilk tanışmam, işte bu küçük kitapçık sayesinde olmuştu.

İlk kez burada karşılaştığım, ancak kampüs sınırlarını aşmış bilinen bir anekdot şöyledir: Felsefe bölümünün sınav kağıdında sadece “Why?/Neden?” yazar. Bu sınavda herkes kendince felsefe yapar ve çeşitli notlar alır. Sınavda en yüksek notu alan öğrencinin cevabı ise “Why not?/Neden olmasın?” şeklindedir.

Antik felsefede daha sıklıkla Ne? Ve Nasıl? Soruları ile karşılaşırız. İnsanın doğası, evrenin işleyişi, ahlak, etik, ölüm ve yaşam gibi konuları sorgulayan Aristoteles, Socrates ve Plato, çoğunlukla, “Gerçek Nedir?” “Nasıl ahlaklı oluruz?” “Nasıl iyi yaşarız”? gibi sorular etrafında tanımlar ararken, Aristotales bir varlığın anlaşılması için tanımının yapılması gerekliliğini yazın tarihine bıraktığı eserlerle vurgulamıştır.

Felsefecinin Posterior Analytics kitabının girişinde açıkladığı dört soruşturma sorusu varlıkların doğalarını ve özelliklerini anlamak ve tanımlamak için elzemdir. Bunlar:

  1. To hoti (that is), gerçekliği sorgular. Var mıdır? O mudur?
  2. To dioti (why is), o şeyle ilgili gerekçeyi, sebebi sorgular. Varlığın özelliklerini araştırmaya yöneliktir. Neden bu özellikler vardır?
  3. Ei esti (whether it is), söz konusu şey gerçekten var mıdır? Varlığı kalıcı ve hakikat midir?
  4. Ti esti (what it is), varlığın anlamı ve özellikleri nedir?

şeklindedir.

Ne sorusu, mevcutta algıladığımıza hızlı ve doğrudan yanıt veren bir soru gibidir. Nasıl sorusu daha çok metod ile ilgilidir; Bir şeyin olması için izlenen yolu anlatır. Neden? sorusu varlığın, durumun veya olayın sebeplerini araştıran, daha “öz”sel bir soru olarak karşımıza çıkar.

Çocukken daha yaratıcı olduğumuz için çok soru sorarız

Bir istasyonda beklediğimizi düşünelim. Elinden tutuğumuz çocuğumuz yaklaşmakta olan treni gösterip “O gelen ne? Diye sorsun, cevabımız nesnenin kendisi olan tren olacaktır. Bilirsiniz, belli yaşlarda çocukların soruları bir makinadan fırlatılır gibi yönelir. “Peki tren nasıl geliyor?” Trenin rayların üzerinde hareket ederek ilerlediğini anlatabilirsiniz. “Peki neden?” Çünkü birileri treni icat etmiş, başkaları tasarlamış, devletler demiryolu rayları döşemiş, treni üzerine yerleştirmişler şeklinde hikayeleştirerek anlatırsınız. Bilirsiniz ki, aslında çocuklar kısa cevapları hiç sevmezler ve cevaplarınız ne kadar kısa ise o kadar çok soru sorarlar. Oysa onlara cevaplarınızı hikayeler olarak aktarırsanız, onları bir anda anlattığınız hikayelerle meşgul edebilir ve kendi zihinlerinde oyalanmalarını sağlarsınız. Bu sizin biraz daha rahat bir nefes almanıza imkan verirken, onlar için yaratıcılıkları adına bir mağarada dolaşmanın yolunu açar.

Neden sorusu, bir sebep-sonuç ilişkisi ortaya koyar. Tren örneğinde devam edersek, karşımızdaki bir çocuk olmasa ve kurduğumuz neden- sonuç ilişkisi daha da gerilere gitmek istese, “Neden demiryolları ve trenler var?” Sorusuna kadar derinleşebiliriz. İlk demiryolunu ve tren lokomotifini icat eden İngiliz Richard Trevithick’in ailesinin madenci olduğu ve kendisinin de tüm yaşamı boyunca madencilikte kullanılan çeşitli mekanizmalar yarattığını anımsarız. Trevithick, başka alanlarda kullanılan buhar gücünü geliştirerek madenler için ilk demiryolu ve lokomotifi ürettirip kullandığında tarihler 1804 yılını gösteriyordu. Bu gelişimi alıp, yük ve yolcu taşıma amacı ile ilk demiryolu sistemine aktaran isim ise George Stephenson olarak tarihe geçmiş. Stephenson da yine madenlerde kullanılmak üzere 1814 yılında kömürle çalışan “Travelling Engine/Gezen Makine” ismini verdiği lokomotiften sonra, buharla çalışan “Rocket” isimli lokomotifin patentini alır ve başta İngiltere  ve Amerika olmak üzere, dünyadaki demiryolu ulaşımı başlamış olur. Neden sorusu, çünkü bu gelişmeler olmuştur diye köklere kadar gider. Neden sorusunu sonsuz biçimde sorabilirsiniz. vereceğiniz cevaplar madenlerdeki verimliliğin arttırılmasına, kullanılan iş gücünün azaltılmasına, daha çok yük taşınabilmesine, mesafeler arasındaki ulaşımın arttırılmasına, tüm bu ve benzeri gerekçelerin insanlığın gelişimine, endüstri devrimine, kapitalist düzene kadar ulaşabilir. Her bir gerçeği ve olayı “Neden” sorusu ile ağlar halinde birbiri ile ilişkilendirebilir ve böylece anlama ve anlamlandırma yolculuğunuza zenginlik katabilirsiniz. İş dünyasında sorunların köklerine inmek için 5Why denilen bir teori de vardır. Bu tam da burada örneklediğim gibi, herhangi bir problemin kaynağına ulaşmak için en az beş kez “Neden?” sorusunu sormamız gerektiği prensibine dayanır.

Tren örneğinde de görebileceğimiz üzere “Neden olmasın?” sorusu ise varoluşsal bir yanıt gerektirir. Çünkü insan yapabilendir. Çünkü insanın düşünce gücü ve yaratıcı aklı vardır. Çünkü insanlar bilgiyi işleyebilir ve işlediği bilgileri öteye taşıyarak sürekli bir gelişim içerisinde olabilir.

Neden? sorusu gerek iş yaşamında gerek insan ilişkilerinde, gerek gazetecilikte, bilimde, eğitimde de önemli bir soru olarak karşımıza çıkar. Bilim insanları, eldeki gerçeklere kuşkucu yaklaşan bir düşünme biçimine sahiptirler. Onların sorduğu “Neden?” ve “Neden olmasın?” soruları, insanlığın bugüne dek gösterdiği tüm olumlu olumsuz gelişmenin ardında bulunabilir.

Üniversite yıllarımdan itibaren bir gelenek olarak, hazırladığım projelerimi hep 5N1K prensibi ile oluştururum; sunmam gerektiğinde de sunumlarımı Kipling prensibi denilen bu prensip ile sunarım. Bu, yaratıcı bir fikri anlatabilmenin, olmayan bir düşünceyi tanımlayabilmenin en sade ve anlaşılır yöntemi gibi gelir bana; geçtiğimiz 30 yılda da hiç yarı yolda bırakmadı beni.

Türkçe’deki hali ile 5N1K, Ne, Neden, Nerede, Nasıl, Ne zaman ve Kim sorularını soran bu prensip, İngilizce’de 5W1H olarak anılır ve bu metodu kullanan Rudyard Kipling’e aittir.

Rudyard Kipling

Tarihin ve İngiliz edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Kipling’in kariyeri şairliğin yanında kısa hikayelerden gazeteciliğe dek uzanır. 41 yaşında Nobel ödülü alan, 60 yaşında Time dergisine kapak olan yazar, döneminin en önemli yaratıcı figürlerinden biridir. Bunun ardında, müthiş yazın gücünün yanında çok çeşitli alanlarda sonsuz denilebilecek bir üretkenlik göstermiş olması, Hindistan, İngiltere, Amerika arasında geçen ömründe döneminin getirdiği tüm koşullara uyum sağlayacak biçimde azimle çalışkanlık sergilemiş olmasıdır. Kipling bir konuyu incelemek ve ortaya koymak için anlamları dilimizdeki ile aynı biçimdeki What, When, When, Who, Why ve How sorularını sormuştu. Neden sorusu, çoğunlukla gazetecilikte yaygın olan bu metodun en önemli sorularından biridir, çünkü konunun amacını açıklar.

Uzun yıllardır deneyimlendiğim ve hala kendimi geliştirmeye çalıştığım tasarım odaklı düşünme metodoljisinde, yaratıcı aklın diğerlerinden farklı olan düşünme biçimini masaya koyarız ve bu metodoloji ile herkesin özünde sahip olduğu yaratıcılığı yeniden keşfedebileceğini iddia ederiz. Burada “Definition/Tanımlama” safhası kanımca en önemli aşamadır. Tasarım pek çok farklı bakış açısı ile ele alınabilen bir kavram ancak bir problem çözümü olarak ele alındığında, o problemin ve ilgili ihtiyaçların tanımlanması büyük önem taşır. Bu konuda daha önce kapsamlı olarak yazmış olduğumdan, bu metodolijiyi ve tanımlama safhasını daha detaylı anlatmak istemem. Ancak tasarım alanında Neden? sorusunu masaya yatıran önemli bir isimden ve girişiminden bahsetmek isterim.

Marble Arch Hill, 2021, Fotoğraf: Oliver Wainwright.

Winy Maas ve t?f

Rotterdamlı global mimarlık bürosu MVRDV ortaklarından biri olan Winy Maas, 1993 yılında çağımızın bu çok önemli mimarlık stüdyosunu kurmadan önce, yine kuruculardan biri olan Van Rijs ile birlikte OMA’da çalışıyordu. MVRDV kurucu ortaklarından edindiği ismi ile ( Winy Maas, Jacob van Rijs, Nathalie de Vries) günümüzün en dikkat çeken mimarlık ofislerinden biri. Bu ofis gerek forma gerek yaşam biçimlerine, mekan algılarımıza alışılmadık önermeler getiren, kimilerinin beğenerek benimsediği, kimilerinin itici bulduğu pek çok mimarlık projesini hayata geçiriyor. Ofisin mimari üretimleri pek çok ortamda oldukça ciddi eleştiriler alıyor. Bu eleştirilerden en yenisi, Londra’da Hyde Park’ın yanındaki Marble Arch Mound’a yaslanacak biçimde geçici olarak inşa edilen sunni tepecik oldu. Bu projede MVRDV, insanların bu yapay tepeye tırmanarak, tarihi ark üzerinden kentin o kesimine farklı bir bakış açısı edinmelerini ön görmüştü. Londralılar bu müdaheleyi fazlaca çirkin buldular. Üstelik başta 3.3 milyon Pound olarak tahmin edilen bütçe fazlası ile aşıldı, yerinden kaldırılması ile birlikte 6 milyon Pound para harcandı. Bizdekinin aksine oldukça şeffaf olan yönetim, kent konseyinin kentin gelişimi için ayrılan bütçesinden yaptığı bu harcamanın hesabını veremeyince de ilgililer baskılar sonucu konseyden istifa etmek durumunda kaldı.

Winy Maas, MVRDV ve t?f kurucusu

MVRDV, yaratıcı üretimi ile rahatsız edici olabiliyor ve kanımca ayrı bir yazıyı da hak ediyor. Diğer yandan ofisin kültüründe hep bir Neden Olmasın? kültürü olduğunu hissetmemek mümkün değil. Bunu bu ofisle ilgili her okumamda, kurucularını her izlediğimde düşünüyordum. Ofisin yaratıcı lokomotifi olan Maas önderliğinde kurulan The Why Factory ( t?f) bu düşüncemi haklı çıkardı. Maas yaratıcı üretimin temelinde Why? Sorusunun önemine inanan bir yaratıcı düşünür. Delft Üniversitesi’nde bu oluşumu kurmasının temelinde de bu bakış açısı yatıyor. Bir araştırma enstitüsü olan t?f, daha önce sizlere  birkaç kez bahsettiğim spekülatif tasarımı kullanarak gelecek hakkında senaryolar üretiyor, araştırmalar yapıyor. Özellikle kentlerin, buradaki yaşam biçimlerinin ve toplumların davranışların üzerine odaklanan bu kentsel çalışmalar çıktılarını sergiler, seminerler, kitaplar olarak sunuyor.

2007 den bu yana pek çok proje üreten t?f ile tanıştığımdan beri tasarım için Neden? ve Neden Olmasın? sorularının benim için kritik önemi bir kez daha perçinlendi. Örneğin burada sunulan projelerden biri neden evlerimizin alıştığımız malzemelerden ve alıştığımız formlarda olması gerektiğini sorguluyor ve bize öneri olarak Barba adını  verdikleri kurgusal bir nanoteknoloji ürünü bio-malzemeyi sunuyor. Barba’yı burada İstanbul’da bir konferansta dinleme şansını bulmuştum.  Bu iki sorunun mimarlık ve tasarım adına üretimi nasıl farklı yönde tetikleyebileceğine dair en iyi örneklerden biri olarak paylaşmak istedim.

Soru soranlar genel olarak meraklı kişilerdir ve meraklı kişiler yaratıcı eylemlerde bulunurlar. Başkalarına göre tasarımda, inovasyonda, buluşta, sanatta, üretimde daha başarılı olabilirler. Çocuklarımıza basmakalıp bir eğitim yerine, soru sormayı öğretmemiz daha yaratıcı bir toplum yaratmak adına önemli. Soru soran insanlar cevaplarını da bulmak için büyük bir tutku taşırlar. Bu döngü mutlak bir gelişimi sağlar. Sıradan, cevabı herkes tarafından bilinen soruların kimseye bir yararı yok. Soru sormak kadar doğru soruyu sormak da önem kazanıyor. Doğru soruları sormak, insanın kendinde geliştirebileceği bir özellik. Günümüzün teknolojik araçlarını kullanmak için de bir zorunluluk. Eskiden Google, şimdilerden sonra ise yapay zeka uygulamalarının kutucuğuna ne yazdığınız, ondan neyi nasıl elde edeceğinizi belirliyor. Başka bir deyişle fark yaratan düşüncelere ve üretimlere giden yol, soru sorma becerisi ile paralel ilerliyor. Neden diye sorabilirsiniz, neden olmasın?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi