Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

“Seferle mükellefiz.!”

Kolay da olsa zor da olsa sefere çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin.! Tevbe, 41.

6 Ekim 2021, Çarşamba.
Grup toplantısında konuşuyor. Ağır, sıkıntılı bir hava var. Başkan vekilinin heyecanlı ‘hatırlatma’ alkışları olmasa öylece somurtarak oturacaklar—o zaman bile alkışlar saman alevi gibi.
“Biz koskoca bir medeniyetin ve koskoca bir coğrafyanın tek [parmağını havaya kaldırıyor] umuduyuz” deyince başkan vekili cûş u hurûşa geliyor—grup da. “Attığımız her adımı tarihimizin ve kültürümüzün üzerimize yüklediği sorumluluğun bilinciyle atıyoruz” diye ekliyor.
Konu ‘yeni’ anayasa…
Yüzüncü Yıl ‘hediyesi’ olarak ülkemize yeni bir anayasa kazandıracaklar, mümkün olursa (!) Meclis’in ‘tamamının’ uzlaşmasıyla ‘yasama yılı bitmeden’ neticeye ulaştıracaklarmış.
Yeni ‘yönetim’ sistemini inşa etmiş olan bu Meclis ‘kurucu ve devrimci’ sıfatıyla bu şerefe de nail olacakmış. Olmazsa, 2023 seçimleri sonrasında hayata geçireceklermiş.?
Malum, şu andaki ‘var-ama-yok’ anayasasını daha dört yıl önce başımıza sarmışlardı.
Gelişmiş ülkeler bile siyasi, ekonomik, sosyal sancılarla kıvranırken, tarihimizin ‘en köklü yönetim reformu’ sayesinde “Biz her alanda kendimizi pozitif yönde ayrıştırmayı” başarmışız”. Elbette “Aksaklıklar, düzeltilmesi gereken hususlar” varmış ama “Hepsi çok basit dokunuşlarla, küçük revizyonlarla düzeltilebilecek tali meseleler-miş”. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle “Yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkileri netleştirirken, uyumu da en üst noktaya çıkarmış-lar” ki böylece Türkiye tarihinin en büyük demokrasi ve kalkınma hamlesini [a.b.] yapmışlar.
Tamam da, her şey bu kadar—inanılamayacak kadar—güzelse, küçük dokunuşlarla (!) çözülebilecek meseleler için de değilse, o zaman yeni anayasaya niçin ihtiyaç var?
Bu, “Tarihimizde ilk defa, doğrudan milli irade eliyle hazırlanmış ilk sivil anayasa” olacakmış.!
Kelime kelime aynı ifadeleri, 1 Ekim 2017’de, ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ vakasından sonraki Meclis açılışında da kullanmıştı: “Ülkemizde ilk defa Meclisimizin eliyle, milletimizin özgür iradesiyle, demokratik usullerle, böyle köklü bir yönetim reformunu …”.
Aslında dilinin altındaki baklayı on gün önceki Meclis açılışında çıkarmıştı: Biz, seferle mükellef olduğumuz inancıyla bu girişimi [yeni anayasa] başlattık, hazırlıklarımızı yapıyoruz”.
Grup konuşmasında konuyu daha da açtı, meramını daha iyi anladık: “Rabbimden bu kutlu yolda bizleri mahcup etmemesini, çıktığımız seferi zaferle neticelendirmesini diliyoruz”.
‘Sefer’ kavramının İslami ve İslamcı söylemlerde önemli bir yeri var.
Sefer, cihad, savaş, aynı anlamdalar; ‘gazve’, din—ve ganimet—uğruna yapılan her türlü sefer, Hz. Muhammed’in bizzat katılmadığı seferlere de ‘seriyye’ deniyor. ‘Seferber olma’ savaşa hazırlanmak, sefere çıkmak da ‘savaş’ için yola çıkmak demek.
Erdoğan’ın Meclis’te ve AKP grup toplantısında kullandığı bu kavramlar Tevbe Suresi’nden.
Surenin ana konusu, Hz. Muhammed’in, son defa İslam ordusunun kumandanı olarak katıldığı Tebük Seferi’dir. Seferberlik sıcak ve kurak iklim, kıtlık gibi zor şartlarda olur. Münafıklar, bedeviler halk arasında olumsuz propaganda yaparlar ve etkili olurlar. O zaman uyarı gelir:
“Ey inananlar, hangi durumda olursanız olunuz (kolay da olsa zor da olsa), seferber olun (savaşa hazırlanın) ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin.” Tevbe, 41.
Bu kavramları ‘anayasa’ bağlamında kullanıyorsanız, elbette ‘düşmanı’ da tarif etmeniz gerekir. Onu da yapıyor, “Gavurun kılıcını çalan (sallayan) bir anlayışla yapılan işin adı muhalefet değil, taammüden bu ülkeye ve bu millete düşmanlıktır” diyor. “Seksen senedir Türkiye’nin başına musallat—vatan yansa ateşinde ısınacak kadar gözü kararmış güruh—muhalefet” dediği gibi…!
CHP, her meselede “Ülkenin ve milletin karşısında saf tutmuş”, genel başkanı “Milli güvenlik sorunu haline dönüşmüş”. İyi Parti “Terör örgütünün güdümünde siyaset yapar duruma düşmüş”.
Açıkça, anayasa gibi siyasi bir girişimi, Allah adına, din uğruna cihada dönüştürüyorlar.
Tam da dinci psikopatların, ‘gavur’ bildiği 104 kişiyi, ‘seferber olma’ mükellefiyeti inancıyla katlettiği ‘Gar’ katliamının altıncı yıl dönümünde.
Bu katliamdan bir yıl sonra, "Allah yolunda köpeklere, kafirlere göstermek gerekli, onlar hiçbir yerde güvenli değiller. Allah diyor ki, bu Türkiye'yi öldürün. Dağıtın." talimatıyla, İstanbul’daki bir eğlence mekanında, tek başına 39 kişiyi öldüren, 79 kişiyi yaralayan hasta ruhlu şahıs gibi on binlercesi aramızda dolaşıyor. Üstelik bu zihniyetin Türkiye’de milyonlarca da sempatizanı var.
Tarihe not düşmek için yazıyorum:
Yapılan, sorumsuzluğun çok ötesindedir. Adını siz koyun.!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi