Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

YAŞAMI ARŞINLAMAK

Duygu dalgası yayılıyor insanların arasında; içinde kaygı, korku, acı ve hüznün biçimleri. Bir duygu dalgası yayılıyor ki sessizliğin bin bir tonu. Yerküredeki dehşetin, acının, ölümün seslerine karşı kulak bihaber davranırken tin boğuluyor işleyemediği bütün duyguların içinde. Sığınılmış yüce, kudretini yitirdikçe, zorbanın yetkisi genişliyor. Evrenin merkezinden dünyaya, dünyanın merkezinden kendine, kendinin merkezinden hiçliğe düşen insan “Anlam var mıdır?” sorusu cebinde yaşamı arşınlamaya devam ediyor.

Duygu dalgası yayılıyor insanların arasında; içinde kaygı, korku, acı ve hüznün biçimleri. Bir duygu dalgası yayılıyor ki sessizliğin bin bir tonu. Yerküredeki dehşetin, acının, ölümün seslerine karşı kulak bihaber davranırken tin boğuluyor işleyemediği bütün duyguların içinde. Sığınılmış yüce, kudretini yitirdikçe, zorbanın yetkisi genişliyor. Evrenin merkezinden dünyaya, dünyanın merkezinden kendine, kendinin merkezinden hiçliğe düşen insan “Anlam var mıdır?” sorusu cebinde yaşamı arşınlamaya devam ediyor.

Milyonlarca ihtimalin arasından yaşama gözlerimizi açtığımızda kozmik bir piyangonun kazananı mıyız? Hayat bir mucize mi? Yaşam iyilerin kazandığı, kötülerin er ya da geç cezasını bulduğu adaletli bir yer mi? Adil bir adalet var mı? Peki, özgürlük! Ondan bahsedebilir miyiz? Suallerin cevapları mı gerçekten aradığımız; aslında soruları sormanın bir anlamı var mı? Tüm bu sorular cevabını bulamamaktan korktuğumuzdan sormaktan kaçındığımız asıl sorunun dikkat dağıtıcıları mı? Kısaca “Yaşamın anlamı var mı?”

Enfüsi cevap

İnsanın kendini bilmeye başladığı andan itibaren var oluşunun da anlamını arıyor olması muhtemeldir. Yalnızca tarihin satırlarına ismini büyük harflerle yazmış olanlar değil, ben, sen, o, biz, siz ve onlar da aramıştır yaşamın anlamını. Anlamın ne olduğu suali filozofların, psikologların, araştırmacıların, hatta kişisel gelişimcilerin (!) cevaplayabileceğinden daha enfüsi, özneye ait. Başka bir deyişle, anlamın ne olduğu sorusuna, var olan özne sayısı kadar öznel cevap mevcut. Birbirine benzeyen, belli bir amaç etrafında toplanan cevapların oluşturabileceği genel kanılara rağmen yaşamın anlamı kişinin kendisine ait. Umumi bir cevapta birleşemesek de Platon, iki ayaklı, tüysüz, geniş tırnaklı insanlığı “anlam arayan bir varlık” olarak tanımlayarak en azından anlam arayışımızın ortak olduğunu hatırlatır.Ecel

Bulunan bir şey midir anlam, yoksa inşa edilen mi? Yaşamda anlamın noksan olduğundan eminiz de anlamın var olduğundan emin miyiz? Zira anlamı olsaydı yaşamın, onu bulmak ya da inşa etmek zorunda kalmazdık. Anlamsızlık neden bedeni de ruhu da hasta eder ki? Şifanın kaynadığı neden milyarlarca farklı yanıtı olan yek sualdir? Zaten neden anlam arar ki insan? Bunun cevabını bulmak, anlam bulmaktan daha zahmetsiz: ölüm.

Neden ölmeye karar verir ki insan vücudu? Neyse, zaten başkaları ölür, biz değil. Zira zihnimiz istemez kendi ölümünün tasavvurunu. Zihin ölümün gerçekliğini inkâr eder; böylesine büyük bir korkuyu bastırmak için ölüm bilgisini bilinçaltımızın derinliklerine gömer. Biz de hatırlamak ya da yüzleşmek istemediğimiz ecel gerçeğini en görmeyeceğimiz yere yerleştiririz: Gözümüzün önüne. Ölümü video oyunlarıyla, dizi veya filmlerle şiddet içeren, steril olmayan bir gerçeklikte sıklıkla sergileyerek onu eğlenceli bir hale getirir ve kendimizden uzaklaştırırız. Ölüm uzak ve zor bir ihtimal gibi sirayet eder zihnimize. Bundandır ki olağanlığa dahil olmayan uçak kazaları, terörist saldırıları, denizaltı basıncı gibi dramatik ölümlerden, merdivenlerden düşme, kalp rahatsızlığı, obezite gibi rutin ölümlere kıyasla daha çok korkarız.

Ölüm çözülmesi gereken bir sorun

Ama bugün, düne kıyasla daha çok korkuyor gibiyiz ölümden. Önce ölülerimizi şehirlerin dışına taşıdık. Kalan mezarlıkların çevresini yüksek binalarla kapatarak daha az görünür hale getirdik. Sonra ölülerimizle geçen zamanı azalttık; kaybımızın seney-i devriyesinde bir araya gelmek bir yana dursun, kırkında toplaşmayı ve yedisinde ağlaşmayı bıraktık. Ölüm kavramıyla yüzleşmeyi azalttığımızdan ölüm korkusuyla başa çıkmak için duygusal donanımız artık daha yetersiz. İçinde bulunduğumuz yüzyıl, bilimin ve teknolojisinin ruhani liderliğinde ölümü de çözülmesi gereken bir sorun ilan ettiğinden beri ölümü değil, uzun yaşamı düşünüyoruz.

Yaşlanma karşıtı kremler, estetik operasyonlar, yaşlanmayı yavaşlatacak yeni tedaviler ölümü erteleme arzumuzla ilişkili görünüyor. Zira bu çağda doğal olan ölüm değil, ölmemek; ölüm artık başarısızlık. Performans nesnesine dönüşmüş bir özne için başarısızlık kabul edilemez, ölüm de öyle. Bu yüzden, varlığımızın bir gün son bulacağı gerçeği ötelenir. Ölümün dahil olduğu gerçeğin yerini yapay bir dünya algısı alır. Her türlü deneyimin yaşanmasının mümkün olduğunu iddia eden, hıza ve tüketime teşvik eden, ölümü sadece trajik ihtimaller dahilinde sunan bu yüzyılda anlam aramak arka planda kalır.

Ölüm bahsi kapansaydı, yaşamı anlamlı kılma ihtiyacı da ortadan kalkar mıydı? Muhtemelen hem evet hem hayır. Lakin varlığımızın bir gün son bulabileceğe dair farkındalığın azalması yaşamın niteliğine değil niceliğine yöneltiyor insanı. Ölüm ötelenmiş hissedilince müzmin arzu açlığı sarıyor insanın ruhunu. Anlam arayışının süreğenliğinde zaman kaybetmek yerine hazzın eteklerinde salınmak çekici geliyor.

Yaşamın anlamı var mı?

Çağ ne kadar hızlanırsa hızlansın, teknolojik gelişmeler kök hücreden kalp yapmayı mümkün kılsın, 75 yaş 35 yaşa indirgensin yine de bir gün eski bir gerçek olan ölüm çalıyor kapıyı. Mahremimize sızınca gri bulutlar, sormayı ötelediğimiz tüm soruları ve yüzleşmekten kaçtığımız bütün cevapları düşünmeye başlıyoruz. Lakin ömrümüze yayılması gereken anlam sorgulamalarını çağın hızında koşarken ihmal ettiğimizden ve zamanın duraklarında soluklanmadığımızdan ne bitişleri ne de başlangıçları ayırt edebiliyoruz. Hafızamızda bir bütün oluşturabilecek anlam parçacıklarının istikrarı yerine inhilali, bizi bir anda varoluşsal krize/buhrana sürüklüyor. En başta sormaktan korkuttuğumuz sual, yanıtlamaya vaktimizin kalmadığı gün yeniden soruluyor: Yaşamın anlamı var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi