Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir

“Serbest ve adil seçim” kavramı sadece sandık güvenliği, yani oyların çalınmamasını değil, partilerin medyada görünme olanaklarının eşit olup olmaması, seçim kampanyasının finansmanı, seçmenlerin herhangi bir engelleme, baskı ve tehdide maruz kalmamaları, seçimin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinden sorumlu kamu otoritesinin bu görevini hakkıyla yerine getirmesi gibi birçok hususu kapsıyor. 

“14 Mayıs seçimleri serbest ve adil mi olacak?” sorusunu bu kıstaslara göre yanıtlamak mümkün.

“Seçimlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinden sorumlu kamu otoritesi” olan Yüksek Seçim Kurulu’ndan başlayalım. Bugüne kadar yapmış oldukları, yapabilecekleri hakkında fikir veriyor. Sandıkların kapanmasına birkaç saat kala 298 sayılı Kanunun açık hükmünü (101. madde) fütursuzca ihlal ederek mühürsüz oyların da geçerli sayılacağını ilan edebilen, aynı zarftan çıkan dört oydan üçünü geçerli, birini geçersiz sayabilen bir kamu otoritesi YSK denilen.

Anayasa’ya göre üçüncü kez aday olamayacak bir kişinin adaylığını kabul eden, aynı adayın üniversite diplomasını sorgulamayan, milletvekili adayı olacak kamu görevlilerinin görevlerinden istifa etmeleri gerekirken, bakanlar için bunun gerekli olmadığına karar veren bir kurul. 

“Bu seçimde mühürsüz oyları geçerli sayacak mısınız yine?” sorusuna bir türlü cevap veremiyorlar. Nasıl versinler ki? Son dakikada yukarıdan ne emir geleceğini şimdiden nasıl kestirsinler?

Peki YSK yamuk da diğer her şey düzgün mü?

Kamuya ait medya siyasi partilere adil davranmıyor. TRT ve Anadolu Ajansı Erdoğan dışındaki üç adayla ilgili haberlere eşit yer vermiyor yayınlarında. RTÜK muhalefetin sesini kısmak, iktidar eleştirisini sansürlemek, hakikati karartmak için iktidarın emrinde kullanışlı bir aygıt olarak faaliyet gösteriyor.

Depremin ilk günlerinde Twitter’i saatlerce yasaklayan Ulaştırma Bakanı bunu neden yaptıkları sorulduğunda “Gerek gördük ki yaptık” diye vatandaşın bilgi alma hakkını hiçe sayan bir cevap veriyor. 14 Mayıs gecesi neler yapabileceklerini müjdelercesine.

İktidar muhalefeti etkisiz kılmak için yargıyı da kullanıyor, muhalif olduğu bilinen gazeteci, avukat ve aktivistleri gözaltına aldırıyor. Nedenini sorgulayacak olunca, gizlilik kararı alıyor, gerekçeyi bile söylemiyorlar.

Seçimlere giden yolda devletin maddi imkanlarını da sonuna kadar kullanıyor iktidar. Bakanlar milletvekili adayı yapılarak bakanlıkların olanakları seçim kampanyası için seferber ediliyor. Mitinglere açılış süsü verilip masraflar kamu kuruluşlarına yükleniyor. O sözde açılışlara adam toplamak için kaymakamlar, okul müdürleri, cami imamları görevlendiriliyor.

AFAD’ın deprem yardım kolilerini üzerinde bakanın resmi yapıştırılmış minibüslerle dağıtıyor, cami hoparlörlerinden Akape mitinglerine yönelik çığırtkanlık yaptırıyor, kamu araçlarıyla kamu binalarına Erdoğan posteri asıyorlar.

İktidar kampanyasını yalan, iftira, korku, tehdit ve gözdağı üzerine kuruyor.

Her fırsatta muhalefeti terörle, PKK’yla, FETÖ’yle ilişkilendirmeye çalışıyorlar.

CHP logolu sahte broşürler bastırıyorlar. “İktidara gelince Apo’yu serbest bırakacağız” veya “Başörtüsü yasak olacak” gibi sözlerin yer aldığı broşürler. Hani eski Türk filmlerinde adamın cebine “toz” koyup polise yakalatırlardı. Aynı alçaklıkta bir tertip işte.

Cumhurbaşkanı cami avlusunda “Diyaneti kapatacaklar” sözleriyle muhalefeti yuhalatıyor, “Yuh yetmez, mevta edin!” diyor. 

İçişleri bakanı çıkıyor “Bunlar gelirse erkek erkeğe, kadın kadına evlenmek serbest olacak” diyor. Hızını alamıyor, “İnsanla hayvanın evlenmesinin” de gündemde olduğu yalanını atıyor yüzü kızarmadan.

Hadi bunlar ‘psikanaliz konusu zevzekliklerdir’ deyip geçelim. Peki “14 Mayıs bir sivil darbedir” lafına ne demeli? Mağlubiyet durumunda seçimin sonucunu kabul etmeyeceklerinin hazırlığı mı? “Hiçbir darbe olmadıysa bile mutlaka bir darbe olmuştur” mu derler acaba 15 Mayıs sabahı? 

Bahçeli’nin “Biz bir yere gitmiyoruz, gitmeyi aklımızdan geçirmiyoruz” demesi ne anlama geliyor?

Parti sözcüsü Ömer Çelik “Bunların amacı Erdoğan’ı, AK Parti’yi, Cumhur İttifakı’nı göndermek” diyor. Bravo. Bu yaşta bu zekâ! 

Bir eski başbakanları var. Hani okuma yazma bilip bilmediğini çözemediğimiz. O da “14 Mayıs seçimleri işgalcilere karşı kurtuluş savaşıdır” filan diyor titreye sarsıla.

Cumhurbaşkanı danışmanı Mehmet Uçum “İktidar değişikliği Türkiye’nin tam bağımsızlığına darbe olur” diye sallarken,  

Erdoğan’ın “Benim halkım Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez” demesi hayra alamet değil.

Bütün bu akıl almaz iftiraları muhalefet yapmayı kriminalize etme ve seçimi bu “suçlu” muhalefetin kazanması halinde alabilecekleri “tedbirler” konusunda kamuoyunu zihnen hazırlama teşebbüsü olarak algılamak mümkün.

Bunlar resmen “Size cumhurbaşkanlığını da iktidarı da vermeyiz, vermeyeceğiz” diyorlar.

Her gün çığ gibi büyüyen bir halk desteğini arkasına alan muhalefet demokrasiden nasibini almamış ve haddini aşan bu hezeyanlar karşısında dimdik durmalı ve gerekiyorsa gök kubbeyi başlarına indirme kararlılığında olduğu konusunda iktidarı şüpheye yer bırakmayacak netlikte uyarmalıdır.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

Sokun kafanıza.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi