Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

KADIN İLE DOĞAYI BERABER DÜŞÜNMEK: EKOFEMİNİZM

Patriarkal ve kapitalist düzen içerisinde tahrip edilen, zarar gören olmak yönüyle en acı paydayı paylaşan doğa ve kadın… Bu tahakkümü kadın ve doğa için birlikte ele alarak çözmeyi amaçlayan ekolojik bir düşünce biçimi var. Bu felsefe: Ekofeminizm

“Babaannem derdi ki: İnsan kısadır oğlum
ve bilmezden gelir kısalığını, bilseydi
yarışmazdı yollarla, göğe evler yükseltmezdi…”

(Haydar Ergülen)

Çağımız, insanlığın sebep olduğu ekolojik krizler çağı… Dünya hastalıkla, açlıkla, kötülükle, ırkçılıkla, cinsiyetçilikle, iklim kriziyle (…) boğuşuyor. Dünyanın çeşitli yerleri ve ülkemiz son bir haftadır için için yanıyor. Ülkemizin ciğerleri yanıyor, ekosistemin canlılarının ormanın içinden can havliyle gelen çığlıkları boğazlarımıza düğüm oluyor, insanlarımızın evleri, köyleri yanıyor, ormanın yeşili griye, göğün mavisi kızıla dönmüş, ülkemiz mahşer yeri…

Ülkemiz mahşer yeri… Yangın çıkmayan hanelere de ateş düşüyor, her geçen gün düşmeye devam ediyor. Ülkemizin kadınlarının vahşice, acımasızca, akıl almayacak şekilde hayattan koparıldığı haberini almadığımız bir gün geçmiyor.

Kadına düşman, ağaca düşman, kaplumbağaya, kediye, köpeğe, tavşana, tırtıla, geyiğe düşman kahrolası bir dünyada, her gün nefes alıp veriyoruz.

(2.SPOT) “Uygar Adam der ki: Ben benim, ben Efendiyim, geri kalan her şey öteki – dışarıda, altta, altımda, itaatkâr. Ben sahip olurum, ben kullanırım, ben araştırırım, ben sömürürüm, ben denetlerim. Önemli olan benim yaptığımdır. İsteklerim maddenin var olma sebebidir. Ben benim, geri kalanıysa uygun gördüğüm şekilde kullanılacak, kadınlar ve vahşi doğa” (Ursula K. Le Guin).

Kadını ve doğayı özgürleştirmek

Öteden beri kadın ve doğa ataerkil toplum zihniyeti tarafından tahakküm altına alınarak sömürülüyor. Bununla ilintili olarak doğa ile kadın birbiriyle ilişkilendirilerek doğanın dişil, bilimin eril olduğu nitelendirmeleriyle de ele alınıyor. Kadının bedensel devinimleri sonucu üretim işleviyle doğanın üretim işlevi birbirine paralel olarak ele alındığında modern öncesi toplumlarda yüceltilen kadın ve doğa,  ‘uygar’lığın verdiği yetkiye dayanarak ikincilleştirilmek suretiyle sömürü aracı haline getiriliyor.

En nihayetinde birbiriyle bağlantılı olarak anılan kadın ve doğa, patriarkal ve kapitalist düzen içerisinde tahrip edilen, zarar gören olmak yönüyle en acı paydada buluşuyorlar.

İşte bu noktada kadın ve doğanın maruz kaldığı tahakkümü kadın ve doğa için birlikte ele alarak çözmeyi amaçlayan ideoloji, “Ekofeminizm” akla geliyor.

(SPOT 3) Ardı arkası kesilmeyen felaketler zincirinin bir sonraki halkasını bekleyen insan, beklerken tahrip etmeye, tüketmeye, sömürmeye devam ettiği sürece ne olacak? Zincirin sonu sonumuz olmayacak mı?

Doğa-kadın el ele, güzel günlere!..

İlk defa 1974 yılında Fransız feminist Françoise d’Eaubonne tarafından kullanılan ekofeminizm kavramı ekolojik tahribat ve toplumsal cinsiyet problemlerini beraber ele alarak çözmeyi amaçlamaktadır. Hatta ekofeminizm, doğanın ve kadının beraber özgürleşeceğini savunanlar tarafından toplumsal bir hareket haline de gelmiştir. Buna dair dünyanın farklı yerlerinden, farklı zamanlardan örnekler verilebilir.

Mesela Chipko Hareketi: 1970’lerde Hindistan’da başlayan çoğunluğu kadınlardan oluşan ormanların korunması amacını taşıyan bu hareket Hindistan’da şiddet kullanmayan çevre direnişçilerine öncülük etmiş ve ardından gelecek birçok protesto eylemin ilham kaynağı olmuştur. O günden bu yana varlığını sürdürerek gelişim gösteren bu hareket ekofeminizm hareketine dönüşmüştür.

Bir diğer örnek, 1980 yılında Kenya’da çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir topluluk tarafından gerçekleşen Yeşil Kuşak Hareketi’dir. Bu topluluk, daha iyi bir çevre yönetimi, toplumun güçlendirilmesi, iyileştirilmesi için çalışmaktadır.

Bunların yanında ekofeminizm çeşitli eleştirilerle karşılaşmakta, bu doğrultuda söylemlerini geliştirmekte, ilerletmekte ve topluluklar arasında yayılmaktadır.  Ekofeminizme ayrıntılı bakıldığında feminist yaklaşımların bazı eleştirileri anlamlı görünüyor olsa da farklı toplumsal hareketler içerisindeki örnekler düşünüldüğünde ekofeminizmin doğa ve kadın sömürüsüne karşı mücadelede  kesişimselliğe olanak sunduğu gerçeği de yadsınamaz şekilde görünüyor.

Başka bir perspektiften de kadınların maruz kaldığı tahakküme bakmak ya da hissetmek, doğayı maruz bıraktığımız tahakkümü yeniden değerlendirmemize itici güç olabilir mi sorusu son derece geçerli görünüyor.

Karanlığın içinde nokta kadar bir ışık

Sözün özü ekofeminizmin olanak sağladığı toplumsal hareketler doğa ve kültür kavramlarını yeniden üretmeye dair ufacık da olsa umut ışığı yakıyor. Kalemin, kâğıdın üzerinde bıraktığı iz kadar bir ışık, küçücük de olsa karanlığın içinde fark edilecektir…

Sözü Haydar Ergülen’in “İnsan Kısadır” şiirinden dizelerle açtık. Aynı şiirin farklı dizeleriyle noktalayalım:

“… Kısacıkmış her şey, insan kısaymış ağaçtan, ikindiden,

 Elmadan, güneşten, kardan, yağmurdan,

 Gölgemiz bile bizden uzunmuş…”

İnsanlığın, ‘kısa’ olduğunu idrak ettiği sabahlara uyanmak umudu ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi