
Menekşe Tokyay
Çocukların Lokmalarına Gizlenen Zehir: Pestisitler
Bir sabah mutfağa girdi. Küçük kızı, özenle dilimlediği ve sirkeli suda beklettiği elma dilimlerinin üzerine tarçın serpmiş, keyifle yemeye hazırlanıyordu. “Anne, elmalar neden bazen acı olur?” diye sordu. Gözlerinin içindeki masumiyeti gördü. O an içinde bir endişe belirdi. Acı olan elma mıydı, yoksa o elmanın hasat öncesi içine bulaşan görünmez bir zehir mi?
“Tarım zehirleri” olarak bilinen pestisitler, tarımsal üretimde kullanılan toksik etkili kimyasal maddeler… Kâh böceklere, kâh otlara, kâh mantarlara yönelik kullanılır. Bu kimyasallar yalnızca tarlalarda kalmaz; toprağa, suya, havaya karışarak yaşamın her alanına sızar.
Dünya genelinde yaklaşık 1.000, Türkiye’de de 350-400 civarında pestisit türünün kullanıldığı tahmin ediliyor.
Gıdalarda kalıntı bırakan bu maddeler, kalıntılı ürünlerin yenmesi sonucu ölümcül hastalıklardan hormonal sistem bozukluklarına, kısırlıktan akut zehirlenmeye, kansere kadar ağır bedellere yol açabiliyor.
Bazen tehlikeler, gözümüzün önünde olmadıkları için yok sayılır. Oysa onlar her yerdedir: Toprağımızda, havamızda, suyumuzda, bedenimizde… En çok da bebekleri ve çocukları etkileyen şekilde…
Radarımızı bir an için Avrupa’ya çevirelim. Sonra yeniden ülkemize döneceğiz, merak etmeyin…
Fransa’nın batısındaki Charente-Maritime bölgesinde geçen sene Kasım ayında yaşananlar tam da bunu hatırlatıyor bize.
Orada yaşayan aileler, çocuk kanserlerindeki artış nedeniyle alarm zillerini çaldılar. Çünkü çocuklarının vücudunda bile yasaklanmış pestisitlerin izlerini buldular.
Fransa’dan Türkiye’ye
Charente-Maritime, Fransa’nın tahıl ambarı sayılan geniş ovalarından biri. Ama bu topraklar sadece tahıl değil, yoğun pestisit de üretiyor. Yıllardır sessiz bir şekilde birikmiş kimyasallar, zaman içerisinde çocukların bedenlerinde hastalık şeklinde kendini göstermiş.
Franck Rinchet-Girollet, bu hikâyenin en acı tanıklarından biri. Oğluna beş yaşındayken kemik kanseri teşhisi konmuş, şimdi yedi yaşında. Franck, bir zamanların otobüs şoförü, bugün yerel bir derneğin eş-başkanı. “Avenir Santé Environnement” (Gelecek Sağlık ve Çevre) adlı bu dernek, çocuklarını kansere kurban vermiş ya da vermekten korkan ailelerin ortak sesi.
Franck’ın bahsettiği veriler ürkütücü: Bölgedeki hava kalite ölçümleri 2019’da 33, 2021’de ise tam 41 farklı pestisit tespit etmiş. Üstelik bazılarında Fransa rekoru kırılmış.
Geçtiğimiz Ekim ayında dernek tarafından yayımlanan bir analizde, altı farklı belediyede yaşayan 72 çocuğun idrarı ve saç örnekleri incelendi. Çocukların idrarında 14, saçlarında ise 45 farklı pestisit molekülü bulundu. Bunların bir kısmı Avrupa’da yasaklı, kanserojen ve endokrin sistem bozucu maddelerdi.
Franck haklı olarak soruyor:
“Bu yasaklı zehirler hâlâ nasıl çevremizde dolaşıyor? Avrupa Birliği (AB) bu ürünlere hâlâ nasıl satış onayı veriyor? Ve en önemlisi, çocuklarımız neden bunun bedelini ödüyor? Bugün susarsak, yarın çocuk kanserleri artmaya devam edecek. Oğlumuz şu anda iyileşme aşamasında ama Demokles’in kılıcı hâlâ üzerimizde. Bu cehennemi kimsenin yaşamasını istemem. Eğer karar vericiler bizim yaşadıklarımızı yaşasalardı, belki bugün başka türlü yasalar çıkardı.”
Avrupa’nın pestisit düzenlemeleri dünya standartlarında; ama uygulamada sınıfta kalıyor. Avrupa yasaları, pestisit kullanımını önleyecek yöntemleri (ürün çeşitliliği, zararlıya dayanıklı tohumlar gibi) öncelemeyi söylüyor. Ama üye ülkeler bu direktifleri harfiyen uygulamıyor. Avrupa Komisyonu’nun daha sert davranması, üye ülkelere karşı ihlal süreçleri başlatması talep ediliyor.
Nisan sonunda Fransa’nın resmî sağlık denetim kurumu ANSES, pestisitlerin çocukların ve anne karnındaki bebeklerin sağlığı üzerindeki etkilerine ilişkin çarpıcı bir uyarı yayımladı. Yıllardır görmezden gelinen toksik kimyasalların, özellikle de organofosfatlar ve piretroitlerin, çocuklarda beyin gelişimi başta olmak üzere ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı, anne karnında maruz kalındığında motor, bilişsel ve duyusal yetilerin bozulduğu bir kez daha bilimsel olarak teyit edildi.
Bugün Fransa’da organofosfat kullanımı azalmış olsa da, piretroitler hâlâ yaygın şekilde kullanılıyor. ANSES’in verilerine göre, bu kimyasallar sadece tarım ilaçlarında değil; evlerde kullanılan sinek ilaçları, priz kokuları ve evcil hayvan tasmaları yoluyla da insanlara ulaşıyor. Üstelik 2021 yılında yapılan bir araştırma, Fransız çocukların vücutlarında piretroite maruz kalma oranlarının yetişkinlere kıyasla daha yüksek olduğunu ortaya koydu.
Fransa, bu bulguları Avrupa Komisyonu’na, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) ve Avrupa İlaç Ajansı’na iletti. Şu anda tefluthrin, lambda-sihalotrin ve deltamethrin gibi maddelerin ruhsatları AB düzeyinde gözden geçiriliyor.
ANSES, özellikle gebelik ve erken çocukluk döneminde piretroit içeren ürünlerin kullanımının sınırlandırılması gerektiğine vurgu yapıyor. Ancak bu çağrının yalnızca Fransa ile sınırlı kalmaması, tüm Avrupa genelinde etkili önlemlere dönüşmesi bekleniyor.
Greenpeace Türkiye’nin 28 Nisan günü yayımladığı “Pestisitler ve Çocuklar” başlıklı son raporunu okurken aklımdan tüm bunlar geçti. Çünkü rapor, sofralarımıza sızan, çocukların sağlığını tehdit eden görünmez bir tehlikeyi, pestisitleri gözler önüne seriyor. Ve bu tehlikenin büyüklüğü, anne-babaların, öğretmenlerin, karar alıcıların ve hepimizin uykularını kaçıracak türden.
Bir Elmanın İçindeki Gizli Kimya
Greenpeace Türkiye, İstanbul’daki zincir marketlerden ve farklı semt pazarlarından alınan 155 sebze-meyve örneğini uluslararası ve akredite bir laboratuvarda analiz ettirdi. Buna göre analiz edilen her üç örnekten birinde, mevzuata aykırı pestisit kullanılmıştı.
Sonuçlar, yalnızca istatistik değil; çocuklarımızın bedenine sessizce işleyen bir kimyasal işgalin kanıtıydı:
– Örneklerin yüzde 61’inde birden fazla pestisit kalıntısı bulundu.
– Yüzde 43’ünde, doğada parçalanmayan ve vücutta biriken per/polifloroalkil maddeleri (PFAS) içeren pestisitler tespit edildi.
– Yüzde 31,6’sında hormon sistemini bozan, nörolojik gelişimi etkileyen, kanserojen etkileri kanıtlanmış pestisitlere rastlandı.
– Örneklerin yüzde 33’ü, Türk Gıda Kodeksi’ne aykırı çıktı. Bu ürünlerin 50’sinde ruhsatsız pestisit kullanımı tespit edildi.
– En yüksek pestisit kalıntısı; salamura yaprak (yüzde 80), yeşil sivri biber (yüzde 70) ve ıspanak (yüzde 67) örneklerinde belirlendi. Yani çocuklara “yeşillik ye, sağlıklı büyü” diyerek sunduğumuz sebzelerde…
Salatanın içindeki bir biber, dolmanın sarıldığı bir yaprak, masum görünümleriyle aslında mikroskobik birer kimyasal silah taşıyor. Ve en çok da çocukların sağlık hakkı hedefte.
Dolayısıyla pestisitler konusunu bir çocuk hakları ve çocuk sağlığı sorunu olarak ele almak da şart.
Tarım ve Orman Bakanlığı, geçen yıl Aralık ayında yaptığı açıklamada, 2021-2023 döneminde Türkiye’de pestisit kalıntı oranının üçte bir oranında azaldığını söylemişti.
Greenpeace Türkiye ise, “Zehir etme: Pestisit analizleri açıklansın” başlıklı imza kampanyasıyla, bakanlığın pestisit analiz sonuçlarını düzenli olarak açıklamasını ve pestisit kullanımını azaltacak veya tamamen ortadan kaldıracak türden organik-ekolojik üretimin daha fazla desteklenmesini talep ediyor.
Neden Çocuklar Daha Fazla Risk Altında?
Bu sürecin en çok etkilenen kesimi, çocuklar. Kırılgan bir nüfus grubu olarak sağlıklı ve temiz gıdaya ulaşmak onların en temel hakkı.
Çocuklar, yetişkinlerden farklıdır. Bir yetişkinin kaldırabileceği kimyasal yük, çocukların gelişen vücutlarında yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Bağışıklık sistemleri henüz tam olgunlaşmamıştır. Sinir sistemleri, hormon dengeleri gelişim halindedir. Pestisitler bu sistemlere müdahale ettiğinde, sonuç sadece bir mide bulantısı değil; bir ömür boyu sürecek sağlık problemleri olabilir.
Raporda belirtildiği gibi, “Kan-beyin bariyerinin henüz yeterli koruma sağlayacak düzeyde olmaması ve olgunlaşmamış/gelişmekte olan organları nedeniyle toksik kimyasalların olumsuz etkilerine yetişkinlerden daha duyarlıdırlar”.
Bilimsel araştırmalar, pestisit maruziyetinin çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, öğrenme güçlüğü, otizm spektrum bozuklukları ve hormonal dengesizlik gibi birçok soruna kapı araladığını gösteriyor.
Daha kötüsü, etkiler bazen nesiller boyu sürebiliyor. Yani bugün soframızdaki bir domates, çocukların hem bugün hem de yarınki sağlığını tehdit ediyor.
Zira çocukların fiziksel, zihinsel ve davranışsal gelişim dönemlerinde uygun çevre koşullarının ve sağlıklı beslenmenin sağlanmaması, ciddi nitelikteki çevresel kirleticilere maruz bırakılmaları, onları birçok sağlık sorunu karşısında daha savunmasız hale getiriyor; genetik potansiyellerine ulaşmalarını sekteye uğratıyor; düşük seviyelerde pestisit maruziyeti bile nörolojik gelişimlerini olumsuz etkileyebiliyor; hatta doğurduğu zihinsel yetersizlik, motor beceri bozukluğu ve öğrenme güçlüğü gibi yan etkiler nedeniyle akademik performanslarını bile geriletiyor.
PFAS: Soframıza Sızan “Kalıcı Kimyasallar”
Raporda en korkutucu bulgulardan biri de PFAS içeren pestisitlerin varlığı. PFAS, “sonsuz kimyasallar” olarak biliniyor. Çünkü doğada çözünmez, suda akıp gitmez, ateşte yanmaz, toprakta kaybolmaz. Vücuda bir kez girdiklerinde orada kalır, birikir, çoğalır. Ve bilim dünyası, PFAS’ın kanserden kısırlığa, hormon bozukluklarından bağışıklık sistemine dek uzanan ağır sonuçlarını tartışıyor.
Rapora göre, analiz edilen 155 gıda örneğinin yüzde 43’ünde bu kimyasalları içeren pestisitler bulunması, yalnızca çevresel bir sorun değil; bir kamusal sağlık krizi…
Bu raporu okuduktan sonra her anne-baba kendine şu soruyu sormalı: Çocuğuma gönül rahatlığıyla hangi meyveyi, hangi sebzeyi verebilirim? Her lokmada içimizde büyüyen şüpheyle nasıl baş edeceğiz? Organik ve yerel gıdaları tercih ederken hangi kriterleri gözetmeliyiz? Tarım alanlarına yakın oturan çocukların bağışıklık sistemini güçlendirmek için nasıl bir beslenme yolu izlemeliyiz? Okul kantinleri ve yemekhanelerde pestisitsiz ürün tedarik edildiğinden nasıl emin olabiliriz? Bu kontrol düzenli olarak nasıl sağlanır?
Ve daha önemlisi: Sessiz mi kalacağız, yoksa bu kimyasal sessizliğe ses mi katacağız? T.S. Eliot, “Dünya böyle sona erecek / Patlamayla değil, iniltiyle” der. Pestisitlerin barındırdığı görünmez ama yok edici tehlike de tıpkı bu inilti gibi…
Tarımda Kimyasal Bağımlılık: Bir Çıkış Yolu Var mı?
Greenpeace Türkiye, ülkedeki tarımın bu kimyasal bağımlılıktan kurtulması için bir yol haritası öneriyor: Ekolojik tarımın yaygınlaştırılması, çiftçilerin zehirsiz üretime geçişte desteklenmesi, pestisit analizlerinin şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması ve en önemlisi de gıda güvenliğinin ticari kârdan önce gelmesi.
Ayrıca, “Halkın çözüm politikalarına aktif bir şekilde katılması ve bu katılımın ön koşulu olan bilgiye erişim hakkının güvence altına alınması, pestisit kullanımını sonlandırmaya yönelik kamusal çözüm politikalarının asli birer parçasıdır” deniyor. Dolayısıyla bu sorunun etkin ve hızlı çözümüne yönelik olarak etkin, sürdürülebilir ve çok-paydaşlı bir kamusal strateji ve eylem planı hazırlanmalı.
Greenpeace Türkiye, pestisit kullanımının yoğun olduğu Antalya, Adana, Mersin, Aydın ve Manisa illerinde tarımla uğraşan çiftçilerde, işçilerde ve aile üyelerinde, özellikle de çocuklarda pestisit maruziyetini belirlemeye yönelik çalışmalar yapılması çağrısında da bulunuyor.
Ücretsiz Okul Yemeği ve Ekolojik Beslenme
Bu konunun bir boyutu da, çocukların okullarda ücretsiz beslenmesi yönünde uzun zamandır dillendirdiğimiz çağrımız. Bu kampanyamızın bir boyutu da çocuklara sağlıklı beslenme ve çevre sağlığı eğitimleri verilmesiydi. Tıpkı İskandinav ülkelerinde yapıldığı gibi, tıpkı Japonya’da on yıllardır yapıldığı gibi…
Elbette çocukların özellikle ergenlik dönemlerinde bağımsızlaşmasıyla birlikte tüm yaşam alanlarında pestisitler konusunda steril koşullar yaratmamız mümkün değil; ancak bu konuda erken yaşta bir bilinçlendirme ve eğitim, onların doğal olarak bazı beslenme alışkanlıkları geliştirmesini, sebze-meyve tüketiminde bazı hijyen kurallarını gözetmelerini, bazı riskli gıdalardan uzak durmalarını teşvik edecektir.
Bunun için Afrika ve Amerika’da ücretsiz okul yemeği politikalarına entegre şekilde uygulanan “okul bostanları” ve pestisitsiz tarım uygulamalarını gözeterek okullara yemek hazırlayan kadın kooperatiflerinin geliştirilmesi önemli bir aracı olabilir ve çocuklara ekoloji ve tarım bilincini birleştiren bir bakış açısı kazandırılabilir.
ABD ve Avrupa’da Durum
Örneğin geçen sene ABD’de Demokrat Senatörlerden Cory Booker’ın gündeme getirdiği Güvenli Okul Yemekleri Yasa Tasarısı, okul yemeklerinde toksik ağır metallerin, yapay tatlandırıcıların ve pestisitlerin yok edilmesi ve çocuklara sağlıklı bir beslenme imkânı sunulması için hazırlanmıştı; zira 30 milyon çocuğun faydalandığı bu uygulama çerçevesinde birçok eyalette yapılan ölçümlerde okul yemeklerinde kayda değer oranda pestisit ve ağır metal tespit edilmişti.
Eurochild ve çok sayıda sivil toplum kuruluşu ise, Nisan ayında yaptıkları bir ortak açıklamayla, AB’yi kendi yasakladığı zararlı pestisitlerin üretim, ihracat ve ithalatına son vermeye çağırdı.
Bugün AB, insan sağlığına ve çevreye ciddi zarar verdiği bilimsel olarak kanıtlanmış birçok pestisitin kendi topraklarında kullanılmasını yasaklamış durumda. Örneğin geçen sene AB, gıdalarda izin verilen ve çocuklarda neurotoksik etki doğuran acetamiprid adlı pestisitin seviyesini düşürme kararı aldı. Dahası, bu tehlikeli böcek ilacının tamamen yasaklanmasına gidebilecek bir gözden geçirme süreci de başlatıldı.
Ne var ki, aynı tehlikeli maddelerin Avrupa’daki fabrikalarda üretilip daha zayıf düzenlemelere sahip ülkelere ihraç edilmesine hâlâ göz yumuluyor. Üstelik, AB çiftçisinin kullanması yasak olan bu kimyasallarla üretilen tarım ürünlerinin ithalatı da serbest. Örneğin birkaç sene önce Avrupa’da çocuklarda ve anne karnındaki bebeklerde beyin hasarına, IQ seviyesinde düşüşe ve otizme yol açtığı için yasaklanan son derece toksik bir pestisit olan chlorpyrifos, yüzlerce tonluk miktarlarla hâlâ Küresel Güney ülkelerine ihraç ediliyor. Üstelik bunu yapan Avrupa merkezli şirketler.
Yıllardır AB kurumları bu “çifte standardın” varlığını kabul ediyor. Ancak bilmek yetmez; bu adaletsizliğe son vermek gerekiyor. Eğer bir pestisit Avrupalılar için “çok tehlikeli” bulunup yasaklanıyorsa, onu ihraç etmek de, ithal edilen gıdalarla sofralara taşımak da aynı ölçüde yanlış.
Söz konusu çağrıya göre, bu döngüyü kırmak için AB’den şu somut adımlar bekleniyor:
Küresel Destek ve Dayanışma: Yoksul ülkelerdeki çiftçilerin tehlikeli pestisitlere mahkûm edilmeden, sağlıklı ve sürdürülebilir yöntemlere geçişi için teknik ve finansal destek sağlanmalı.
Şirketler için Daha Güçlü Sorumluluk Kuralları: AB şirketlerinin yasaklı kimyasallardan yurt dışında kâr elde etmesinin önüne geçecek, bağlayıcı kurumsal sorumluluk kuralları getirilmeli.
Güvenli Alternatiflerin Küresel Düzeyde Teşviki: AB, küresel ölçekte yasaklı pestisitlerin aşamalı olarak kullanım dışı bırakılmasını teşvik etmeli, daha güvenli ve doğa dostu çözümler için öncülük etmeli.
Uluslararası Sözleşmelerin Güçlendirilmesi: Zararlı kimyasalların listelenmesini engelleyen ülkelerin direncine rağmen, Rotterdam Sözleşmesi gibi uluslararası düzenlemelerde ilerleme sağlanması için diplomatik baskı artırılmalı.
Dolayısıyla dünya çapında çocuk hakları savunucuları, daha adil, sağlıklı ve gıda güvencesi olan bir dünya için son dönemde vites artırmış durumda.
Bugün Türkiye’de pestisit kullanımı konusunda eksik şeffaflık, denetim zafiyetleri ve ekonomik baskılar nedeniyle sağlıklı gıdaya erişim bir lüks haline geldi. Ama sağlıklı gıda bir lüks değil; bir insan hakkı. Hele ki çocukların “sağlık hakkı” açısından bu bir “opsiyon” değil; bir zorunluluk.
Bir annenin, bir babanın, bir öğretmenin, bir gazetecinin, bir vatandaşın yapabileceği en büyük iyilik belki de bu meseleye gözünü ve vicdanını kapatmamak. Greenpeace Türkiye’nin çağrısı bu açıdan hepimize sağlık hakkımızı anımsatıyor. Türkiye’de sağlıklı bir beslenme ve sağlıklı bir çevre borçlu olduğumuz 19 milyon okul çağında çocuk var.