
Menekşe Tokyay
Küçücük Bulutlar, Güneşi Kapatmadan Önce…
* İkinci Yeni akımından koparak toplumcu gerçekçi sanat anlayışını benimsemiş, emekten ve gerçeklikten beslenen, çok fazla göz önünde olma iddiası olmasa da 60’a yakın kitaba imza atan, çok beğendiğim şairlerdendi Kemal Özer.
“Birikime İnanmak” isimli şu şiiriyle kendisini son dönemde sık sık anıyorum:
“Dalgayı haber veren yakamoz
kimin gözüne çarpar kıyıda?
Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder
tepeden tırnağa giyinmeden ağaç?
Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut
güneşi kapatmadan önce?”
Ben işte o “küçücük bulutlara” dikkatinizi çekmek için tüm bu kaotik gündeme rağmen çocuklarla ilgili sorunlara odaklanıyorum son dönemde… Bir çocuğun açken okula gidemeyeceğini, gitse de derslerinden verim alamayacağını söyleyip “ücretsiz okul yemeği”ne dikkat çekiyorum. Bir çocuğun nitelikli kamusal eğitimden faydalanamadığında okul terklerinin artacağını, bunun da çocuk işçiliği ve erken yaşta zorla evlilikleri tetikleyeceğini anımsatıyorum. Yetişkinler için de çocuklar için de hak, hukuk ve adalet çağrısında bulunuyorum.
Benimle birlikte sivil toplumun da hazırladığı çok nitelikli ve güncel raporlar, hepimize temel gerçeklikleri hatırlatarak, Kemal Özer’in o güzel şiirindeki “küçücük bulutların” güneşi -yani o güzel ve masum çocukluklarını- kapatmadan önce farkına varılması için çaba harcıyorlar.
Emek… Lügat365’e göre; “Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücü. Zahmetli çalışma. Türkçe kökenli olan kelime zahmet, acı ve eziyet manalarına gelen emgek kelimesinden evrilmiştir.”
Çocukların ucuz ve güvencesiz “emgek”i üzerine konuşalım bugün bir kez daha…
Tekstilde Çocuk İşçiliği
Avrupa Birliği tarafından “adil ve sürdürülebilir bir tekstil sektörü hedefi için” finanse edilen Temiz Giysi Kampanyası’nın Şubat 2025 tarihli Tekstilde Kaybolan Çocukluk Raporu, Türkiye’deki çocuk işçiliğinin çarpıcı boyutlarını, verilere ve titiz bir saha araştırmasına dayalı olarak mercek altına alıyor.
Zira tekstil ve hazır giyim sektörü, çocuk emeğinin en yaygın görüldüğü, çocukların zararlı kimyasallarla temas ettiği, uzun çalışma saatlerine maruz kaldığı, kalıcı sakatlıkların hatta ölümlü vakaların görüldüğü alanlardan biri. Büyük moda markalarına üretim yapan küçük atölyelerde, kolayca gizlenebilen ucuz işgücü ihtiyacı, çocukların emeğinin sömürülmesine yol açıyor.
Göçmen ailelerin çocukları da kayıt dışı tekstil atölyelerinde çok düşük ücretlere, sigortasız şekilde çalıştırılıyor. Yapılan saha araştırmaları, İstanbul gibi metropollerdeki bazı dikimhanelerde 11 yaşında göçmen çocukların dahi makine başında olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye, 27 yıl önce, yani 1998 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 138 sayılı İstihdama Kabulde Asgari Yaş Sözleşmesi’ni; 2001 yılında ise ILO’nun 182 sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi’ni imzaladı.
ILO da Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi de, genel itibarıyla çocuk işçiliğini, “çocukları çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan, potansiyellerini azaltan, fiziksel ve zihinsel gelişimlerine zarar veren işler” şeklinde tanımlıyor; çocukların ekonomik sömürüden korunmasını şart koşuyor.
TÜİK’in 2023 yılı resmî verilerine göre, 15-17 yaş aralığındaki çocukların işgücüne katılım oranı yüzde 22,1. Yani neredeyse beş çocuktan biri. Yine TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 2023 yılı rakamlarına göre 7 milyon yoksul çocuk var. Türkiye nüfusunun 22 milyonunu çocukların oluşturduğunu düşünürsek, üç çocuktan biri yoksul.
Temiz Giysi Kampanyası’nın raporuna göre, çıraklarla birlikte Türkiye’deki tahmini çocuk işçi sayısı ise 1.312.344. Bu sayı, 2023 yılı için 15-17 yaş grubu çocuklarda belirtilen çocuk işçi sayısı. 759.000’e kayıtlı çırak sayısı 553.344 eklenerek tahmini olarak tespit edilmiş. Bu sayıya kayıt dışı çocuk işçi sayısı dahil değil.
İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre, son 11 yılda, 17’si tekstil ve deri işkolunda çalışırken olmak üzere, 742 çocuk işçi; son 1 yılda ise 0-14 yaş aralığında 22, 15-17 yaş aralığında 44 çocuk işçi hayatını kaybetti. 2025’in başından beri 24 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi. Mayıs ayının ilk üç gününde sanayide iki çocuk daha çalışırken hayatını kaybetti. İş kazalarında yaralanan ve engelli kalan çocuk sayısına dair resmî istatistik ise yok.
İSİG’in üç temel talebi var:
- Çocuk işçiliği yasaklanmalı, mesleki öğrenim çocuk gelişimine uygun bir biçimde planlanmalı ve kamusal kurallar çerçevesi içinde olmalı.
- Eğitim her kademede parasız olmalı, müfredat bilimin ışığında ve yaşam ile bağ kuran bir şekilde yeniden yapılandırılmalı.
- Yaşam alanları uyuşturucu ve çeteleşmeden temizlenmeli, çocukların gelişimine uygun bir hale (spor, sanat, kültürel etkinlikler vb.) getirilmeli.
Çocuk İşçiliğinin Temel Nedenleri
Bir çocuk, elinde kalem yerine makas tutuyorsa, okul koridorlarında koşmak yerine atölyelerde iplik çekiyorsa, burada durup düşünmemiz gerekir: O çocuğun hayalleri neden yarım kaldı?
Çocuk işçiliği bir tercih değil, bir zorunluluk. Ve bu zorunluluk, yoksulluğun, eğitime erişimdeki eşitsizliklerin, göçün ve sosyal adaletsizliğin bir sonucu.
O yüzden mesele sadece “çocuklar çalıştırılmasın” demekle çözülmüyor. Çocukları çalışmaya iten dinamikleri değiştirmezsek, yasaklarla sadece sorunun üzerini örteriz.
Bugün Türkiye’de ve dünyada milyonlarca çocuk, ekonomik krizlerin, işsizliğin ve gelir adaletsizliğinin bedelini ödeyerek, erken yaşta iş hayatına sürükleniyor. Bir babanın işsiz kaldığı, bir annenin sosyal güvencesinin olmadığı her durumda, evin yükü çocuğun omuzlarına biniyor. “Eve ekmek getirme” sorumluluğu, oyun çağındaki çocukların sırtına yükleniyor.
Peki ya eğitim? O, genellikle ikinci planda kalıyor. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle okulu bırakan çocuklar ya tekstil atölyelerinde ya da sanayi bölgelerinde düşük ücretlerle, güvencesiz çalışıyor.
Temiz Giysi Derneği tarafından yapılan bir saha araştırmasında, dokuzuncu sınıfta okulu terk eden ve 14 yaşında tekstil atölyesinde kayıt dışı çalışmaya başlayan bir çocuk, işverenle bu konudaki görüşmesini şöyle aktarıyor: “18 yaşıma gelmeden sigorta yapmazmış. O zamana kadar böyle idare edeceğiz.” Peki, o çocuk gerçekten “idare” edebilecek mi? Yoksa yıllarca düşük ücretle, kötü koşullarda çalışmaya devam mı edecek? Peki ya iş kazası yaşadığında ne olacak?
Rapor kapsamında geçtiğimiz yıl tekstil ve hazır giyim endüstrilerinde çocuk işçiliği üzerine yapılan bir sosyal medya taramasında, TikTok’ta paylaşılan bir tekstil işçisi videosunda izleyicilere “Küçük yaşta işe başlayan var mı?” sorusu yöneltilmiş ve gelen yanıtlar 7 yaşa kadar inmiş. Raporda, bu paylaşımların dikkat çeken yönünün, çocuk işçiliğinin eleştirilmesi veya sorgulanmasından ziyade, kabullenilmiş bir gerçeklik olarak sahiplenilmesi olduğu vurgulanıyor. Çocuk işçiliği, bazı anlatılarda gururla aktarılan bir hayat hikâyesine dönüşerek toplumun bir kesiminde normalleşmiş, hatta övgüyle karşılanan bir olgu hâline gelmiş.
Çocuk işçiliğinin temel nedenlerinden biri de, işverenlerin ucuz ve kolay yönetilebilir işgücüne olan talebi. Rekabet baskısı arttıkça, büyük şirketler maliyetleri düşürmek için tedarik zincirindeki en zayıf halkaya yükleniyor: Çocuk işçilere. Göçmen çocuklar ise bu düzenin en savunmasız kurbanları. Dil bilmiyorlar, haklarını savunacak bir destek sistemine sahip değiller ve kayıt dışı sektörlerde yok pahasına çalıştırılıyorlar.
BBC’nin 2016’da yayımladığı bir araştırma, Türkiye’de büyük moda markalarına üretim yapan atölyelerde göçmen çocukların çalıştırıldığını ortaya koymuştu.
Ne değişti? 2020’de yapılan bir başka araştırmada, İstanbul’un sanayi bölgelerinde en küçüğü 11 yaşındaki çocuk işçilerle görüşüldü. Aynı hikâye, aynı dram, benzer sonuçlar ve benzer dinamikler… Geçen sene Adana’daki merdiven altı bir tekstil atölyesinde çalışan 11 yaşındaki göçmen çocuk işçi, asansörde sıkışarak hayatını kaybetti.
Çoklu Çözümler
Çocuk işçiliği, sadece bireysel trajedilerden ibaret değil; toplumsal ve yapısal bir sorun olarak karşımızda duruyor. Araştırmalar, çocuk işçiliğini besleyen başlıca etkenlerin yoksulluk, gelir eşitsizliği, işsizlik, eğitime erişimdeki sorunlar, göç olgusu ve mevzuat/denetim boşlukları olduğunu gösteriyor.
Mevzuat, çocuk işçiliğini belli yaş aralıklarına sıkıştırarak tanımlasa da gerçeklik bundan çok daha karmaşık. 10 yaşında çalışan bir çocuğa hangi tanımı yapacağız? 17 yaşında yasaklı bir iş kolunda çalışıyorsa bu hangi kategoriye giriyor? Mevzuatta boşluklar varsa, mücadeleyi nasıl tanımlayacağız?
Oysa çözüm çok açık: Aileler insanca yaşayabilecekleri bir gelir elde ederlerse, çocuklar çalışmak zorunda kalmaz. Raporda sözü edilen “adil yaşam ücreti” tam da bu yüzden önemli. Bir işçi, temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir maaş almalı ki çocuğunu çalıştırmak zorunda kalmasın. Çocuk işçiliğini gerçekten bitirmek istiyorsak, sadece yasak koymak yetmez. Yoksulluğu azaltacak sosyal politikalar üretmeli, eğitim sistemini güçlendirmeli ve iş dünyasını daha adil bir düzene zorlamalıyız.
Eğitim sistemindeki yetersizlikler de önemli bir faktör. Her ne kadar kâğıt üzerinde zorunlu eğitim 12 yıl olsa da, maddi zorluk yaşayan ailelerin çocukları lise çağında okuldan ayrılabiliyor. Eğitim fırsatlarının kısıtlılığı, okul ekosisteminin çocuk ve aile için cazip hale getirilememesi ve belirli alanlarda yüksek yetenekleri veya becerileri olan çocuklara dahi destek eksikliği de çocukları okuldan koparıp işe yönlendirebiliyor.
Raporda da belirtildiği gibi, çocuk işçiliği, birkaç ailenin çaresizliğinden doğan münferit vakalar değil; toplumsal ve yapısal bir yaraya işaret ediyor. Bu olgu, çocukların en temel haklarını ellerinden alırken uzun vadede yoksulluk ve eğitimsizlik döngüsünü nesilden nesle aktaran, çocuk işçiliğini normalleştiren ve buna dair toplumsal normları da güçlendiren bir kısır döngü yaratıyor.
Tekstil ve hazır giyim sektörleri özelinde bakarsak, çocuk işçiliği sadece kayıt dışı bir sorun değil. Yasal olarak çalışan çocukların hangi işlerde ve hangi koşullarda bulunduğunu da netleştirmemiz gerekiyor. Örneğin, MESEM gibi programlar kapsamında çalışan çocukların gerçek sayısını bilmeden, sorunun boyutunu tam olarak anlamamız mümkün değil. Bugün elimizde çocuk işçiliğine dair net ve şeffaf veriler yoksa, bu mücadeleyi hangi temele oturtacağız?
Önce sorunun gerçekçi bir fotoğrafını çekmeliyiz. Nerede, kaç çocuk, hangi koşullarda çalışıyor? Bunu bilmeden çözüm üretmek mümkün değil.
Erken yaşta çalışmak zorunda kalan çocuklar, eğitim ve gelişim fırsatlarını kaçırdıkları için ileride de düşük vasıflı ve düşük ücretli işlere mahkûm oluyor; böylece çocuk işçiliğini doğuran koşullar yeniden üretiliyor.
Çocukların işgücüne katılımı çıraklık veya mesleki eğitim adı altında meşrulaştırılıyor. Kayıtlı öğrencilerin TikTok’taki paylaşımlarında “Gençliğimin en güzel yıllarını 5.100 TL’ye sattım” yorumu ile özetledikleri MESEM programları, çocuk emeğinin ucuz işgücü olarak kullanıldığı, çıraklık eğitiminin meslek öğrenim sınırlarını aştığı ve emek sömürüsünün derinleştiği, hatta 18 yaşından küçükler için yasaklı koşullar altında çoğu zaman güvenlik standartlarından yoksun şekilde çalıştıkları bir sistem haline gelmiş durumda. Dolayısıyla ortada sadece ekonomik bir mesele yok, yapısal bir sorun da söz konusu.
Mevzuattaki boşluklar ve denetim mekanizmalarındaki zaaflar da çocuk işçiliğinin sürmesine yol açıyor. Türkiye her ne kadar ILO’nun temel sözleşmelerini onaylamış olsa da, iç hukukta 15-17 yaş grubunu “genç işçi” kategorisiyle çalıştırmaya izin veriyor. Ayrıca 14 yaşından itibaren çıraklık statüsünde çalışmaya kapı aralayan istisnalar, pratikte çocuk işçiliğine “yasal kılıf” olabiliyor. Cezaların caydırıcı olmaması da işverenleri çocuk çalıştırmaktan alıkoymuyor.
Çocuk İşçiliği Bitsin Demekle Bitmiyor
Çocuk işçiliğiyle mücadele, bütüncül bir yaklaşımla ve çok yönlü adımlarla yürütülmeli. İşyerlerinde çocuk işçi çalıştırılmasını önlemek için denetimlerin artırılmasından çocuk işçi çalıştırdığı tespit edilen işverenlere caydırıcı cezalar uygulanmasına, ihtiyaç sahibi hanelere sosyal yardımların sağlanıp çocukların eğitim masraflarının karşılanmasından her çocuğa nitelikli kamusal eğitim fırsatı sunulmasına dek…
Ayrıca mevzuatta çocuk tanımı ve çocuk işçiliği tanımı da netleşmeli. Ama bu tanım, işverenlere “çocukları nasıl çalıştırabilirsiniz” diye rehberlik edecek bir metin olmamalı. Aksine, çocukların nasıl korunacağına dair açık ve kapsayıcı bir çerçeve sunmalı.
İş dünyasının sorumluluğu ve bilinçli tüketim de sürecin bir başka boyutu. Şirketler, tedarik zincirlerinde çocuk işçi olmadığını garanti etmeli. Fabrikalar ve markalar düzenli denetim yapmalı; “ucuz üretim” uğruna çocuk emeğine göz yummamalı. Tüketiciler de “temiz üretim” talep ederek iş dünyasını sorumlu davranmaya zorlamalı.
Raporda vurgulandığı gibi, tekstil ve hazır giyim endüstrisinde tedarik zincirinin çok katmanlı ve girift yapısı, denetim ve kontrol mekanizmalarını adeta bir kör noktaya sürüklüyor. Markalar, genellikle yalnızca doğrudan ilişki kurdukları birinci halka üreticileriyle bağlantılarını koruyor.
Ancak tedarik zinciri daha derinlere indikçe -örneğin ikinci halkadaki üreticilerin de kendi alt yüklenicileriyle çalıştığı durumlarda- kontrol mekanizmaları büyük ölçüde zayıflıyor ve kayıt dışılık adeta sistemin bir parçası haline geliyor. İşte tam da bu noktada, çocuk işçiliği gibi ağır insan hakları ihlalleri en görünmez haline bürünüyor. Resmî kayıtlarda adı bile geçmeyen alt yükleniciler, markaların doğrudan radarında olmasa bile, çocuk emeğinin dolaylı olarak bu markaların üretim sürecine dahil olma ihtimali son derece yüksek. Bu gerçek, markaları ister istemez sorunun doğrudan muhatapları arasına yerleştiriyor.
Tüm bu belirsizlikler, tedarik zincirlerinin şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzak yapısını gözler önüne sererken, çocuk işçiliği gibi kronikleşmiş sorunların neden hâlâ çözülemediğine dair önemli bir tartışma alanı yaratıyor.
Çocuk işçiliği ile mücadele, sadece yasal boşlukları doldurmakla sınırlı kalamaz. Bu mesele, işverenlerin, markaların, sivil toplumun ve devletin birlikte sorumluluk alması gereken bir alan. Gerçek bir çözüm istiyorsak, çocukların yüksek yararını önceleyen bir politika geliştirmek zorundayız. Çünkü mesele, sadece çalıştırılan çocukların hikayesi değil; çocuk olma hakkının savunulmasıdır.
Tekstil veya ağır sanayi fark etmiyor. Çocuklar kaçak işletmelerde, sigortasız şekilde, tehlikeli işlerde çalıştırılıyorlar. Sonuç yine çocuk ölümleri ve yaralanmaları olarak karşımızda duruyor. 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul’un fotoğrafı günlerdir gözümün önünden silinmiyor. Üstelik 15 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılmasının kâğıt üzerinde yasak olduğu bir düzende, Niğde Bor Karma OSB’de çalıştığı plastik geri dönüşüm tesisinde makineye kaptırdığı kolunun omuz hizasından kopması sonucu hayatını kaybetti Abdurrahman. Yarıyıl tatili öncesi okulu bırakmış ve çalışmaya başlamış.
Yine Nisan ayında 17 yaşındaki Mehmet Özarslan, Kayseri Sarıoğlan’da çalıştığı kum ocağında iş makinesinin yağ bakımını yaparken Kızılırmak nehrine düştü ve cansız bedenine 26 saat sonra ulaşıldı.
Çanakkale Lapseki ilçesine bağlı Kangırlı köyünde, 15 yaşındaki Şerafettin Başarır, çalıştığı iş yerinde geçirdiği iş kazasının ardından birkaç gün önce yaşamını yitirdi. Başarır, İSİG Meclisi’nin verilerine göre bu yılın başından itibaren iş cinayetlerinde hayatını kaybeden 24’üncü çocuk oldu.
Herkes için hak, hukuk ve adaletin söz konusu olduğu, çocukların da en temel insan haklarından faydalanabildikleri, onların işçiliğinden değil, eğitimlerinin kalitesinin artırılmasından konuşabileceğimiz günlere özlemle…
*Bu yazı perspektif.online adresinden alınmıştır.