“Ne Ali Arif’ten bir kahraman yaratmak istedim, ne de hikayesini trajediye çevirmek”

Ali Arif Ersen’i mutlaka bir mesleğe mensup edeceksek ressamlık en uygunu gibi görünüyor. Birçok resim sergisi bulunan sanatçı bunun yanında, fotoğrafa, müziğe, filme, edebiyata hatta yemeğe gönülden vurgun bir isimdi. 2004 yılında ‘kilitli kalma’ sendromuna yakalanarak hayatına ‘yatak’ta devam etmek zorunda kaldı. Tırnak içinde yazdım çünkü Ali Arif Ersen, hayatında sadece ‘yer’ değiştirdi. Bu olaydan sonra gözlerini kullanarak yine resimler yaptı, müzikler dinledi. Hatta Turgut Uyar ile her hafta bir radyoda bir caz programı bile yaptı. Gündüz Vassaf’ın yazdığı gibi, “Yattığı yerden yaşam üretti.” Yönetmen Selin Şenköken de değerli bir işe imza atarak, Ali Arif Ersen’in hayatını Yangın Yerinde Orkideler belgeslinde anlattı. Filmle ilgili yönetmen Şenköken’le konuştuk. “Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin” diyen Nazım’ın dileğini yerine getiren Ali Arif Ersen’i yakından tanımak isteyenler için Yangın Yerinde Orkideler, Mubi’de gösterimde.

Sizin gözünüzde Ali Arif Esen ne anlam ifade ediyor? Önce oradan başlamak isterim…

Ali Arif Ersen çok değerli bir sanatçı olmasının yanı sıra gastronomiden müziğe, filmden sanata geniş bir yelpazede özel zevkleri olan çok yönlü ve renkli bir kişilik. Bütün bunlardan öte, yaşamla büyük bir aşk yaşayan eşsiz bir ruh benim gözümde.

Sizin Ali Arif Ersen’le tanışıklığınız nasıl başladı? Nasıl tanıştınız? Hayatına nasıl dahil oldunuz?

Ali Arif’i halam Handan Şenköken üzerinden çocukluğumdan beri tanıyorum aslında. Halamın zaman zaman peşinden gider, Ali Arif’i ziyaret ederdim. Dolayısıyla eskiye dayanan bir tanışıklığımız var.

Ali Arif Ersen’in bu dönemini bir belgesel yapma fikri nasıl oluştu?

Belgesel yapma fikri ben Barselona’da başka bir belgesel üzerinde çalışırken, halamla olan bir konuşmamız üzerine gerçekleşti. “Ali gibi eşsiz bir insan var bu kadar yakınımızda, onun belgeselini yapılsa ne güzel olurdu,” gibi bir konuşma geçti aramızda. Aradan vakit geçtikten sonra, kendimi pek de iyi hissetmediğim bir dönemde Ali Arif’le zaman geçirmek, onun yaşamla aşkına tanık olmak bana hem ilham hem de güç verdi. Başkalarının da onu tanıyıp, yaşamla olan sağlam ilişkisine tanık olarak güç bulmalarını umdum ve belgesel için hazırlıklara başladım.

Filmin ilk 15 dakikasında “mutlu aile tablosu” diyebileceğimiz görüntüler izliyoruz. Sonrasında sanatçının kendi iyi hissetmeyip hastaneye kaldırılışı ve teşhis… O süreci biraz anlatır mısınız?

Duyduğum kadarıyla hem Ali Arif hem de yakınları için çok bilinmez ve sancılı bir süreç. Ne olduğunun anlaşılamadığı, bundan sonrasının öngörülemediği, endişe dolu bir zaman dilimi herkes için.

‘Kilitli kalma’ teşhisinden sonra film “bir hayatta kalma mücadelesi”ne dönüşecek gibi düşünmeye başlamıştım ancak Ali Arif Ersen devreye girerek “yarıda kesilen filmi” devam ettirdi. Burada şunu düşündüm: “Ali Arif Ersen’in arabası bozulmuş sadece. Arabayı tamir edip yine şoför koltuğuna oturup yoluna ‘yolcularla’ birlikte devam etmiş.” Katılır mısınız bu görüşüme?

Evet, katılıyorum görüşünüze. Anlayabileceğimizin ötesinde, oldukça komplike bir süreç tabii ki bahsettiğimiz. Ali Arif’in durumu kabullenme süreci, sevdiği şeyleri tekrar nasıl yapacağının keşfi, kendini yeni hayatında nasıl konumlandıracağı, tüm bunların çok sancılı olduğunu tahmin edebiliyorum. Burada tekrar yola çıkmasını da en çok yaşamla kurduğu güçlü ve tutkulu bağa ve de sağlam dostluklarına bağlıyorum.

Genelde bu tür belgesellerde ya da filmlerde, hatta haber bültenlerinde izlediğimiz hikayelerde bir “Her şeye rağmen hayata tutundu” gibi bir ‘gaz verme’ misyonu görüyoruz. Ancak sizin belgeselinizde bu yok. Her şeyi olduğu gibi anlatmışsınız. Hikayeyi ona bırakmışsınız ve o da “Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin” diyerek son noktayı koymuş. Bu ‘göze sokma’ durumunu bilinçli olarak mı tercih etmediniz? Çünkü çok trajik bir şekilde de anlatılabilirdi hikaye…

Bu bahsettiğiniz konu belgeselin yaratım sürecindeki en önemli ve hassas konuydu benim için. Ne Ali Arif’ten bir kahraman yaratmak istedim, ne de hikayesini trajediye çevirmek. Dediğiniz gibi, ‘olduğu gibi’ anlatmaktı hedefim. Bir kahraman yaratılan hikayelerde her ne kadar o kişilere saygı duysak ve takdir etsek de empati kurmanın çok güç hale geldiğini düşünüyorum. Ali Arif’in durumuyla empati kurmak mümkün olmasa da, H. Turgut Uyar’ın da belgeselde söylediği gibi, hepimizin farklı ölçülerde dibi gördüğü zamanlar olduğunun ve buradan çıkmak için gereken güce sahip olduğumuzun empatisinin kurulabilmesini istiyordum. Herkes başka şekillerde kendini dipte, umutsuz, çaresiz hissedebilir; hayatının hangi ucundan nasıl tutup, nasıl devam edeceğini bilemediği bir noktada bulabilir kendini. Burada kişinin her koşulda hayatının kontrolünü eline alabilecek olması oluyor aslında konu... Ali Arif bunun eşsiz bir örneğiydi. Ondan güç alabilmek, kendinden bir parça da olsa Ali Arif’te bulabilmek için onu ne yüce ne de trajik bir yerde konumlandırmak doğru değildi.

Bir diğer yandan, Ali Arif de kendi hikayesini ‘kahramanca’ ya da ‘trajik’ olarak konumlandırmıyordu bana kalırsa. Onun bakışına ve hayat görüşüne sadık kalarak belgeselin tonunu ayarlamak da çok önemliydi benim için.

Sizin gibi bağımsız yönetmenlerin, yaptığı işlerle adını sanını hiç duymadığımız insanları sanat aracılığıyla bir araya getirmesini önemli buluyorum ve böyle çok insan olduğunu ancak destek verilmediğini düşünüyorum. Yangın Yerinde Orkideler özelinde soracak olursam; bir kişinin bile –mesela ben- internete girip “Kimmiş bu?” deyip en azından bir göz atması bile önemli değil mi? Buna rağmen bu destek neden esirgeniyor? Neden bu tür işleri daha fazla göremiyoruz?

Aslında Ali Arif kendi zamanında sanatçı çevresi tarafından oldukça bilinen ve sayılan bir sanatçı. Bugünün sanat dünyasında daha az biliniyor. Günümüzde yapılan belgesellerde ve uyarlama hayat hikayelerinde tahmin ediyorum ki daha göz önünde olan, bilinirliği yüksek sanatçıların hikayeleri tercih ediliyor. Başka türde işlerde de olan popülerlik kaygısından dolayı olduğunu tahmin ediyorum. Bir yandan da popüleritesi daha yüksek bir sanatçının hikayesi hep merak uyandırıyor bir şekilde, hikâyenin her zaman farklı bir yanı olmasa bile kişi merak edildiği için her türlü izleniyor sanırım. Bu tarz yapımlar daha çok destek alıyor dolayısıyla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi