Yılmaz Büyükerşen Olayı

Siz hiç Eskişehir’i gördünüz mü? Bozkırda farklı parlayan güneş öyküsünü hiç duydunuz mu? 

Benim dünyaya geldiğim bozkır kentinin kışı sert ve karlı, yazları da sıcak geçer. Ancak yazın bile geceleri sert bir soğuk bastırır; battaniyesiz uykuya dalamazsınız. Çocukluk ve gençliğimizde kışın çamurla, yazları da ovanın ve ağaçsız tepelerin tozuyla kaplanırdı kent.

Eskişehir’i üniversiteler kenti haline getiren Yılmaz Büyükerşen 25 yıl önce hayatının en zor işine soyundu ve belediye başkanı oldu. Ülkemizde son yıllarda moda olan sağcısı, solcusu, bölücüsü ve birleştiricisinin dilinden düşmeyen irili ufaklı değişim tartışmalarını hiç umursamayan bu emekli eğitimci; asıl ve kalıcı değişimi nakış nakış işleyerek kenti bugünkü durumuna getirdi.

SONRA NE OLDU? 

Eski kentle yaşlanan Büyükerşen hayatının son kazığını da partisinden yedi. Yaptıkları ortadayken, sadece ülkemizde değil dünyada parmakla gösterilirken, bir sosyal demokrat hastalığı olan Oportünizme (kabaca kıvırmacılık!) yenildi. CHP onun için de anket yaptırmaya kalktı. Aday olmak pek gönlünden geçmediği halde, sanki parti devlet dairesiymiş gibi dilekçe vermeye zorlandı.

Vefanın siyasette son durak bile olmadığını bir kez daha gördük.

Sonra gönlü alınır gibi oldu. Genel Sekreteri aday olarak gösterildi. Hoca tüm inceliğiyle Ayşe Ünlüce’ye destek vereceğini, bu kez kadın aday için sokak sokak dolaşacağını açıkladı.

Büyükerşen, “Artık yazacağım ve okunacak kitaplar var” sözünün de altını çizmek lazım. Bunca yaşına rağmen hala öğrenme, bilime ve sanata olan saygısını böyle ifade etmesi gençlere ilham verir mi? Bu ilhamı küçük bir azınlık yakalasa yeter diyelim. Büyükerşen’in anılarını kaleme alması da zor doğrusu! Herhalde eğitimciliği ve belediyeciliğine sayfalar yetmez. 

VE YAPTIKLARI

Bizim de yerimiz dar; bu eğitim ve kent tutkununun yaptıklarını burada anlatmak zor. Ancak bazı satırbaşlarını hatırlatayım.

Eskişehir’in orta yerinden akıp giden Porsuk Çayı bizim zamanımızda çok pis kokardı, adeta kentin ortasında bir lağım akarıydı. Büyükerşen burayı sandal ve gondollarla dolaşılan temiz bir akarsu haline getirdi, rakipleri ve bu işlerden nemalanamayanlara göre, “Eskişehir çakma Venedik” olmuştu. Hayatlarında deniz sevdasına kapılmayan bu kişilere plaj bile armağan etti Büyükerşen.

Tramvay bir Anadolu kenti için rüya gibi bir şeydi, artık eski kentin yeni tramvayları var. 

Tarıma yüz vermeyenlerin yüzünü kızartan uygulamaları vardı Hocanın. Sakarya Vadisi’nde organik tarımı başlattı, zeytinciliğe bile el attı, hayvancılığın bilimsel yapılması için proje uyguladı.

Ve bu kenti bir kültür hazinesine dönüştürdü, sanat galerileri müzeler açıldı. Operası ve senfoni orkestrası olan Eskişehir artık sanatçı akınına uğrayan bir kentti. Eskişehir’in yetiştirdiği bendenizin de gençlik arkadaşı olan iş insanları Erol Tabanca ve Cem Siyahi bozkıra modern kent müzesi kazandırdılar.

Yüzlerce park ve yeşil alan, kentin toz toprak rengini gökkuşağına çevirdi.

Daha neler neler... Şimdi bu belediyecilik anlayışı devam edecek mi? Yoksa parası olan Eskişehir’in düdüğünü ele mi alacak? Göreceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi