OKUYUCUYU DÜŞLERİNE ORTAK EDEN YAZAR MUZAFFER İZGÜ

İlkokulu bitirdiğim yaz öğretmenim Ali Aksu’nun önerisiyle Muzaffer İzgü’nün ‘Zıkkımın Kökü’ kitabını okudum. Ortaokula başladığımda öğretmenlerimden biri tüm sınıfa ‘Bu yaz hangi kitabı okudunuz?’ diye sormuştu. Sıramı beklerken dalmışım, bir anda öğretmen ‘Eda, sen hangi kitabı okudun?’ diye sordu. Yanıtım ‘Zıkkımın Kökü’ oldu. Tüm sınıfın ve öğretmenimin aynı anda katılarak güldüğünü anımsıyorum. O nedenle bu kitabın yeri bende ayrıdır.

Muzaffer İzgü pek çok çocuğun yaşamında iz bırakan bir yazar. Diyarbakır İlköğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yaptı. Güçlü kalemi, yaşamdan hikâyeleri, tanıdık insan öyküleriyle yaşamı boyunca üretti. 26 Ağustos 2017 tarihinde arkasında 107 kitap, iki yüze yakın radyo oyunu bıraktı. Hastanede tedavi gördüğü dönemde kendisi için “Muzaffer İzgü doğdu, okudu, düşler kurdu, yazdı ve gitti” denilmesini istemişti. Muzaffer İzgü’yle düş kuran çocuklar büyüdü, şimdi sıra çocuklarında. Bu hafta kitap sayfamızı büyük ustaya ayırıyoruz. Haftanın kitapları ve meraklı kitap kurtları için önerilerimizde yazarın sizler için seçtiğimiz kitapları var. Bu bölümde ise Muzaffer İzgü’nün yaşamını anlattığı ‘Zıkkımın Kökü’ kitabıyla yazarın yaşamından kesitler sunmaya çalışacağım.

BANDO MIZIKAYLA DÜNYAYA GELİR

Muzaffer İzgü Adana Kız Lisesi’nde hademelik yapan Ahmet İzgü ve Antakya’dan Adana’ya gelip yolları burada kesişen Havva İzgü’nün oğludur. Bando mızıkıyla dünyaya gözlerini açar. “Yıl 1933, aylardan ekim, günlerden 29. Cumhuriyet ilan edileli on yıl olmuş.” Annesi o gece fener alayını izleyeceğim diye tutturur. Babası eşine sözünü dinletemez, komşu kadınlardan biriyle kucağında bir yaşındaki çocuğuyla fener alayına katılır. Gerisini İzgü’nün kaleminden aktarayım: Annemle komşu kadın bezirgânların önündeki daracık kaldırıma dizilmişler, insanların arasına sokulmuşlar. Ama nasıl kalabalık, iğne atsan yere düşmez. Az sonra bando öteden gözükmüş. “Pıstattararaa!..” demeye başlayınca, “Uy anam”, annemdeki sancı... Breh, kaldırımda adım atacak yer yok, yan yön insan, gerisi dükkân. “Aman ha kadının sancısı tuttu ha, yol verin ha!” Yol nerde ki? O sıra, bando da ermiş gelmiş annemin önüne... “Kadın doğurdu ha, doğuracak ha...” … Polisler yol vermişler anneme, “Yürüyün bandonun ardı sıra, ilk sokaktan sapın içeri” diye. Annemi eve dar yetiştirmişler. Tastamam eve geldikten on dakika sonra beni doğurmuş.

BABASININ İCADI AYAKKABILARI “HAZRETİ NALIN”

Annesi, babası ve abisiyle çok mutludur küçük Muzaffer. Eve ekmek getirmek için çok çalışmış, ne iş bulsa yapmıştır. Oğlu Şahin İzgü “Babamın üzerine güneş doğmamıştır” diye anlatır çalışkanlığını. Yeri gelmiş inşaatta çalışmış yeri gelmiş fırında ya da pazarda sebze, meyve satmıştır. Sokak sokak gezip darı da satmış, “Şekeeer, parayı cepten çeker, parası olmayan sümüğünü çeker!” diyerek şeker de. Hatta sattığı şekerin parasıyla o kış okula gerçek ayakkabıyla gitmiştir. Muzaffer İzgü ‘Zıkkımın Kökü’ kitabında tüm bu çalışma azmini, yokluğu, var etme çabasını muazzam bir üslûp ve mizah gücüyle anlatır.

Muzaffer ancak aile bütçesine katkıda bulunursa okuluna devam edebilecektir. Babası ve annesi yoksulluktan hiç gocunmazlar, her durumda bir çözüm üretmeye çalışırlar. Babası ayakkabısı olmayan Muzaffer’e kendisinin tabiriyle “hazreti nalın” icat eder. “Nalının üzerine monte edilen bir eski yemeni (arkası açık ayakkabı) bizim kısmetimiz olacaktı. Hani ya, babamın bu buluşu da az buz fiyakalı şey değildi. Eller, bir parmak kalınlığındaki ayakkabıları giyerken, biz üç-dört parmak kalınlığındaki ayakkabıları giyiyorduk. Üstelik yürürken asker ayakkabısı gibi ses çıkarıyordu mübarekler... Tak tuk tak tuk!”

Ayakkabılarıyla geçirdiği kaza yaşamında iz bırakır. Bir gün öğretmeninin elindeki sınıf defterini kapıp müdür odasına götürür. Okulun tüm döşemeleri tahtadır. Hademeler tahtaları silip, süpürüp parlatırlar ancak minik Muzaffer parlayan tahtayı fark etmez kendisini müdür masasının dibinde oturan denetmenin kucağında bulur. Ne olduğunu anlayamayan denetmen elindeki kahveyle birlikte havaya zıplar. Denetmenin üstü başı kahve olur. Olayın şoku devam emesine rağmen görev aşkıyla dolu olan çocuk “Defter başöğretmenim” der. Müdür müfettişi teselli etmeye çalışır, defteri falan gördüğü yoktur.  Kızarak “Koy onu oraya, koy da çık” der. Minik Muzaffer odadan çıkar çıkmasına ama düşmesiyle ayağından babasının yaptığı ayakkabısının fırlaması bir olur. Çocuk müdürün kapısının önünden ayrılmaz, ağlayıp durur. Hıçkırmaktan ne olduğunu da anlatamaz. Sonunda müdür yeniden onu içeri alır ne olduğunu anlarlar ve birlikte Muzaffer’in ayakkabısını aramaya koyulurlar. Denetmen “Buldum! Burada kaplumbağaya benzer bir şey var” der. 

“Al evladım, nasıl da ağırmış bu böyle” dedi.

“Babam çok çivi çaktı efendim” dedim. “Nalınımı buldum ya, denetmen bey saçımı okşadı ya, başöğretmen bana gülümsedi ya, uça uça, seke seke gittim eve.”

"YOKSULUN SÖVMEKTEN GAYRİ NE GELİR Kİ ELİNDEN”

Bizim mutluluğumuz çok basitti. Tencerede yemeğimiz olsun, çıkında ekmeğimiz, lambada gazımız, ocakta çaydanlığımız, yeter de artar bile...” diye anlatır İzgü çocukluğunu. Selde yitirdikleri evleri, sıkı sıkı sarıldığı yine de sulara kaptırdığı çiçekli yastığı hep aklındadır. Anacığı, hastalanıp yatak döşek yatan babası, bir terzinin yanına çırak olarak verilen ağabeyi bir yorganın altında gülerek, türlü muzipliklerle buz gibi havada ısınmaya çalışırlar. 

“Düşünü kuruyordum. Ara seleye bağı küçük bir sandık, sandığın içinde peynir ekmek bir şişe su. Sonra, Jules Verne’in kitapları. Pedallara bassam bassam, Mersin’e dek gitsem ve denizi görsem... Lastiğim patlasa, yolda onarsam, yollar yürüsem, yollar bitmese bitmese...”  İzgü hayalini kurduğu bisikleti kendisine söz verilmesine rağmen komşu kadının eskiciye satmasını kitabında üzülerek aktarır. Sınıfta haksız yere bir arkadaşının kalemini kaybetmesi üzerine ise hırsızlıkla suçlanır. Yaşadığı haksızlığı “Yoksulun sövmekten gayri ne gelir ki elinden...” diye anlatır. Derdi ekmek, aş kavgasıdır. Okul sonrası ısınmak, karnını doyurmak için bir arkadaşının evine gider. Bir gün arkadaşı evde olmayacağını söyleyince ona ısınması için Adana Halk Kütüphanesi’ni önerir. O günden sonra kütüphane sığınağı, kitaplar ise arkadaşı olur.

Okuyacak büyük adam olacaktır. Okuma isteğini, sevdalandığı komşu kızı Raziye de durduramaz. Onunla olan gönül macerası, pamuk toplamaya gidişi kitapta detaylarıyla yer alıyor.

Muzaffer İzgü, ‘Zıkkımın Kökü’ kitabını çocuklar için ‘Ekmek Parası’ adıyla yayınlar.  Meşhur Ökkeş karakterinin macerası ise uzun bir seri olarak yayınlanır.

YASAKLI KİTAPLAR ARASINA GİRER

Zıkkımın Kökü bir dönem isimsiz bir ihbar üzerine yasaklanır. Muzaffer İzgü yasağı şöyle anlatır: Baskılı dönemlerde böyle yavaş yavaş ucundan kıyısından kitap yasaklamaya başlarlar ki büyük yasakları da arkasından hemen getirebilsinler. Kenan Evren döneminde bir çocuk kitabım ‘Ekmek Parası’ ki şimdi herhalde 22.baskıda. Bu kitabı öykü yapıp dünya yarışmalarına gönderseydim birincilik verirlerdi bana. Niye biliyor musunuz? Çünkü ısmarlayan kültür bakanlığı, ısmarlayan devlet, yasaklayan yine devlet!”

ROMANDAN SİNEMAYA

Zıkkımın Kökü kitabını Memduh Ün ve Macit Koper senaryolaştırmış, Memduh Ün filmin yönetmenliğini yapmıştır. Film Hindistan Udaipur Film Festivali’nde Altın Fil Ödülü, Tokyo Film Festivali’nde Asya’nın En İyileri, İspanya’da En İyi Yönetmen ödüllerine değer görülürken; Adana Altın Koza’da beş ödül birden, Kültür Bakanlığı Ödülü, Paris’te 1994’te Cine Junior en büyük ödülünü de aldı.

EDEBİYATIMIZDA İLK KADIN YAZAR TARTIŞMASI

Geçtiğimiz hafta Fatma Aliye’yi anmış, onun fikir ve edebiyat dünyasına yer vermiştik. Senem Timuroğlu’nun ‘Kanatlanmış Kadınlar Osmanlı ve Avrupalı Kadın Yazarların Dostluğu’ kitabından yola çıkarak kendisinin Türk Edebiyatı'nın ilk kadın roman yazarı olduğunu belirtmiştik. Yazım üzerine sosyal medyada ilk kadın yazarımızın Zafer Hanım olduğuna ilişkin tartışmalar yapıldı.

Senem Timuroğlu kitabında Zafer Hanım’ın 1877 yılında yayınladığı, Aşk-ı Vatan adlı romanının Fatma Aliye’nin ilk yapıtından önce yayınlanmasına rağmen Fatma Aliye’nin edebiyat dünyasında ilk kadın romancı olarak anıldığını belirtiyor. Bu düşüncesini de Nüket Esen Hoca’nın ‘Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu: Fatma Aliye’ başlıklı yazısındaki dipnotla destekliyor. “Nüket Esen ‘Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu: Fatma Aliye’ başlıklı yazısının ilk dipnotunda bunun nedenini şu şekilde belirtir: Fatma Aliye’nin 1891’de yayınlanan ilk romanı Muhadarat’tan önce, 1877’de Zafer Hanım’ın Aşk-ı Vatan adlı romanı yayınlanmıştır. Fakat bu yazarın tek romanıdır. Oysa Fatma Aliye beş roman yazmış, çeşitli makale ve çevirileriyle zamanında ilk kadın romancı olarak tanınmıştır. İlk Türk romanı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın yazarı Şemsettin Sami de başka roman yazmadığı için, ilk Türk romancısı olarak Ahmet Mithat anılır. Bunun gibi, şu andaki bilgilerimizin ışığında roman yazan ilk Türk kadını Zafer Hanım’dır, ama Fatma Aliye’yi ilk Türk kadın romancı olarak anmak gene de yerindedir.”

1981 yılından bu yana kadın ve cinsiyet konularında çalışan Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşegül Yaraman yazım üzerine sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda ilk Türk roman yazarının Zafer Hanım olduğunu söyledi. “Aşk-ı Vatan ile Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-u Talat ve Fitnat’ı arasındaki yıl sayısının azlığı, birçok eserimde karşılaştırmalı olarak da belirttiğim gibi, kadın tarihi için yazarın eser sayısından kanımca çok daha önemli bir veridir.” 

Yaraman eser sayısı ve niteliği üzerinden sınıflandırma yapmanın retrospektif değerlendirmeleri sübjektif kılacağını söyledi. “Zehra Toska’nın Zafer Hanım’ın eserini ortaya çıkarmasının kadın tarihi çalışmalarını ne kadar heyecanlandırdığını hatırlayarak onun da emeğini yok saymamayı not düşmek isterim.”

Ayraç bölümünde yer verdiğimiz yazı sadece Fatma Aliye’yi konu edindiği için Zafer Hanım’a yer vermedik. Ancak edebiyatımızdaki ilk kadın romancı konusu farklı yaklaşımlar içerdiği için yazıda bir cümle de olsa Zafer Hanım’dan söz edip, okuyucuyu bu konudaki tartışmayla ilgili bilgilendirebilirdik. Eksiğimizi ve yapılan tartışmayı bu hafta sayfamıza taşıyoruz.

ÇOK SATANLAR

Haftanın çok satanlar listesini D&R, idefix, hepsiburada, Remzi Kitabevi, Penguen Kitabevi, BKM Kitap ve Amazon Türkiye listelerinden yola çıkarak derledik.

  1. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli
  2. Kayıp Tanrılar Ülkesi, Ahmet Ümit
  3. Hazan, Ayşe Kulin
  4. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer
  5. Hayat Kaybettiğin Yerden Başlar, Miraç Çağrı Aktaş

HAFTANIN KİTAPLARI

ORTA DİREĞİ YIKAN AYI

Muzaffer İzgü

Bilgi Yayınevi

‘Orta Direği Yıkan Ayı’ kitabında farklı insan hikâyelerini okuyoruz. Kimi zaman akıllı, iyi yürekli, güzel, kimi zaman saf, kimi zaman açıkgöz, üçkağıtçı... Memleketimden insan manzaraları İzgü’nün kaleminden okuyucuyla buluşuyor.

GECEKONDU

Muzaffer İzgü

Bilgi Yayınevi

‘Gecekondu’ köyden kente göçü, gecekondu yaşamını, memurları, emeklileri, öğretmenleri, seyyar satıcıları, yasaları ve yasa koyucuları ele alan, Muzaffer İzgü’nün traji-komik öykülerinden oluşan ve kendi yaşamından izler taşıyan bir kitap.

DELİYE HER GÜN BAYRAM

Muzaffer İzgü

Bilgi Yayınevi

‘Deliye Her Gün Bayram’ kitabında İzgü’nün 28 öyküsü yer alıyor. İzgü yaşanılan sıkıntılı, boğucu, gerilimli ortamın ne denli komik olduğunu öyküleriyle okuyucuya aktarıyor.

HAMDOLSUN AÇIZ

Muzaffer İzgü

Bilgi Yayınevi

‘Hamdolsun Açız’ emeklisi, çalışanı, işçisi, patronu, evlisi, evsizi, işsizi, ekmeksizi, çalanı, çırpanı, genci, yaşlısıyla bu topraklarda yaşayan insanların hikâyesi.

MERAKLI MİNİKLER NE OKUSUN?

ÖKKEŞ DENİZDE

Muzaffer İzgü

Bilgi Yayınevi

Muzaffer İzgü’nün Ökkeş karakterinin hikâyesi köyde başlayıp şehre kadar uzanır. En sevdiği yemek reyhanlı bulgurdur. Ökkeş’in denizle tanışması serinin sonunda 10.kitapta olur. Kitap kurtları için yazın son günlerinde Ökkeş’in deniz macerasını listeye aldık.

EKMEK PARASI

Muzaffer İzgü

Bilgi Yayınevi

‘Ekmek Parası’ Muzaffer İzgü’nün kendi yaşamından yola çıkarak yazdığı ‘Zıkkımın Kökü’ kitabının çocuklar için uyarladığı versiyonudur. Kitapta işini kaybeden bir baba, ayakkabısı olmayan çocuklar, su baskınında yıkılan bir ev, kaybolan eşyalar ve ev sahibinin karşısında boyunlarını büken çocuklar var. Ancak tüm yokluklara rağmen mutlu bir ailenin hikâyesini okuyoruz.

ATATÜRK’Ü GÖRDÜM

Muzaffer İzgü

Bilgi Yayınevi

Kitapta İzgü’nün altı öyküsü yer alıyor.  Kitaba adını veren öykü ise İzgü’nün yaşamında ayrı bir öneme sahip. Atatürk Adana’ya gelir ve küçük Muzaffer babasıyla Atatürk’ü görmeye gider. En ön sırada Ata’ya el sallar, alkış tutar. Atatürk’ün ‘Çok Çalışmalıyız’ sözünü kendisine ilke edinir, yaşamı boyunca üretmeye devam eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi