Rüyalar

Görülüyor ki o günün insanı için rüya, her gün yaşadığı bu deneyim, kutsala ve doğaüstüye açılan bir kapı; tanrıların, başka doğaüstü güçlerin hatta ölülerin dile geldiği, bilinmeyenden, gelecekten haber verdiği farklı bir “âlem”. Beden uykuya dalınca ruhun gittiği ve uyanmadan önce geri döndüğü bir “ülke” sanki rüya; bildiğimiz dünyadan çok farklı olsa da bir biçimde onun uzantısı yine de

700 milyon yıldır uyuyoruz. Karanlıkla birlikte düzeyi yükselmeye başlayan ve sabahın ilk ışıklarıyla yeniden normale dönen melatonin hormonu yönetiyor uykumuzu. Biz derken yalnızca insanlardan ya da diğer memelilerden söz etmiyorum, kimi bakterilerde bile bu böyle. Morötesi güneş ışınlarından korunmak için gün batımında okyanus yüzeyine çıkan ve sabahın ilk ışıklarıyla beraber derinlere çöken basit zooplanktonlarda bile bu çevrimden melatonin hormonunun sorumlu olduğu bulundu kısa zaman önce; gece-gündüz çevrimi içinde uyuyan ilk canlı olabileceği düşünülüyor.

Uykunun neden gerekli olduğu ve nasıl evrimleştiği konusu ilginç olsa da bugünkü yazıda ondan değil rüyalardan söz edeceğiz; ama önce uykunun tanımı; belli bir eşiğin altındaki dış uyaranlara yönelik tepkilerin büyük oranda baskılandığı, bilincin -neredeyse- kapalı olduğu, istemli kas hareketleri baskılansa da beynin ve hormonal sistemin aktif kaldığı, bedenin dinlendirilmesi, bakımının yapılması, sorunlardan arındırılması ve kimi zihinsel süreçlerin düzenlenmesi için gereken bilişsel ve sinirsel bir algı durumu olarak tanımlanıyor uyku.

Rüya

İnsanlar uyku sırasında rüya gören canlılardan. Ancak bu özelliği diğer bütün memeliler, kuşlar ve sürüngenlerle paylaşıyoruz ki bu da rüyanın muhtemelen, 350 milyon yıl önceki ortak atamız amniyotlarla(1) birlikte başladığına işaret ediyor.

[Rüya gören tüm canlılardaki çevrim birbirine benzer. Rüyalarımızın çoğunu, hızlı göz hareketleriyle bilinen, çevrimsel REM(2) uykusunda görürüz. REM-dışı uykuda da rüya görülebilir ancak bunların anımsanması daha zordur.

Uyku, REM-dışı ve onu izleyen REM dizgesinin tekrarından oluşur. Yaklaşık 90-110 dakikalık REM-dışından sonra gelen ve her çevrimde süresi uzasa da genellikle 10-30 dakikayı aşmayan REM uykusu en canlı ve “hatırlanan” rüyaları gördüğümüz bölümdür.

Hızlı göz hareketlerini tetikleyen ve REM uykusunu başlatan, beyinde salgılanan hormonlardır; baskılanmış olan göz kapaklarının tersine aktif olan göz kaslarının hareketleri, rüyayı “görme” refleksinden kaynaklanır, tıpkı kimi görme engellilerdeki, dış uyaranlara karşı -göremeseler bile- gözlerini oynatma refleksi gibi.

Gözler yalnızca ışığı algılar ve dalga boyuna/enerjisine göre kodlayarak beynin ilgili bölgesine yollar; görüntüyü asıl oluşturan, diğer bir deyişle “gören” beyindir, tıpkı rüyaları oluşturan ve görenin o olduğu gibi.]

Peki neden rüya görüyoruz, beynimiz neden bu olağanüstü ama gerçek olmayan öyküleri “uyduruyor” her uykuya daldığımızda? Nedenini tam olarak bilmiyoruz ama rüyaların doğasını açıklamaya yönelik bazı kuramlar da yok değil elimizde.

Bu kuramlardan biri, rüya sırasında beyindeki rastgele elektrik sinyallerinin ilgisiz pek çok görüntüyü yüzeye çıkardığını, bu ilgisiz görüntülerin ancak uyandığımızda anlamlı bir öyküye dönüştürüldüğünü söylüyor.

[Bunun doğru olamayacağını düşünüyorum, çünkü herhangi yarar/avantaj sağlamayan bir mutasyonun milyonlarca yıllık bir süreçte çoktan silinip gitmiş olması gerekir. REM uykusu sırasında beyin çoğu zaman uyanık olduğundan daha aktiftir ve daha fazla kalori harcar. Atamız olan primatın ağaçlardan yere inerek iki ayak üstünde yürümeye başlamasının asıl nedeni, günde yalnızca bir bisküvi kadar kalori tasarrufu sağlamaktır (iki ayak üstünde yürümek dört ayağa göre daha az kalori gerektirir). Bu kadarcık bir enerji avantajının evrim tarafından ödüllendirildiğini ve türümüzün yazgısına yön verdiğini düşününce, REM uykusu/rüya gibi enerji açısından “pahalı” bir özelliğin işlevsiz ve yararsız olması olası değil.]

Bir diğeriyse, rüya sırasında -ilkel beynimiz olan- amigdalanın(3) ve hipokampusun(4) son derece aktif olmasına dayanarak, beynin rüya sırasında bellek temizliği yaptığını, hangi anıların saklanıp hangilerinin unutulacağına karar verdiğini öne sürer. Başka bir kuramsa, beynin günlük tehditlere karşı bir tür “prova” yaptığını, bunlara karşı önceden hazırlık yaptığını söyler.

[Gerçekten de memelilerin kimi günlük aktivite ve rüyalarında kaydedilen elektriksel beyin haritaları birbirine şaşılacak derecede benzer. Örneğin bir labirent içinde koşturulan deney farelerinin bu sırada kaydedilen beyin görüntüleri, aynı farelerin rüya sırasındaki görüntüleriyle neredeyse aynı.  Bu olgudan yola çıkan bilim adamları,  bu farelerin rüyalarında da bir labirentte koştuğunu öne sürüyorlar ki bu yorum akla çok da uzak görünmüyor (aynı deney farklı hayvanlarda da benzer sonuçlar üretmiştir).]

Tabii rüya deyince Freud’u anmadan geçemeyiz. Freud, rüyaların karşılanmamış ve bastırılmış isteklerin kılık değiştirmiş hali olduğunu, açık ve gizli içeriklerden oluştuğunu öner sürer. Ona göre, rüyadaki görüntü, ses ve öykü açık içeriği oluştururken, gizli içerik bilinçaltından yüzeye çıkandır ve bilinçsiz istekleri temsil eder.

[Büyük olasılıkla rüyaların yukarıda anılan işlevlerden birkaçını birden karşılamak üzere evrimleştiğini düşünüyorum. Yeni bir şeyler öğrendikten sonra çekilen uykunun, öğrenilenlerin sonradan daha  iyi anımsanmasına yardımcı olduğunu söylüyor yapılan testler. Kimi araştırmacılar, travmalı kişilerin daha uzun ve yoğun rüyalar gördüğünü, bunun da beynin rüya sırasında travmaları tedavi etmeye çalışmasından kaynaklandığını ileri sürüyor. Beynin uyku/rüya sırasında, anılarımız arasında yeni bağlantılar oluşturduğu da diğer bir dikkate değer sav; gündüz kafa yorduğumuz ancak çözemediğimiz problemlerin çözümünü sabah bulmuş olarak uyanmanın çoğumuzun deneyimlediği bir olay olduğunu düşününce, bu da yabana atılır bir düşünce gibi görünmüyor.]

Gılgamış

Günümüzde bile açıklamakta zorluk çektiğimiz rüya olgusunun, insanları çok eskiden bu yana şaşkınlığa sürüklemesi ve büyülemesi çok doğal görünüyor. İnsanlık tarihinin ilk yazın eseri sayılan ve günümüzden 4 bin yıl öncesine dayanan Gılgamış Destanı’nda bile Gılgamış ve Enkidu’nun rüyaları çok önemli ve belirleyici bir yer tutar. Rüya yorumlarının kazındığı pek çok hiyeroglif tablet var Eski Mısır’dan günümüze ulaşan (Mısır’da, rüyaları  yorumlayarak Bes ve Tutu gibi -rüyalara bakan- tanrılarla iletişimi sağlayan kâhin-rahiplerin büyük saygı gördüğünü ve yönetim kararlarında etkin rol oynadıklarını da ekleyelim).

Görülüyor ki o günün insanı için rüya, her gün yaşadığı bu deneyim, kutsala ve doğaüstüye açılan bir kapı; tanrıların, başka doğaüstü güçlerin hatta ölülerin dile geldiği, bilinmeyenden, gelecekten haber verdiği farklı bir “âlem”. Beden uykuya dalınca ruhun gittiği ve uyanmadan önce geri döndüğü bir “ülke” sanki rüya(5); bildiğimiz dünyadan çok farklı olsa da bir biçimde onun uzantısı yine de.

Antik Mezopotamya, Mısır ve sonra gelen Yunan, Roma uygarlıklarında rüya hep insanın doğaüstü güçlerle iletişime geçmesinin bir aracı; Eski Yunanlılar içinse, bunun yanında, hastalara, sağlığa kavuşmanın ipuçlarını sunan ve  bir anlamda “reçete yazan” “şifa merkezi” (6).

[Şifa tanrısı Asklepios adına kurulmuş -ve dönemin hastaneleri olan- “Asklepion” tapınaklarında uyuyan kişilerin, rüyalarında  hastalıklarının nedenini ve çaresini göreceklerine inanılırdı; hatta hastaya uygulanacak tedaviye şifacı ve rüya yorumcusu birlikte karar verirdi.]

Rüyalar, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’da da önemli yer tutar; peygamber ve erenlerin Tanrı’yla temel iletişim yolu vahiylerden çok rüyalardır(7). İbrahim’den başlayarak hemen her peygambere, yapılması gerekenler rüyasında bildirilir.

Sayfaya, rüyaları konu edinen resimlerden sevdiklerimi ekledim, çoğunun ilginç birer öyküsü de var ama bu yazıya sığmaz ne yazık ki.

Bitirirken, bugün seyredecek bir şey arayanlara “Rüya Bilmecesi (8) filmini önerelim ve 2023’ün, uzun süredir ülkenin üstüne çöken kâbusun sona erdiği, düşlerinizin gerçekleştiği yıl olmasını dileyelim.

  • Embriyosu koruyucu bir zar (amniyon) içinde gelişen canlılar.
  • İng. Rapid Eye Movement (Hızlı Göz Hareketi).
  • Beynin temporal lobunda yer alan, motivasyon ve duygusal davranışta önemli rol oynayan badem şekilli yapı; bugünkü beynimiz amigdala yerine değil onu da içerecek şekilde evrimleştiği için zihinsel süreçlerimizde hala çok önemli bir yer tutar. Sürüngenlerle ortak atalarımız zamanından miras kaldığı için “sürüngen beyin” olarak da adlandırılır.
  • Hipokampus beynin hafıza merkezidir; kısa dönem hafızaya alınan bilgilerin uzun dönem hafızaya aktarılmasında görev alır, yaşanılan anıların olaylarla ilişkilendirilmesinde ve yön bulmada önemli bir rol oynar. Denizatına benzer şekli nedeniyle bu adı alır  (hipokampus, Eski Yunanlıların denizatına verdikleri ve “at” ile “deniz hayvanı” sözcüklerinin birleşmesinden oluşan bir sözcüktür).
  • Çinliler ve Amerika kıtası yerlileri de rüya sırasında ruhun bedenden geçici olarak ayrıldığına inanılırdı.
  • Aristoteles de (M.Ö.384-M.Ö.322), rüyaların fizyolojik fonksiyonların bir sonucu olduğunu ve kişinin bugünkü ya da gelecekteki hastalıkları konusunda ipuçları taşıdığını öne sürer.
  • Daha doğru bir ifadeyle, pek çok peygambere vahiylerin rüyada geldiğini söyleyebiliriz.
  • Michel Gondry, La Science des Rêves, 2006.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi