Sorun; Buyruğu Verende mi, Alanın Kifayetsizliğinde mi?

Bugünlerde Tanıl Bora’nın, Demirel biyografisini büyük bir keyifle okuyorum. O günleri yaşamamış genç okurların öğrenmesi ve bugünlerle mukayese etmesi, yaşamış olanların da hatırlaması için yakın tarihin bir dönemini Bora’nın akıcı üslubundan okumalarını özellikle tavsiye ediyorum. Tabii konu Demirel olduğunda iş ister istemez onun jargonuna bağlanıyor. Hâlen hayatın her alanında onun vecizleriyle karşılaşmamak imkânsız. Kitaptan küçük bir alıntı; “Yıldırım Türker, ‘Halkını tavlayacağını iyi bildiği arkaik mantık üstüne kurulu çağrılardan oluşan özel bir dil yazdı…’ diye tanımlamış Demirel’in dilini...” Benzer veciz tonları ve espri zenginliğini Erbakan, Özal gibi başka siyasilerde de görmek mümkündür.

Velhasıl her dönem, kendi üslubunu ve dilini yaratıyor. Yeni Türkiye’de siyasi patern değişti ve kamplara ayrılan, gittikçe sertleşen yeni siyaset mekanizması da kendi biçimini yarattı. Elbette bu konunun öncüsü de dönemin lideri Tayyip Erdoğan. Düşünmeden ettiği sözlerin tepki gördüğü kadar toplumda karşılık bulması da onu düşünmeden konuşmak noktasında gittikçe daha cesur kıldı. Zaman içinde o kadar söylenmeyecek şeyler söyledi ki yenilerine şaşıramaz hâle geldik. Ancak biraz âdetten olsa gerek yeni bir malzeme verdiğinde de çiğnemeden edemiyoruz. Seçim dönemlerinde perdeyi yükseltmesi, doğal olarak malzemeyi de artırıyor. Geçtiğimiz hafta; “Kazanamadığımız şehre hizmet gelmez!” mealinde bir şeyler söyledikten hemen sonra, Adıyaman’ın Kâhta ilçesindeki mitinginde vatandaşların istasyon talebine ilişkin “İstasyon talebiniz var. İçişleri Bakanıma söyledim, Ulaştırma Bakanım da yanımda... Ona da talimat vereceğim, buyruğumu vereceğim. Bu sorunu da halledeceğim…” dedi. Dediği gibi de padişahlığı çağrıştıran bu sözün tefsiri üstüne retorikler dönmeye başladı.

Öncelikle Erdoğan -aidiyetleri itibariyle de- kendini öyle bir yerde görüyor. Çevresindeki dalkavuk takımı da böyle hissetmesi için gereken her şeyi yapıyor. Üstelik bu ilk defa da olmuyor. 2021’de orman yangınları olanca hızıyla devam ederken, Cumhuriyet tarihinin numunelik bakanlarından olan Bekir Pakdemirli ne demişti? “Yangın söndürme uçağı yok. Cumhurbaşkanımız emir verdi, alacağız inşallah.” Buyrukla iş yapmaya alışmış veya buyruksuz iş yapmaktan aciz bir devlet adamının ifşaatı olarak da okuyabiliriz bunu. Sorunlu olan yer de burası… Erdoğan yönetiminde inisiyatif alabilen, görev bilinci olan, işini yapması için talimat alması gerekmeyen yönetici sayısı her geçen gün azalıyor. Liyakatsizlik yeni dönemin leitmotifi oldu. Bu durumda, işini doğruya yakın bir ciddiyetle yapan birisi çıktığında da olağanüstü şeyler olduğunu zannediyoruz. Hani; hırsızı, uyuşturucu kaçakçısını, mafyayı, kara para aklayıcısını yakalayan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya misali… Hâlbuki görevinin gereğini yapıyor, hülasa işi bu... Tabii tüm suç örgütü liderleriyle fotoğrafı olan selefinden sonra profilini Atatürk’lü-Cumhuriyet’li paylaşımlarla süsleyen birisini gördüğünde Fatih Altaylı’nın da doğal olarak sarılıp öpesi geliyor!

Her şey son yirmi senede başlayıp bu noktaya gelmedi. Doğu toplumu olmamız yanında militarist bir gelenekten gelmemizin de etkisiyle emir-komuta zincirinde iş yapmaya alıştırılmış bir toplumuz. Modern özel sektör kurumları haricindeki geleneksel yapılarda, özellikle de devlet kurumlarında işler böyle yürür. Bırakın devlet erkânını, sıradan bir daire başkanının veya müdürün dahi kendi ekosisteminde kendini padişah gibi hissedeceği bir ortam vardır. Hele de vatandaş olarak işiniz düşmeyiversin, beş tane kapıdan ve mülakattan geçerek makama ulaşırsınız.

Üsluptan girmiştik yazıya… Erdoğan’ın üslubuyla berraklaşan bu hadise, bu döneme özgü olmayan bir Türkiye gerçeğidir. Velhasıl sorun buyruğu verende değil, buyruğu alanın kifayetsizliğindedir. Keşke ülkece tek sorunumuz üslup olsaydı, tatlı anılar biriktirirdik, o kadar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi