"Vermemiş Mabut……"

Değerli Dostlar, sürekli ekonomi yazmak da zor. Çünkü iyi haber vermek zor. Madem öyle, eskilerin tecrübelerinden ders çıkaralım dedim. Böylece bir meseleyi fazla kurcalamanın zararlı olduğunu belki anlayabiliriz.
Hikaye bu ya. Sultan Mahmut gece gördüğü bir rüya üzerine tebdili kıyafet sarayın yakınındaki mahalleye gitmiş. Bir kahvehaneye oturmuş. Yanında Bostancıbaşı. Kahvede oturanlar “Tıkandı Baba çay ver, Tıkandı Baba kahve ver” diyorlarmış sürekli. Sultanı gülme tutmuş. “Çağırın bakayım kimmiş bu Tıkandı Baba ?”. Bakmış mütevazi bir amca. “Baba nedir bu Tıkandı meselesi” diye sormuş.
Tıkandı Baba da anlatmış: “Beyzadem, bir rüya gördüm. Rüyamda bir çeşmeden su akıyor. Baktım az akıyor. Bir tahta çubuk soktum açılsın diye. Çubuk kırıldı. Su daha da az akmaya başladı. Biraz daha kurcaladım su tamamen kesildi. Kan-ter içinde uyanırken son hatırladığım ak sakallı bir dedenin 'Tıkandı Baba Tıkandı, uğraşma’ dediği oldu. Geldim kahveye, herkese anlattım. Alay konusu oldum. Adım Tıkandı Baba kaldı. O günden beri de işlerim rast gitmez”.
Sultan Mahmut adama acımış. Saraya döndüğünde “bu adama hergün bir tepsi baklava gönderin. Her dilimin altına da bir altın koyun” demiş. Tıkandı Baba akşam üzeri hediye gelen baklavayı görünce çok sevinmiş. Ancak içinden “yahu biz fakir insanlarız, baklavayı ne edelim, bari isteyene satayım eve ekmek götüreyim” demiş. Bir tüccar Tıkandı Baba’nın elindeki zarif tepsi ve baklavalara talip olmuş. Bir altına satın almış. Eve gelmiş bir bakmış ki, aman aman her dilimin altından hazine çıkıyor. Ertesi gün aynı saatte Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. ”Baba, baklava nefisti, var mı daha” diye sormuş. Biliyorum okurken asabınız bozuluyor ama Tıkandı Baba “Evet” demiş ve saraydan gelen yeni tepsiyi vermiş. Bu durum bir ay devam etmiş.
Sultan Mahmut merak etmiş “ne oldu bizim Tıkandı Baba’ya bakalım” deyivermiş. İnmiş mahalleye bir bakmış Tıkandı Baba bıraktığı gibi. Çağırmış sormuş “Baba, baklavalar nasıldı ?”. Tıkandı Baba da “sen mi gönderdin Beyzadem ? Allah razı olsun, bir dilim bile yiyemedim ama eve ekmek götürdüm sayende” deyince Sultan kahkaha atmış. “Anlaşıldı sana olayı dümdüz anlatmak lazım” demiş. Saraya götürmüş.
Tıkandı Baba, kendisiyle konuşan ve "beyzadem” diye hitap ettiği adamın Sultan olduğunu anlayınca bayılmış. Ayıldığında bir bakmış Sarayın hazine odasında. Karşısında Padişah, elinde bir kürek. “Daldır bakalım ne alırsan senin” demiş.
Tıkandı Baba karşısında hem Padişahı hem de hazineyi görünce heyecanlanmış tabii. Küreğin önünü değil de sapını daldırmış. Çektiğinde küreğin sapında sallanan bir altın para da “küt” diye hazineye geri düşmüş. Sultan da artık gülmeyi bırakmış. “Alın bunu sepetçi kasrına indirin, eline taş alsın, nereye kadar atarsa, o kadar arsa verin” demiş.
Getirmişler sahile “al bir taş at” demişler. Bizimki gülle gibi bir taş seçmiş, atayım derken kafasına düşürmüş. Orada ölmüş. Saraya koşa koşa gidip Padişah’a anlatmışlar. Sultan da sonunda ellerini açıp “Vermemiş Mabut, neylesin Sultan Mahmut” deyivermiş.
Niye bunu anlattım ? Bazen insanları olduğu gibi, kendileri gibi bırakmakta fayda var. Yardım edeyim derken işleri daha fena hale getirebilirsiniz. Burada önemli olan kime, ne zaman yardım edeceğinizi bilmekte. Burada sadece mantık veya sadece kalp ile karar vermeyin. Her ikisiyle beraber düşünün.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Alkin Arşivi