‘İnşaat ya Resulullah’tan ‘Sefahat ya Resulullah’a: AKP’de durmak yok, yola devam!..

AKP bir dinbaz kapitalizm örneğidir. O, yoksuldan alıp zengine verendir. Ekonomi politikası gereği zengini gözetir. Bundan en büyük zararı görecek yoksulların karşısına da onların bu gerçeği görmesini perdelemek üzere bir kültürel-ideolojik bariyer olarak muhafazakârlıkla çıkar. O yüzden yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilen “kalkınma hamleleri”nin kazananı müteahhit oligarklar, kaybedeni yoksul halktır. Ama bu “hamleler” halka “Osman Gazi” diye, “Yavuz Sultan Selim” diye, “18 Mart” diye, “Menderes-Zorlu-Polatkan” diye servis edilir, böylece kitlesel onay, rıza, kabul sağlanır.

Odatv’den Can Özçelik haber etti: Dört yıl kadar önce âlâüvâlâ ile tekbirler-methüsenalar eşliğinde adı “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” olarak değiştirilen Yassıada’da başka pek çok betonarme tesisle birlikte açılmış beş yıldızlı Katre Island Otel zarar ettiği için devredilme noktasında imiş.

“Kral dairesi”nin geceliğinin 7 bin 500 Euro (120 bin TL), en ucuz oda fiyatının da 150 Euro (2400 TL) olduğu otelde dört yıl boyunca sinek avlanmış. Çünkü içki ruhsatı da yok ve mesela kral dairesine rezervasyon yaptıran otele gelirken içkisini bavuluna doldurup getirmek durumunda!.. Böyle olunca ne yabancı turist rağbet etmiş ne ulusal ya da uluslararası toplantılar için tercih edilebilir olmuş. Bir “yap-işlet-devret” projesi ürünü olan oteli işleten Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve ona bağlı Gümrük ve Turizm İşletmeleri A.Ş. (GTİ) kendi çalıp oynamış; yani kendilerine bağlı kurumların toplantı ve etkinliklerine açabilmiş sadece otelin kapılarını…

Şimdi de fellik fellik işletme hakkını devredecek yer arıyorlar.

Haberi okuyunca Yassıada’nın dört yıl önce, geçmişte yaşanmış siyasi acılar da kâra dönüştürülme cihetine gidilerek ekolojik mahiyette nasıl tarumar edildiğini hatırladım. Şimdi karşımızdaki tablonun, tüm vahametine rağmen aslında hiç mi hiç beklenmedik olmadığını da bir bakıma “failler” açısından fazlasıyla hak-edilmiş (müstahak) olduğunu da düşünerek…

Betondan bir “Yamyassı Ada”

Dört yıl önce, ağızlardan Allah-Muhammed kelamı düşmese de pratikte betona-tapar hale gelmiş ve geçmişte başkalarının yaşadığı siyasi mağduriyetlerden bugün kendi iktidar mağruriyetine harç üretmekten başka hedefi olmayan dinbazlık, adını Özgürlük ve Demokrasi Adası olarak değiştirse de Yassıada’yı aslında bir “Beton Ada”ya dönüşürdü. Bu, muazzam bir çevre katliamı idi ve Menderes-Zorlu-Polatkan, bu katliama alet edildi.

Elbette ne yaptıklarının da bunun karşısında nasıl insani tepkiler alacaklarının da farkındaydılar ve bu yüzden o zaman tüm bu olup bitenin başındaki karakterlerden TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ile GTİ Yönetim Kurulu Başkanı Arif Parmaksız demişlerdi ki, “Şu anda inşaat nedeniyle beton yoğun bir görüntü var. Proje tamamlandığında en az 100 adet yetişmiş ağaç dikeceğiz.”

125 odalı betonarme otel, 30 civarında betonarme bungalov, 600 kişilik konferans salonu, 1200 kişilik cami, ayrıca müzeler, kafeteryalar, restoranlar… Hepsi betondan…

Ve buna karşılık 100 ağaç!..

500 milyonluk proje ve “paravanları”

Tabii ettikleri bir diğer lakırdı da şuydu: “Aslında adada ağaçtan çok maki vardı. Dikilecek ağaç ve fidanlarla beton yoğun görüntü önemli ölçüde giderilecek.”

Bu, “çevrekırım”a (ecocide) hem bir bahane hem de ona ön-ayak olan cahil cesaretinin bir başka nişanesiydi. Çünkü, sormak gerekirse, acaba neden doğa ya da (inançları mucibince) Allah, Marmara’nın ortasındaki Yassıada’da ağaç bitirmek yerine maki bitirmiş ve bu bitki örtüsü ile uyarlı bir ekosistem var etmiştir?..

Ve hangi hakla güneş ışınlarını emecek toprak bırakmamacasına orayı cehenneme döndüren bir betonlaşmaya gidilip, adeta çevrecilere “sus payı” nev’inden 100 ağaç dikmekten dem vurulmaktadır?..

Nedeni ortadaydı: TOBB-GTİ tarafından yürütülen 500 milyonluk bir projeydi bu ve “İnşaat Ya Resulullah” [1] şiarıyla hareket eden dinbaz iktidarın hükmünü sürdürebilmesi yolunda bu betonlaşmaya çok ama çok ihtiyacı vardı.

“Yassıada” denince isimleri büyük acı ve hüzünle akla gelen Demokrat Parti maktul ve mazlumları da ne yazık ki bu işin paravanıydılar.

Yoksuldan alıp zengine veren AKP

AKP, özlüce ifade etmek gerekirse, bir dinbaz kapitalizm örneğidir. Erbakan çizgisinden gelen bu oluşum, Millî Görüş’ün anti-kapitalist özünü Özal’dan vârid ekonomik liberalizme (vahşi kapitalizme) “yedirmiş”, ama onun suretine bürünerek dindar (ve çoğu yoksul) kitlelerin gözüne girmiş, işi bitirmiştir.

AKP, efsanevi Robin Hood’un aksine, yoksuldan alıp zengine verendir. Ekonomi politikası gereği zengini gözetir. Bundan en büyük zararı görecek yoksulların karşısına da onların gerçeği (kendisinin zengine-meftunluğunu) görmesini perdelemek üzere bir kültürel-ideolojik bariyer olarak muhafazakârlıkla çıkar. O yüzden yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilen “kalkınma hamleleri”nin kazananı müteahhit oligarklar, kaybedeni yoksul halktır. Ama bu “hamleler” halka “Osman Gazi” diye, “Yavuz Sultan Selim” diye, “18 Mart” diye, “Menderes-Zorlu-Polatkan” diye diye diye servis edilir, böylece onay, rıza, kabul alınır.

Durmak yok, betona devam!      

AKP, inşaat kapitalizmine dayalı bir müteahhit iktidarı olarak yola koyuldu, hızlanıp uçarcasına gider oldu ve artık uçurumun kenarına gelmiş olsa da durmak bilmiyor. “Reis”inin ağzından hiç düşmeyen, “Durmak yok yola devam” sözünün gerçek karşılığı da durmak yok, yol (köprü, tünel, kanal, vd.) yapmaya, yani kısacası “inşaata devam”dır. Çünkü durmak, “düşmek” olacaktır. Erbatur Çavuşoğlu’nun çarpıcı değerlendirmesiyle:

“İnşaata bağlı büyüme durduğunda, ekonomi, ardından da AKP’nin etrafındaki ittifak çökecektir. AKP tam da bu çaresizlik nedeniyle her şekilde inşaat, her şeye rağmen ve ne olursa olsun inşaat demekte ve süreci engelleyen, geciktiren, zorlaştıran kesimleri lanetlemektedir.”  [2]

İşte bu yüzden Kanal İstanbul’un bir ekolojik felaket olacağını söyleyenler lanetleniyor. Çünkü beton yerine toprağı, altın yerine dağı, kömür yerine zeytini, şantiye yerine çevreyi, kanal yerine denizi, bitkiyi, börtü-böceği savunmak, zındıklıktır!.. Ne diyordu bu iktidarın eski Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce yıllar önce, hatırlayalım:

“Beton makinesinin sesi bu ülkede hiç eksik olmasın! Bu beton makinesi böyle pat pat vurdukça Türkiye kalkınıyor. Bu beton pompaları hiç durmasın! Rabbim bu ülkeyi hep böyle kalkındırsın (…) ve o beton pompaları insanlara güzel güzel evler, yollar, otobanlar, havaalanları yapsın. Rabbim, bunu hep nasip etsin!..”

İnşaattan sefahate Saray Müslümanlığı

Başka söze hacet var mı? Yeryüzü, ilahi tempoda “pat pat” vuran beton pompalarına dağıyla-taşıyla, toprağıyla-ırmağıyla, ormanıyla-makisiyle, hayvanıyla-bitkisiyle bir “sunak” olmaktan başka nedir ki?..

O yüzden Yassıada’yı da Türk siyasi tarihinde kara bir leke, bir utanç mekânı olmaktan çıkarma bahanesi ile halkın gözlerini boyayıp kafaları tütsülediler ve onu betona-taparlıklarının mabedi kılma yolunda yapacaklarını yaptılar.

Dört yıl sonra “yap-işlet-devret” burada da fiyasko ve şimdi müsilaja bezenmiş Marmara’nın ortasında bir de beton mezarlığına dönmüş bir ada var. Yakında bunların yanına Kanal İstanbul’u da koyma yolunda “İnşaat ya Resulullah” niyazıyla doludizgin yol almaya devam ediyorlar.

Tabii bir yandan da bu dinbaz-kapitalist işleyiş doğrultusunda ve inşaata dayalı büyüme modeli temelinde türemiş, muazzam bir çıkar şebekesiyle sarılıp sarmalanmış “Saray Müslümanlığı” ile uyarlı “itibardan tasarruf olmaz” düsturunun iz düşümü görüntüler, yine kendi marifetleri bir derin yoksulluğun pençesinde perişan toplumun gözleri önünde sergilenebiliyor. Ağrı AKP İl Gençlik Kolları’nın vur patlasın-çal oynasın, sofrada bir tek kuş sütü eksik sahur etkinliği bunun en taze örneği…

Ne diyelim, keyifler bol olsun; Allah muhabbetinizi artırsın; yiyin yiyebildiğiniz, oynayın oynayabildiğiniz, eğlenin eğlenebildiğiniz kadar…

“İnşaat ya Resulullah” niyazından “Sefahat ya Resulullah” niyazına, durmaksızın yola devam!..        


[1] Tanıl Bora (Der.) İnşaat Ya Resulullah, Birikim Yayınları, 2016.

[2] Erbatur Çavuşoğlu, “İnşaata Dayalı Büyüme Modelinin Yeni-Osmanlıcılıkla Bütünleşerek Ulusal Popüler Proje Haline Gelişi: Kadim İdeoloji Korporatizme AKP Makyajı”, İnşaat Ya Resulullah içinde, s. 92.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi