Malazgirt, Yahya Kemal’den sorulur

Tarih inşasını Selçuklu-Osmanlı’ya dayandıran, başlangıç için 1071’i işaret eden Yahya Kemal, “1000 yıllık geçmiş” vurgulu, yani yaşanan coğrafya ile irtibatlı bir gelenek icadından yanadır. Nasıl ki kendisine ilham oluşturmuş Fransız tarihçi Camille Julian “Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı” demişse o da Anadolu toprağının 1071’den bu yana Türk milletini yarattığı iddiasıyla ortaya çıkmaktadır

İki hafta önce Malazgirt Savaşı’nın yıldönümü anmasını vesile ederek Türk-İslamcı bir propaganda başlatan iktidarın “Kızılelma” temalı video-klipleri üzerine bir yazı yazdım bu sayfalarda (“Dinbazlığın nihai sığınağı: Kızılelma”, Pencere Pazar, Sayı: 24, 6 Eylül 2020). Orada, “Kızılelma” motifini yakın Türkiye tarihinde siyasal-ideolojik bir arayışla gündeme getirmiş olan Türkçülük ideolojisinin öncü ismi Ziya Gökalp’in görüşlerini mevzu bahis ederken şu notu düşme ihtiyacı hissetmiştim:

“Gökalp’in bu ‘lirik-romantik’ mahiyetli ideolojik pozisyonunun izlerini bugün Malazgirt anmasında, ‘Kızılelma’ya, Ya heyy, Kızılelma’ya’ seslenişiyle karşımızdaki iktidar iradesinde bir dereceye kadar sürmek mümkün mü mümkün. Tabii Gökalp’in ‘Ergenekon’a endeksli ve İslami dozu düşük Türkçülüğünün burada özellikle Yahya Kemal’de izi sürülebilecek ‘Malazgirt’e endeksli, İslami dozu daha belirgin bir Türk-İslamcı milliyetçilikle takviyeli olduğunu kaydetmek şartıyla…”

Bunları yazdığımda o zaman içimde bir ukde kalmıştı, ne demek istediğimi biraz açıp detaylandırarak berraklaştırmadığım için… Konuyu o yazı bağlamında bir hayli dağıtmaya neden olabilecek bu arzuma o aşamada gem vurmayı tercih ettim. Şimdi şu aralar TRT 1’de bu ay sonu başlayacak ve belli ki “Diriliş Ertuğrul” (TRT 1), “Kuruluş Osman” (ATV) ile birlikte bir üçleme teşkil edecek “Uyanış Büyük Selçuklu” dizisinin tanıtım fragmanları ortalıkta vızır vızır dolaşırken ben de kendimce “Malazgirt” dendiğinde Yahya Kemal Beyatlı’nın entelektüel ve ideolojik katkısına ilişkin ihmalimi telafi yolunda bir fırsat yakalamış hissediyorum!..

Yahya Kemal, “Malazgirt”tir

Gerçekten, eğer Ziya Gökalp tek kelime ile anlatılmak istendiğinde bu “Ergenekon”sa, Yahya Kemal aynı şekilde tek kelimeyle anlatılmak istendiğinde de bu “Malazgirt”tir. Ve bunca Malazgirt çığırtkanlığının, politikadan popüler kültüre ortalıkta cirit attığı bir süreçte Yahya Kemal’e tek bir vurgunun yapılmıyor olması ise yazıktır, günahtır.

Malazgirt simgeselinin muhafazakâr-milliyetçi çerçevede ve “tarih inşası” bağlamında kavramsallaştırılmasına, hatta kuramsallaştırmasına öncülük eden isim, Yahya Kemal Beyatlı’dır.

Malazgirt en çok ondan sorulur, sorulması gerekir.

Tarih Ergenekon’dan mı Malazgirt’ten mi başlar?

Bilindiği üzere bütün modern ulus-devletlerin tarihi inşaya, daha da öte “tarihsellik arayışı” doğrultusunda (Eric Hobsbawm ve Terence Ranger’a referansla) bir “gelenek icadı”na dayanır. Bu, Cumhuriyet Türkiyesi için de böyledir. Çünkü söz konusu ulus-devletin yeni, yani dünden bugüne ortaya çıkmadığını, aksine çok eski (kadim) zamanlardan kök aldığını iddia etme, ona mensup (vatandaş) olanları da buna ikna etme gibi bir zaruret vardır.

Bu “zaruret”, ulus-devlet Türkiye’nin kuruluşundan itibaren bu topraklarda da yaşandı. Atatürk önderliğinde şekillenen Cumhuriyet rejimi, kendisini önceleyen süreçte Enver Paşa’nın İttihat-Terakki hükümetine siyasi-ideolojik ilham ve coşku vermiş, ama korkunç acı sonuçlar da doğurmuş Panturanist (Kızılelmacı) motifleri törpülenmek kaydıyla Gökalp’in “Ergenekon”a, bir diğer deyişle antik-destansı geçmişe endeksli romantik tarih yorumunu, “gelenek” önerisini esas aldı.

Bu, tarih inşası bağlamında bir “sıçrama”dır. Çünkü laik Cumhuriyet rejimi için Osmanlı-Selçuklu mirası bir sürekliliği değil “öteki”liği, daha açık deyişle “içerdeki öteki”yi (internal other) temsil etmiştir. Dolayısıyla bu mirasa tarihsel referans, Cumhuriyet’i kuranlar için olanaksızdı. Bu nedenle de tarih inşası yolunda Osmanlı-Selçuklu geçmişi ekarte edilerek ihtiyaç duyulan “gelenek”, Malazgirt Ovası’ndan değil “Ergenekon Kapısı’ndan kotarılmıştır.

Bununla birlikte “milli” tarih inşası yolunda gelenek icadı için yakın geçmişi mi yoksa kadim geçmişi mi referans alma hususundaki ikilem, Cumhuriyet’ten önce başlayıp Cumhuriyet sonrasına da sarkarak devam etmiş bir sorundur ve Yahya Kemal’in rolü, önemi, etkisi bu noktada kendini gösterir.

Tarih ve “Kabl-et Tarih”

Selçuklu sultanı Alparslan’a “Ceddi Ekberimiz” (En büyük atamız) diyen Yahya Kemal, bu “siyasi coğrafya”nın tarihini Selçuklu, Alparslan, yani “Malazgirt” ve bunlarla süreklilik içinde Beylikler ve Osmanlı ile başlatır. Gökalp’in methiyelerde bulunduğu Attila, Cengiz, Oğuz Han, dolayısıyla “Ergenekon” ve “Turan” ise Yahya Kemal için millilik-milliyetçilik yolunda olsa olsa bir “prehistorya” yani tarih-öncesidir.

Bunu şöyle ifade eder:

“Benim için 1071’den evvelki devirlerimiz kabl-et tarih [tarih-öncesi], 1071’den sonraki devirlerimiz ise tarihdiler.”

Bu çerçevede tarih inşasını Anadolu’ya özgüleyen, başlangıç için 1071’i işaret eden Yahya Kemal, “1000 yıllık geçmiş” vurgulu, yani yaşanan coğrafya ile irtibatlı bir gelenek icadından yanadır. Nasıl ki kendisine ilham oluşturmuş Fransız tarihçi Camille Julian “Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı” demişse o da Anadolu toprağının 1071’den bu yana Türk milletini yarattığı iddiasıyla ortaya çıkmaktadır.

Bu iddiayı temellendirme yolunda Yahya Kemal büyük bir entelektüel, estetik ve “lirik” ceht sergiler. Öyle ki Hayali Cemaatler adlı çalışması Modern Çağ’da ulus-devletin ortaya çıkışına ilişkin artık bir sosyal bilim klasiği olmuş Benedict Anderson’un 20’nci yüzyılın sonuna doğru karşımıza çıkan temel tezini o, aynı yüzyılın başında adeta mısralarla müjdelemektedir: Ulusu, “birbirlerini görmeyen, duymayan, tanımayan insanların [vatandaşların] mütehayyel [hayallerde mevcut] birliği” olarak tanımlayan antropolog-tarihçi Anderson’ı onlarca yıl önceden haber veren şu dizeler onundur:

“Kimlersiniz? Ya bağrı yanık kimselersiniz!

Yahud da her sabah uyanık kimselersiniz!

Dünya yüzünde bir sefer olsun, tanışmadan

Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an

Gönlüm, dilim, kanım ve mizâcımla sizden’im

Dünya ve âhirette vatandaşlarım benim.”

Ergenekon ve Malazgirt karşı karşıya…

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, imparatorluktan ulus-devlete geçişin yaşandığı Türkiye’de, modernleşme-sekülerleşme yolunda ilerleyen kurucu irade, kendi deneyimleri doğrultusunda “yeni” ya da “şimdi”yi “eski” ya da “geçmiş” ile süreklilik içinde değil, ondan koparak hayata geçirmeyi hedefledi. Ve/fakat, kurucusu olduğu bu yeni, “milli” siyasal-toplumsal yapıyı meşrulaştıracak (onaylatacak), onun çatısı altındaki insanları bir arada tutacak tarih arayışı içerisinde de “geçmiş”ten “daha geçmiş”e müracaat etti. İşte bu süreçte Ziya Gökalp “in” (içeri!)  Yahya Kemal “out” (dışarı!) oldu ve Selçuklu-Osmanlı malzemesini barındıran Anadolu platosundan Orta Asya steplerine sıçrandı.

Sonrasında da Türkçülük-milliyetçilik mevzubahis olduğunda Gökalp patentli “Ergenekonculuk” ile Yahya Kemal patentli “Malazgirtçilik” arasında tarih inşası bağlamında kopukluk sürdü gitti.    

Ta ki 1940 sonları ve 50’lerin başından itibaren 2. Dünya Savaşı’nı müteakip ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeninde Türkiye’de yaşanan ekonomi-politik gelişmelerin kültürel ve ideolojik temelde yeni toplumsal çatışmalara yol açmasına kadar…

“Tez-Antitez”den “Sentez”e…

Özellikle keskin siyasal kutuplaşmanın yol açtığı kanlı şiddet ortamının askeri darbe ile çok daha katmerli bir şiddetle bastırıldığı “12 Eylül” (1980) dönümünde rejim için resmi-ideolojik rehber olarak beliren Aydınlar Ocağı marifetiyle yukarıda kaydettiğimiz “kopukluk”, görülen “lüzum” üzerine giderildi. Tarihsellik uğrunda “gelenek icadı”nı Orta Asya’dan türeten çizgi ile bin küsur yıllık Anadolu macerası temelinde “Malazgirt”ten başlatan çizgi arasında erken-Cumhuriyet döneminde mevcut “tez-antitez” ilişkisi, esasen “Sol”un Türkiye’de 1960’lardan itibaren belirginleşen entelektüel hakimiyeti ve kültürel yayılımına karşı resmi kaygılarla “sentez” edildi.

“Türk-İslam Sentezi” başlığı ile artık sağ-Kemalist darbe güdümünde resmileşen bu ideolojik formatta artık Ziya Gökalp ile Yahya Kemal birbirlerinin karşıtları değil tamamlayıcıları oldular. Onların arasındaki farklılık, bir “ortak hasım” olan “Sol”a karşı çevrilen tedirgin gözler tarafından görülmez yahut göz ardı edilir oldu. Çünkü, başkanı olduğu Aydınlar Ocağı’nın kuruluş gayesini 1960 ihtilalinin yol açtığı sol yükselişe karşı milli kültür ve şuuru geliştirmek olarak netleştirmiş Süleyman Yalçın’ın ifadesiyle artık hedef, “Türk milletinin kökünü ve tarihi macerasını Ötüken’den Türkistan’dan başlatıp, Göktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar zincirinden Anadolu Türklüğü ve T.C. devletine ulaştırma” idi.

“Sentez”in yeni adı ne?

Hasılıkelam, bugün ortada yeni bir şey yoktur. “Sentez”, aynı sentezdir.

Sadece bir zamanlar kendilerini Yahya Kemal değilse de Gökalp’ten fersah fersah uzakta ve ondan hiç mi hiç haz etmez noktada ve esasen Mehmet Akif’in Panislamik havalarda başlayıp sonra Anadolu Türklüğü ile yetinme noktasına gerileyen İslami milliyetçiliğine yakın hisseden;

Akif’in (Ahmet Kabaklı’nın ifadesiyle) “Hz. Ömer’den, Sahabiler devrinden başlayan tarih anlayışı”na daha bağlı olan siyasi dinbazlığın;

Şimdi iktidar hal ve şartlarına bağlı olarak, bir zamanlar “kavmiyetçilik”le, hatta “faşizmi gayet iyi bilmek”le tanımlanıp vasıflandırılmış bir zihniyete daha mültefit, onun tarih anlayışına da mütemayil hale gelmiş olmasıdır. 

Dolayısıyla “Sentez” aynı sentez de bugün adına isterseniz “Erdoğan-Bahçeli Sentezi” diyebilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi