Stephen King evreni: The Boogeyman!

Korku sinemasının temel yapısı atmosfer önceliklidir. Yaratılacak atmosferi destekleyen önemli unsurların başında ise ses efektleri ve müzik gelir. Bir korku filminden beklenen tüyleri diken diken eden, gerilimi tepeye çıkaran ve nabzı yükselten korkutma eylemini başarmaktır. Bu süreç şüphesiz zekaya hitap eden etkili bir dramatik yapı ile kotarılırsa tadından yenmez.

Korku ve gerilim sineması ikiz kardeş gibidir ve önemli ortak noktaları atmosfer yaratmaktır. Yani öykülerinin gereksinim duyduğu atmosferi oluşturmak... Şüphesiz korku sineması ana akım diye de bilinen ticari sinemanın önemli bir sacayadır. Geçmişten bugüne gezegenimizdeki yaşam her geçen gün giderek daha da korkutucu bir hal almaya başladı. Bu bağlamda  korku sineması, bu ürkünç ve distopik dünya için bir panzehir niteliği taşıyor mu?

Korku sinemasının temel yapısı atmosfer önceliklidir. Yaratılacak atmosferi destekleyen önemli unsurların başında ise ses efektleri ve müzik gelir. Bir korku filminden beklenen tüyleri diken diken eden, gerilimi tepeye çıkaran ve nabzı yükselten korkutma eylemini başarmaktır. Bu süreç şüphesiz zekaya hitap eden etkili bir dramatik yapı ile kotarılırsa tadından yenmez.

Bu bağlamda “The Boogeyman” size en azından bu türün iyi bir örneğini izleyeceğiniz vaadinde bulunuyor mu? On altı yaşındaki Sadie (Sophie Thatcher) ve 10 yaşındaki kız kardeşi Sawyer (Vivien Lyra Blair), annelerinin trajik ölümünün şokunu atlatamamıştır. Babaları Will Harper (Chris Messina) kızları için elinden geleni yapmaya çalışsa da, onlarla duygusal ve psikolojik düzeyde bağ kurma konusunda başarılı değildir; kendisi bir terapist olsa da... Aslında başarılı bir terapist olan ve evini ofis olarak kullanan Will'in, kızlarına açılamaması ve annelerinin yıkıcı kaybı hakkında konuşamaması, zaten parçalanmış olan ailelerinin işini daha da zorlaştırmaktadır.

Olaylar Lester Billings (David Dastmalchian) adındaki gizemli ve travmatik bir adamın, çocuklarının ölümünden duyduğu üzüntüden kurtulmak için beklenmedik bir şekilde Will’in evine dalması ve ardında gizemli, karanlıkta yaşayan ve kurbanlarının acılarıyla beslenen canavar gibi şeytani bir varlık bırakmasıyla tetiklenir. Sadie ve Sawyer, bu doğaüstü varlığın evlerinde ortaya çıkmasıyla bir dizi korkunç olaya maruz kalır ve babaları Will'in de onlara zamanında inanmaması, aileyi yok olma tehditi ile karşı karşıya bırakacaktır.

Korku sinemasının beslendiği önemli kaynaklarından birisi de yazar Stephan King’in romanlarıdır.

İnsanlığı korkutmayı kendine vazife edinmiş bu karanlıklar prensinin, onlarca sinemaya uyarlanmış kitabını saymak olası: “Cinnet” (The Shining-1980), “Ölüm Bölgesi” (The Dead Zone-1983),  “Benimle Kal” (Stand By Me-1986), “Hayvan Mezarlığı” (Pet Sematary-1989), “Ölüm Kitabı” (Misery-1990), “Dolores Claiborne” (1995), “Yeşil Yol” (The Green Mile-1999), “Günah Tohumu” (Carrie-2013), “Tepki” (Fire Starter-2022) ve son halka “The Boogeyman” gibi...

“The Boogeyman” önce de vurguladığımız gibi bu türün iyi bir örneği olduğu yönünde bir vaadde bulunuyor mu? Bu soruya hem evet hem de hayır demek olası. Filmin korku türünün ihtiyaç duyduğu temel unsurlar açısından ve daha önce altını çizmediğimiz sinematografik karakterler yaratmak açısından başarılı olduğunu vurgulamak lazım; bir istisna dışında... Filmde öncelikle çocuklara musallat olan insan hayvan karşımı canavar vari bir yaratık dışında.

“The Boogeyman”, Will Harper’ın kaza sonucu ölen karısının başına gelenleri bir sır perdesi gibi sergilerken, seyircide filmin sırrının ortaya çıkmasında bu yönde bir beklenti yaratsa da; filmin başında gösterilen silah filmin sonunda patlamıyor. Filmde felaketlere neden olanın canavar - şeytan karışımı bir yaratığa ithaf edilmesi hayal kırıklığı yaratıp, seyircide oluşan beklentiyi karşılamıyor. 

“The Boogeyman”, korku sineması türünün temel türüklerini başarıyla uygulasa da, bu türün en büyük handikaplarından olan klişe tuzağına düşmekten kurtulamıyor ve klişelerle örülü bir film olmaktan öteye geçemiyor. Filmin önemli sinematografik unsurunun başında yönetmen Rob Savage’ın, görüntü yönetmeni Eli Born’un katkısıyla yarattığı atmosfer geliyor. Oyunculuk performansları açısından vasatın üzerinde bir performansın altını çizmek ise olanaklı görünmüyor. Bu tarz filmler açısından öne çıkan bir diğer temel unsur olan müziğin başarısını da vurgulamadan geçmeyelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi