Güç bozar da bu kadar mı bozar…

Anket sonuçlarına ve sosyal mecralarda yaratılan “bu defa bitti bu iş” havasına bakılarak rehavete kapılmamak, AKP’nin konjonktürel hilelerine aldanarak “renksiz kampanya” gibi bir yanlışa düşmemek gerektiğini haftalar öncesinden ifade etmiştik. Bu kanaate ulaşmamızın tek nedeni yirmi küsur senelik iktidar pratiğinin bize öğrettikleri değildi. Gittikçe otoriterleşen, otoriterleştikçe de daha müstebit olması kaçınılmaz olan herhangi bir yönetimin kaybetme korkusunun, onun eylemlerinde belirleyici olması gerçeği de bizi bu noktaya getiriyor. 

Lord Acton’un “Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar...” sözleri iktidar ile deformasyon ilişkisi üstüne kafa yoran herkesin aklına gelir. Yine de insan havsalasında, bozulmanın da bir sınırı vardır. Yani bir noktadan sonra bilinçaltımız, olabileceklerle ilgili sinyal verse de biz o kadarına ihtimal vermek, düşünmek istemeyiz. Bugünlerde işte o sınırların ötesini, düşünmek istemediğimiz şeyleri (veya çirkinlikleri) topyekûn yaşıyoruz. Diğer bir ifadeyle kaybetme korkusunun ne kadar çirkinleştirebileceğini ve “bozabileceğini” görüyoruz. 

Bu manzara, Türkiye’nin demokrasi seviyesiyle ilgili de fikir veriyor. 

Biraz açacak olursak... 

Batı tipi bir demokraside seçim siyasi hayatın bir parçası, sistemin de bir gereğidir. Yani birçok gelişmiş ülke için altı üstü bir seçimdir. Hadi biz Batı tipi bir demokrasi düzeyine erişmiş değiliz. Dolayısıyla bizim için, özellikle de böyle bir iktidar tarafından yönetiliyorken, “Altı üstü bir seçim” diyerek geçiştiremiyoruz. 

Ve özellikle bu seçime tarihi normalimizden ziyade bir anlam yüklüyoruz. Ancak sonuç ne olursa olsun, sistemin işleyişinin durmasına sebep olmayacağı gibi ülkeyi şahlandırmayacak da… 

Veya bugün iddia edildiği gibi ülkenin kaderi haydutlara ve teröristlere bırakılmayacak. 

Her şeyden önce denge ve denetim mekanizmalarının buna mani olması gerekir, olur da... Yok, eğer sistemin faşizme evrilmesi gibi bir kaygı varsa, toplum müsterih olmalıdır ki; bu kadar farklı inancı, düşünceyi ve ideolojik yönelişi çatısı altında toplamış olan muhalefet ittifakından böyle bir iş çıkamaz... 

Bunu becerebilecek olan bellidir. 

Yani elçisini, valisini seçim propagandası için memur eden, gelenekleri yok eden, anayasayı ve yasaları hiçe sayan ve büsbütün bir parti devletine dönüşen kim ise korkulması gereken de odur.

Başta da ifade ettiğimiz gibi buradaki ironi; korkulması gereken iradenin, olabileceklerden en fazla korkan olmasıdır. 

Elbette böyle bir şeyi kabul etmezler. 

Sözüm ona dünyayı dize getiren, Batı’yı kıskandıracak düzeyde başarılara imza atan bir kusursuzluğu hangi somut olgu korkutabilir?(!) 

Lakin kazın ayağı öyle değil… 

Müthiş bir telaş ve buna bağlı olarak kontrolsüz bir saldırganlık söz konusu... Kutuplaştırıcı ve aşağılayıcı söylemlerin ve gerçeği yansıtmayan, daha çok komplo teorilerine dayanan mesnetsiz iddiaların temelinde iki neden yatıyor olabilir; ya başarı hikâyesi olarak anlattıklarına kendileri de inanmamaya başladılar, ya da toplumun bunca hizmeti ve başarıyı idrak edebilecek zekâ ve algı düzeyinde olmadığını düşünerek saçmalamakta mahsur görmüyorlar.

  • Aksi hâlde; ortalama bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının, olası bir iktidar değişikliğinde insan ile hayvanın izdivaç yapabileceğine inanmayacağını bilmiyor olamazlar. 
  • Veya seçime iki hafta kala memleketin suyundan toprağından doğal kaynakların fışkırması nasıl bir lütuf, nasıl bir şanstır? 
  • Muhalefeti hiçbir somut gerekçe olmaksızın terör ile işbirliği yapmakla suçlarken, aynı saikler ile siyaset yapan ve mazisi çok daha karanlık birileriyle ittifak yapmak neyle açıklanabilir? 
  • Suriye’nin hâli ortadayken, “Allah bize fırsat verecek; Şam’a da huzuru biz getireceğiz, Bağdat’a da huzuru biz getireceğiz, Afganistan, Kabil’e de huzuru biz getireceğiz…” sözlerini kim ciddiye alır? 
  • Yerli araç teslimatlarındaki gecikmeler ortadayken, doğru düzgün açıklamalar ile kamuoyunu aydınlatmak yerine “3 dakikada bir otomobil üretiyoruz” diyen en yetkili ağız; birilerinin “Peki nerede bu otomobiller?” diyeceğini düşünmez mi? 
  • İcraatlarından bu kadar emin olan, özgüven sahibi bir dünya lideri, altı üstü Müslümanın kafasını temiz yere koymasına araç olan bir seccadeye mi bel bağlar? 
  • Seçime darbe benzetmesi yapılmasından, şükür namazı ve şampanya metaforundan, vurmanın zamanı da gelecek diyerek partililerin provoke edilmesinden ne anlam çıkarmalıyız?

Sonuçta bir seçim yapacağız… 

Umarım; ülke yönetme mesuliyetini almış siyasilere üst üste bu kadar hatayı, manipülasyonu ve provokasyonu yaptıran, bu kadar yalanı söyleten korkuya dayalı siyasi motivasyonlarından ve topluma yaydıkları travma ve gerilimden ülkeyi kurtarırız…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi