ONLARDA NEDEN VAR DA BİZDE YOK?

Geçen haftaki yazı bir soruyla bitmişti: “Neden başka medeniyetler değil de Yunanlar başlattı demokrasiyi?” Bu soruyu sormak, cevabını aramak, bazılarına önemsizmiş gibi görünebilir. Ama emin olun öyle değil. Çünkü bu soruyu hakkıyla cevaplayabilirsek, bizim için esas önemli olan, “Onlarda neden var da bizde yok?” sorusuna da cevap bulmuş olacağız.
Geçen hafta demokrasinin nereden, nasıl çıktığını sorgularken bu kavramın genlerine bakmıştık. Yunanlar’ın ne kadar çok ve çeşitli siyasi sistem denediklerinden, bu deneme-yanılmalar sonucunda demokrasiye vardıklarından söz etmiştik. İşte Yunanlar’ın bu siyaset yolculuğunda demokrasiye varmalarını sağlayan çok önemli bir rehberleri vardı: Akıl. Yaşadıkları evreni anlamaya çalışan, “neden?” diye soran, “öyle değil de böyle olsa daha iyi olmaz mı?” diye düşünen, sorgulayan, eleştirel akıl.

Doğa filozoflarının ilki olan, felsefenin ve bilimin kurucusu olarak kabul edilen Thales, aklı keşfedip sonrasında dünyayı inançla değil de akılla açıklamaya başladığında Yunan dünyasındaki gelişme iyiden iyiye hızlandı. Peki Thales’ten önce akıl yok muydu? Vardı elbette. Ama Tahales’in yarattığı fark, aklı kullanmayı sistematik bir hale getirmekti.
Aklını kullanan Yunanlar, demokrasi öncesi süreci yaşarken basileusların (kralların) yönetimde olduğu sistemde bile demokratik denemeler yapıyordu. Örneğin iki eşit kral tarafından yönetilen Sparta’da ephoros adı verilen denetmenler vardı. 5 ephorostan kurulu bir meclis bu iki kralı denetlerdi ve kanun dışı bir icraat yaparlarsa onları görevden alma yetkisine bile sahiplerdi. Üstelik yine demokratik bir yöntem olarak bu 5 ephoros sahip oldukları muazzam yetkilerle zehirlenip yanlış işlere bulaşmasınlar diye sadece bir seneliğine seçilir, ertesi sene yerlerini başka insanlara bırakırlardı. Bu anlamda oligarşik sistemin demokratik emniyet sibobuydu ephoroslar.* 2.500 sene önce oligarşi içinde bile demokrasiyi yeşertebilen Spartalılar bugün demokrasi içinde monarşiyi yaşayan bizlere ne gözle bakarlardı acaba? Onları da “işte bu ileri demokrasidir” diye kandırabilir miydik?
Esas sorumuzun cevabı yavaş yavaş belirmeye başladı.

Gazete Pencere’nin değerli okuru Taha Sezai Şahin geçen haftaki yazımın üzerine bana bir e-posta gönderdi. Taha Bey bu mesajında çok güzel bir sorgulama yaparken benim ilk yazıma şöyle bir eleştiri de getiriyor. “Yunanlılar ince ince işleyerek ideal bir yönetim sistemi kurdular ve adına da demokrasi dediler. Sistem büyüdü, gelişti, dallandı Roma ve Bizans İmparatorluğu olarak kendisini gösterdi. Ama nasıl oldu da bu kurdukları sistem gün geldi Orta Asya’dan gelen, çadırlarda yaşayan ve sorgulamaya kapalı, liderine biat eden bir topluluğa yenildi ve torunları yüzyıllarca bu topluluğun yönetiminde yaşadı? Biz nasıl oldu da demokrasi olmadan Orta Asya’dan Anadolu’ya yerleşmeye gücümüz yetecek kadar geliştik veya nasıl oldu da Romalılar’ın torunları veya Bizans bizi durduramadı. Zaman içerisinde silindi gitti…”
Bence bu eleştirisindeki bir tespit çok önemli ve bizim bugünkü esas sorumuza ışık tutacak. “Sorgulamaya kapalı, liderine biat eden bir topluluk…” diyor Taha Bey. Aklın rehberlik ettiği bir topluk nasıl olur da biat kültürüyle hareket eden bir topluluğa yenilir ve boyunduruğu altın girer diye soruyor?
Kendisine e-posta yoluyla verdiğim cevabı buradan da özetlemek istiyorum. Böylece esas sorumuzun cevabına yazar-okur imecesiyle ulaşacağız bence.

Öncelikle demokrasiye sahip olmak bir gelişmişlik göstergesi midir? Bu tartışılır. Bu soruya siyasi açıdan baktığınızda evet diyebilirsiniz. Ama siyaset felsefesi açısından demokrasi de pek çok sorunu olan bir yönetim biçimi. Hatta bu kavramı icat etmiş olan Yunan toplumunun filozoflarından hemen hemen hiçbiri demokrasiyi iyi anmaz. Sokrates ve Platon demokrasiden hiç haz etmezken, Aristoteles ‘kötünün iyisi’ der. Önemli düşünürlerin hemen hepsinin demokrasi kavramına getirdikleri eleştiriler meşhurdur. Hatta Platon “Devlet” kitabının bir bölümünde (565c - 569c) demokrasinin nasıl tiranlığa dönüşebileceğinden bahseder. (6 Mart 2021 tarihli Gazete Pencere yazım tamamen bu bölümün alıntısından oluşuyor.) Apaçık bir şekilde görüyoruz ki bugün demokrasiyi yaşıyorlar diye kabul ettiğimiz Batı toplumları da filozofların işaret ettiği problemlerle sınandılar, sınanıyorlar.

Batı toplumunda demokrasinin (düşe kalka da olsa) var olmasının esas nedeni işte Antik Yunan’dan bu zamana kadar (Orta Çağ gibi kazalar yaptıkları dönemler hariç) taşıdıkları aklı kullanma geleneği. Taha Bey’in de işaret ettiği gibi Roma ve Doğu Roma İmparatorlukları gibi pek çok Batı medeniyeti “resmi tarih” sahnesinden silindi gitti. Ama “düşün tarihi”nde hâlâ dimdik ayaktalar. Devletleri yıkılmış, imparatorları ölmüş olsa da filozofları, bilim insanları, sanatçıları fikirleriyle hâlâ yaşıyorlar ve yaşamaya da devam edecekler. Bu anlamda Antik Yunan medeniyetinin torunları saydığımız Roma ya da Doğu Roma İmparatorlukları yıkılmış olsa da aslında Batı toplumunun tamamı bu medeniyetin torunlarıdır. Felsefe, bilim ve sanat alanlarında bugün faaliyetlerini sürdüren Almanya, İngiltere, Fransa (hatta ABD bile) bugünkü Yunanistan’dan bile daha fazla hak etmiyor mu Yunanlar’ın torunu olarak anılmayı?
İşte bütün arazlarına ve istisnalarına rağmen, genlere işlemiş olan bu eleştirel düşüncedir Batı’da demokrasiyi kuran ve varlığını koruyan. Doğu toplumları ise Thales’le başlayan akıl devrimine bir türlü ayak uyduramadığı, akıl yerine inancı rehber edinmeyi tercih ettiği için bugün demokrasiyi yaşayamıyor. Hatta hiç yaşamadı.
Demokrasi bazılarının söylediği gibi dört senede bir sandık başına gidip oy kullanmaktan ibaret olsaydı İran’da da demokrasi var diyebilirdik, ki olduğunu iddia eden din ve demokrasi tacirleri yok değil.
Bir yanda genlerine akıl işlemiş olan eleştirel kültür, diğer yanda ise baskın geni inanç olan biat kültürü. İşte “onlarda neden var da bizde yok?” sorusunun cevabı bu farktan, Batı’nın aklı, Doğu’nun ise inancı tercih etmiş olmasından kaynaklanıyor.

Buradan çıkan sonuç ise şudur: Demokrasiyi yaşayabilmek için inancı ait olduğu kutsal alanda tutup, siyasete karıştırmayan laik düşünceye sahip olmak şarttır. Aksini savunmak mümkün değildir. Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Şamanizm… Hangi din olursa olsun, o dinin koyduğu kurallarla yönetilen bir ülke demokratik değildir, olamaz. Bu anlamda şundan emin olabiliriz ki “laiklik artık masaya yatırılmalıdır” diyenlerin esas masaya yatırmak istedikleri kavram demokrasidir. Üstelik sadece kâğıt üzerinde var olan ama fiilen hiç var olmayan demokrasidir. Ona bile tahammülü olmayanların sözüdür bu.
Eleştirileriyle bu yazıya çok önemli katkılarda bulunmuş olan değerli Gazete Pencere okuru Taha Sezai Şahin ismini kullanarak görüşlerine yer vermeme izin verdi. Bu nedenle kendisine teşekkürü bir borç bilirim.
Önümüzdeki hafta demokrasi kavramını irdelemeye, sorgulamaya devam edeceğiz. Bambaşka bir açıdan, “başkası” kavramı üzerinden…

*Pomeroy, Sarah B. (2020). Antik Yunan’ın Kısa Tarihi. 2. Baskı, Çev. Oğuz Yarlıgaş. İstanbul: Alfa Yayınları, s. 126

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi