Anlı-şanlı kültürel pornografimizin muhteşem dönüşü: Müge Anlı ile Tatlı-Sert

Bu tarz şov programlarında karşımıza çıkan ve kaybolmuş ya da faili belirsiz bir cinayete kurban gitmiş yakınları için stüdyoya çağrılmış karakterler, program akışı içinde hayatları lime lime edilerek ruhsal anlamda “çırılçıplak” kılınmaktalar. Biz onların genelde biçare bir eziklik içinde gözlerimizin önünde ihşa olan mahremiyetlerini, hadi hazla demeyelim (!) ama ilgiyle seyrediyor, hatta seyretmelere doyamıyoruz!..

Müge Anlı yine yaptı yapacağını ve yeni sezona insanın kanını donduran bir “aile-içi-cinayet-şov”la bomba gibi giriş yaptı.

Bu elbette alışılmadık değil. Önceki sene seyrimize sunulmuş “Palu Ailesi”ni, “Enişte Tuncer”i, o dehşet verici ve içeriği “yok, yok” zenginliğindeki (cinayet, tecavüz, ensest, çocuk tacizi-istismarı, dolandırıcılık, gasp, dayak, iftira, din, büyü, cin, muska, vs.) vaka malzemesini kim unutabilir!..

Ama elbette onun da evveliyatı var. Yıllar boyu biz başka neler seyretmedik ki “Müge Anlı ile Tatlı-Sert”te!.. Mesela dört yaşında bir kız çocuğuna tecavüz edip sonra onu boğarak öldüren adamın stüdyoda hepimizin seyri ortasında “tatlı-sert” bir sorguya uğratılarak “çözülmesi”… Veya stüdyoda şova “konuk” olarak katılan bir katilin, onunla birlikte günlerce stüdyoda olmuş sevgilisinin canlı yayındaki itirafıyla ifşa oluşu; hatta “cinayet büro” yetişene kadar program ekibinin onu bahçede lafa tutup oyalayarak polise yardımcı olmasıyla şekillenen “tatlı-sert” kurgu… Yahut 83 yaşında evinde ölü bulunan bir kadının, kızı ve gelini tarafından başına keserle vurularak öldürülmesi olayının yine ekranda canlı yayında ve caniler stüdyoda konuk halde “tatlı-sert” seyrimize sunulurken aydınlatılması.

Caniyi şöhretle buluşturan program

Dünden bugüne böyle bu ve şimdi yeni sezon başlangıcında da benzeri formatta ve deyiş yerindeyse “zımba gibi” başladı program. Bu defa dehşet dolu bir şaşkınlıkla seyrimize düşen, 9 yaşında bir çocuğun öz annesi ve annesinin sevgilisi olan adam tarafından ateşe verilmiş evin içinde ölüme terk edilmesiyle vuku bulmuş bir cinayet.

Tabii yine bu cinayetin de canlı yayında ve konuk seyircilerin yanı sıra polis ekiplerinin fonda yer almasıyla aydınlatılması söz konusu oldu.

Olayın özeti şöyle: Geçtiğimiz Nisan ayında Sakarya’nın Kocaali ilçesinde annesi ve annesinin sevgilisiyle birlikte yaşayan 9 yaşındaki Şiar Kılıç evde çıkan yangında içeride mahsur kalarak hayatını kaybetmiştir. Şiar’ın babası, boşandığı eşinin evinde oğlunun bu şekilde yanarak ölümünde cinayet şüphesine kapılır ve durumu, artık Emniyet’in MESH (Medya-Eğlence-Show) endüstrisiyle buluşma noktası olan “Müge Anlı ile Tatlı-Sert”e havale eder. Ardından (hep olduğu üzere) herkes ekranda seyrimize amade karşımızdadır: Anne, annenin sevgilisi adam ve onların karşısında Şiar’ın babası, babaannesi, büyükbabası…

Hep belirttiğimiz üzere, “Meşhuriyet Çağı”nda her canlı şöhreti tadacaktır! E, öyleyse her cani de şöhreti tadacaktır!.. Dolayısıyla Müge Anlı ekibi, geçen sezon sonundan bu sezon başına taşıdıkları bu tüyler ürpertici cinayet-şov formatının olmazsa olmaz bileşenleri durumundaki anne ile cinayetin baş faili sevgiliyi ayrı otellerde haftalarca ağırlarlar.

Müge Anlı’nın programını bir “polisiye-realite-şov” olarak tanımlamak da mümkün. Anlı’yı programda adeta bir Cinayet Büro amiri olarak sorgu odasındaymış gibi izliyoruz. Ve “yetkili merciler”ce aydınlatılamadığı söylenen korkunç olaylar, “yetkin” bir başka merci tarafından gün ışığına çıkarılıyor. “Müge Anlı ile Tatlı Sert” bu merci…

“Olur böyle vakalar Türk polisi yakalar”

Sonuç hep olduğu gibidir: Sahne önünde açığa çıkan ve ağzımız açık midemiz bulanık öğrendiğimiz sırlar; sahne arkasında Anlı’nın saatlerce anne Gülüzar’ı “çözeltme” çabaları: nihayetinde olayın ekranda “Olur böyle vakalar-Türk polisi yakalar” şiarı uyarınca stüdyoya “Yaşa Var Ol” nidalarıyla intikal eden emniyet güçlerinin failleri kelepçeleyip sorguya götürmesiyle noktalanması.

Fakat bu noktada sözü, şovun “öznesi” Anlı’ya bırakmamak da emeğe haksızlık olur:

“Sabah saatlerinde itiraf geldi. Şiar’ı annesi Gülüzar ve Hami yakarak öldürmüşler. Sakarya Cumhuriyet Başsavcısına çok teşekkür ediyorum. İstanbul Gayrettepe Cinayet Büro Amirliği de harekete geçti. Çocuk yangından 3 gün önce hastaneye gidildiği gün komaya girmiş. Bu ölümü açıklayamadıkları için benzinle evi yakmışlar. Adli tıp raporunda çocuğun ciğerlerinde karbon monoksit çıkmış. Bu da çocuğun hayattayken eve atılıp canlı -canlı yakıldığının ispatı.”

Mutsuz hayranlık ve rekabet tehdidi

Bütün bunlardan çıkan ana-sonuç mu?.. O, en kestirme ve kendini “yapımcı” diye satan simsarların çok sevdiği deyişle bir “televizyonculuk başarısı”. Müge Anlı bu tüyler ürpertici, kan dondurucu, tüm Türkiye’nin yüreğini parçalayan “cinayet-şov” ile yeni sezona merhaba dediği noktada reytingleri sildi süpürdü.

Üstelik yıllardır ortaya koyduğu bu müthiş başarıyı “mutsuz bir hayranlık”la, yani kıskançlık içinde izleyen diğer televizyon kuruluşlarının kendisine yönelik rekabet tehdidini de neredeyse bir fiskede savuşturdu. Söz gelimi gece kuşağındaki tartışma programlarında giderek böylesi bir formata uygunluk izlenimini hanidir bırakmakta olan, dolayısıyla gayet yerinde bir kararla Anlı’nın karşısına rakibe olarak çıkarılan Didem Arslan Yılmaz’ın programını an itibarıyla hallaç pamuğu gibi attı, sürklase etti.

Yılmaz’ın da bu yeni mecrada birkaç fırın ekmek yedikten sonra istenilen düzeye geleceği kanaatinde olduğumuzu belirtip kendisine başarılar dileyerek, Müge Anlı’nın mevzubahis “televizyonculuk başarısı”nın mahiyetine yönelik bir eleştirel çözümleme denemesiyle tamamlayalım!..

Ruhsal olarak “çırılçıplak” kılınan biçareler

Adını “Meşhuriyet” koyduğumuz bu çağda seyrin sermaye; eğlencenin de siyasetten cinayete, eğitimden sağlığa her şeyin dışavurumunu belirleyen bir “üst-ideoloji” olduğu öncülü eşliğinde diyebiliriz ki “Müge Anlı ile Tatlı-Sert” ve onun vasat taklitleri birer “kültürel pornografi” sunumundan ibarettir.

Bu tarz şov programlarında karşımıza çıkan ve kaybolmuş ya da faili belirsiz bir cinayete kurban gitmiş yakınları için stüdyoya çağrılmış karakterler, program akışı içinde hayatları lime lime edilerek ruhsal anlamda “çırılçıplak” kılınmaktalar. Biz, onların genelde biçare bir eziklik içinde gözlerimizin önünde ifşa olan mahremiyetlerini (hadi hazla demeyelim!) ilgiyle seyrediyor, hatta seyretmelere doyamıyoruz!..

Dahası söz konusu karakterlerin bu “toplumsal-kültürel çıplaklık” hali, diyalog ve etkileşimle gerçekleştiriliyor. Çünkü kayıp ya da katledilmiş yakınları için stüdyodakilerin karşısına, olayın sorumlusu olarak şüphe altındaki hasımlar oturtuluyor veya telefon bağlantısıyla çıkarılıyor. Taraflar arasında kışkırtılan diyalog da hemencecik tartışmaya, oradan atışmaya, giderek ağır hakaret ve küfre dönüşebiliyor. Böylece kayıp yakınlarının da onların hasımlarının da hayatlarına dair gizli, mahrem, mahcup edici bir dolu sır herkesçe malum hale geliyor.

İşte atmosferi “pornografik” kılan bu. Seyre zirve yaptıran, ilgiyi hep dinamik tutan bölümler de bunlar.

Bir polisiye-realite

Müge Anlı’nın programını bir “polisiye-realite-şov” olarak tanımlamak da mümkün. Anlı’yı programda adeta bir Cinayet Büro amiri olarak sorgu odasındaymış gibi izliyoruz.

Ve “yetkili merciler”ce aydınlatılamadığı söylenen korkunç olaylar, “yetkin” bir başka merci tarafından gün ışığına çıkarılıyor. “Müge Anlı ile Tatlı Sert” bu merci…

Programda günler boyu milyonlarca insanın izlediği, tanır-bilir hale geldiği, yani kısmen “şöhret”lenmiş insanlar bir anda cinayet suçuyla kodesi boyluyor.

Tahayyül edin: Bir insanı planlayarak öldürüyorsunuz ama sırra kadem basıp gözlerden uzak kalmak yerine, alabildiğine göz önünde, televizyon stüdyosunda olmanın hazzına, cazibesine hayır diyemiyorsunuz.

Dolayısıyla, cinayetle meşhurluğun bağını kuran, ama kopması da an meselesi bir “pamuk ipliği” stüdyo. Yukarıda da kaydedildiği üzere, bir gün önce program tarafından bir otel odasında misafir edilen biri, ertesi sabah stüdyodan emniyet güçlerince alınıp kodese intikal ettiriliyor!..

“Meşhuriyet Çağı” böyle! Ne hukukçu ne doktor ne deprem uzmanı ne sanatçı ne siyasetçi ne de bir cani, bu çağın “ekran” denen anaforuna kapılmaktan kendisini alıkoyabiliyor.

Cinayet “endüstrisi”

Elbette her cinayet aydınlanır aydınlanmaz ve günlerdir stüdyoda konuk edilen adam ya da kadın cani olarak kodese tıkılıp “şov-dışı” kılınır kılınmaz hızla yeni bir vakaya derinlemesine dalınıyor. Çünkü söz konusu olan bir “endüstri”dir ve her endüstride olduğu gibi bu endüstride de esas olan, kâr amacıyla sürekli, durmaksızın üretimdir.

Dolayısıyla siz, her hadisenin stüdyodan adliyeye bir yol tutuşla çözülüşü sonrası dillendirilen, bu tür kan dondurucu olayların hepten son bulmasının gönülden istendiğine dair sözüm ona temennilere arzu ederseniz inanabilirsiniz!..

Ama biz de eşyanın tabiatını “Show must go on” prensibinin yapılandırdığını not etmeden geçemeyiz. Bu olayların bitmesi belki toplumun hayrınadır, ama bitmemesi seyri sermaye yapmış bir düzenin hayrınadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi