SATRANÇLA AÇILAN STRATEJİ PENCERESİ “THE QUEEN’S GAMBIT”

The Queen’s Gambit, Walter Tevis’in romanından ekranlara uyarlanmış, 9 yaşında, öksüz bir kızın satranç dehası olmasını ve ABD’nin, Sovyetler’in satrançtaki üstünlüğünü ekranlarda bir genç kızla  altetmesini ele alıyor...

Bu hafta Netflix’de “The Queen’s Gambit” isimli bir dizi öne çıktı.  Kraliçe’nin Gambiti olarak Türkçeleştirilen dizi, temelde satranç tutkunlarına hitap ediyor. Çünkü dizide satranç terminolojisi  egemen ve bu terminolojiye yabancı olanlar açısından yeterince ilgi çekici olmayabilir. Satrançta kraliçe olarak bilinen taş, vezirdir ve vezir satranç oyunu için çok stratejik bir taştır. Stratejik gücünü ise satranç oyununun en yetenekli taşı olmasından alır. Dizinin adı The Queen’s Gambit ise, stratejik bir kararla oyunu kazanmak için veziri feda etmek anlamına geliyor.

Aksiyonu Öyküsünü Dramatize Ederek Kuruyor

“The Queen’s Gambit”, iddialı ve aksiyon dolu dizilerin arasında, iddiasız ve aksiyonu olmayan bir dizi gibi görünse de, aksiyonu öyküsünün dramatik yapısıyla kuruyor ve izlenmeye başlandığında, başından kalkmadan sonuna kadar gidiliyor. Dizi filmler günümüzde ve özellikle pandemi döneminde, ülkemizde kültür endüstrisinin temel unsurlarının başında gelmeye başladı. Özellikle internet medyası, yazılı ve televizüel medyaya kıyasla günümüzde ve özellikle pandemi koşullarında çok daha popüler ve belirleyici bir nitelik taşımaya başladı.

Sinemaların uzun süre kapalı kalması, açıldıktan sonra ise oluşan tedirginlik nedeniyle yeterince seyirci olmaması, sinema sanatı için tehlike çanları mı çalıyor sorusunu da akla getiriyor. Pandemi sürecinin uzun sürmesi, sinemada film seyretme alışkanlığına sekte vurabilir ve pandemi sonrasında  seyirciler yeniden ve kolaylıkla salonlara dönmeyebilir... Ortaya çıkan bu boşluktan dizi sektörü daha fazla pay alarak sinemanın yerine oynayabilir mi?

Netflix’in Yeni ve İlgi Çeken Dizisi

Netflix’in yeni ve ilgi çeken dizisi “The Queen’s Gambit”, Walter Tevis’in romanından ekrana uyarlanmış. Dizinin ana karakteri Beth Harmon (Anya Taylor-Joy) 9 yaşında, sessiz ve suratsız bir öksüzdür. Bilim kadını olan annesi Alice Harmon (Chloe Pirrie) 1960’larda kızını tek başına büyütme kararı almıştır. Amerika’da siyahiler gibi, kadınlar da 1960’larda sosyal statüleri açısından sorunlar yaşamaktadır. Koşullardan bunalan Beth’in annesi, kızının babasından yardım talep etse de olumsuz yanıt alınca arabada olan kızıyla intihar etmeye karar verir ve kazada ölür. Kazadan kurtulan küçük Beth’in yetimhane yaşamı, okul hademesi Mr. Shaibel’den (Bill Camp) satranç oyununu öğrenmesiyle değişir... Sessiz, suratsız küçük kız  zekasıyla ve kendi kaderine sahip çıkan iradesiyle yaşamını değiştirir ve dünya satranç şampiyonu Vasily Borgov’un (Marcin Dorocinski) rakibi olmaya giden yolda yürümeye başlayan bir satranç dehası olur.

Dizi küçük, öksüz bir kızın yetimhane günleriyle başlayarak, ergenliğe ulaştığında ona bir ailenin sahip çıkma talebiyle makas değiştirmeye başlıyor. Temel anlamda satrancın belirleyici unsur olması öne çıksa da, yan motifler olarak kadın hakları ve 1950-1990 arasındaki döneme damgasını vuran ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaşa da gönderme yapılıyor. Zaman zaman antikomünizm propagandası öne çıkar gibi görünürken, zaman zaman kapitalizm eleştirileri ve iki sistemin kıyaslanmasını da içeren yansıtmalar öne çıkabiliyor.

Kendisini evlat edinen aileyle başlarda sıcak iletişim kuramayan Beth, kocası tarafından önemsenmeyen Alma Wheatley (Marielle Heller) ile ortak çıkarlarının çakışmasıyla yakın bir ilişki kurarak anne eksikliğini telafi etmeye çalışır. Bu ilişki onun başarısında da motive edici olurken, iki kadın bağlamında, kadınların Amerika’da yaşadıkları sorunlara da göndermeler yapılıyor.

Nefes Nefese İzlenen Bir Dizi

“The Queen’s Gambit”, etkili bir sinema filmi gibi nefes nefese izlenen bir yapım ve mini bir dizi. Sıradan televizyon dramalarından farklı olarak, yapım tasarımı açısından da Netflix’in büyük ve pahalı yapımlarından birisi. Bu durum dönem filmi olmasından kaynaklandığı kadar, kostüm ve mekan tasarımı açısından da öne çıkıyor. Dizinin başarısında etkili görüntü yönetmenliği kadar, dönem canlandırmalarında special efektlerinde rolünü vurgulamak gerekir. Geçen sene gittiğim Las Vegas’ın, 1960’lı yıllardaki halinin günümüzdeki durumuyla fazla benzerlik taşımadığını izlerken, Amerika’da sinema ve dizi sektörünün gücünü düşünmeden edemiyorsunuz. Bu gücün ise dizinin ihtiyaç duyduğu dönem canlandırmalarında çok etkili olduğunu belirtmek lazım.

Diğer yandan internetin yükselmesine paralel olarak ortaya çıkan içerik üretimi, ana akım televizyonların primetime saat dilimlerindeki üstünlüklerine de son verdi. İnternetin görece özgür ifade ortamı, bu trendin ortaya çıkmasında belirleyici oldu ve Martin Scorsese gibi yaşayan efsane yönetmenler bile, sinemanın büyülü ortamından, internetin sanal ortamına sığınmak durumunda kaldı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi