Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Kadının yer altına itilmesinin tarihi

Uygarlık tarihi diyorlar; başka bir deyişle kadının adının kayboluşunun tarihi. Erkek egemenliğinin dille yeni bir ev kurmasının, kamusal alanın efendisi haline gelişinin; kadının ikametgâhsız ve yurtsuz kalışının tarihi. Doğayı okumayı, doğayla bağ kurmayı, doğanın bir parçası olarak hareket etmeyi bilen kadının “zayıf cins”e dönüştürülüşünün; göklerden yere çakılmasının, hatta yerin altına itilmesinin tarihi…

 

 

“Olabilir tabiî, olmuş bile… Sen bile farkında değilsin, yaşam boyu karşına dikilip duranlar kimler? Sen bile, farkına varmadan savaşıyorsun. Bir düşün bakalım... Adamlar... Babalar, abiler, kocalar, sevgililer, müdürler, şefler, arkadaşlar... Ya hayır, olmaz diyorlar, ya sen delisin, kötüsün diyorlar, ya gel, gitme, beceremezsin diye seni etkilemeye çalışıyorlar, ya kötü kadın, orospu, bakire değil diye yargılıyorlar, damgalıyorlar. Ve biz... İşte biz, onlara bu izni veriyoruz.” Kadının Adı Yok -Duygu Asena

Uygarlık tarihi diyorlar; başka bir deyişle kadının adının kayboluşunun tarihi. Erkek egemenliğinin dille yeni bir ev kurmasının, kamusal alanın efendisi haline gelişinin; kadının ikametgâhsız ve yurtsuz kalışının tarihi. Doğayı okumayı, doğayla bağ kurmayı, doğanın bir parçası olarak hareket etmeyi bilen kadının “zayıf cins”e dönüştürülüşünün; göklerden yere çakılmasının, hatta yerin altına itilmesinin tarihi…

 

Kadının Adı “Biz”

Son Buzul Çağı öncesi, doğa karşısında aciz insanın hayatta kalma güvencesi kalabalık. Kalabalıksan, hayatta kalma ihtimalin, birey/yeksen yok olma ihtimalin yüksek. Henüz uygarlığın üzerine inşa edildiği “ben” yok, “biz” var. Bizin cinsiyeti yok; lakin kalabalıkları doğuran kadının adı da “biz”. Çoğalmanın garantisi kadın, av olmadığında da beslenmeyi garantileyen kadın, otları öğrenen, canlı cansızı dinlemeyi bilen, şifacı da kadın, büyücü de yüz yüze sevişmeyi öğreten eğitimci de keşfettiklerine ad veren dilbilimci de kadın. Yarası kanayan hayvanın ölmesine rağmen her ay kanayan ve ölmeyen de kadın. Henüz ‘ben’ bilincinin olmadığı dönemde kadının adı herkes ve her şey.

Tüketilebileceğinden daha çok üretim yapıldığında, yani tüketim ve üretimin dengesinin bozulduğu ilk anda “artanlar kimin olacak” sorusuna cevaben “ben” ortaya çıkıyor.

İlk darbe...

Biz’in parçalanması, kadının kudretini bölen ilk darbe oluyor. “Bizim yemeğimiz, bizim avımız, bizim obamız” algısı yıkılıyor ve “benim tarlam, benim evim, benim depom ve benim kadınım” anlayışı doğuyor.

Üretim aletlerini inşa eden erkek, “Benim icadım” diyerek sırrını sadece oğula aktarıyor; böylece kadının öğrenme ve kendinden bağımsız olma riskini azaltıyor.

Adım adım kadın üretimden dışlanıyor; anaerkil “biz” bilincinin yerini ataerkil “ben” bilinci alıyor.

Yerleşik düzene geçilirken adı uygarlık adımları olan ataerkil değişimler kadının toplumsal yerini sarsmaya başlıyor.

Mülkiyet kavramıyla kudretli hisseden erkek, kadını da sahip olunabilecek düzeye indirgeyebilmek için onun birliğini, bizliğini ve kutsallığını parçalıyor.

Divide et impera

Rakiplerini bölerek ya da bölünmüş halde tutarak, aciz vaziyette bırakmak için uygulanan böl ve yönet politikası (divide et impera) aslında kadının adı üstünde de uygulanıyor.

Kuvvetli ana tanrıça figürleri anlatılarla, mitlerle tedricen parçalanarak kırda bayırda başıboş dolanan kadın figürlerine dönüştürülüyor.

Antik Yunan mitlerinde mesela:

Yüce, bağışlayıcı, kutsal, bereketli, güçlü, savaşçı, bilge gibi sıfatları taşıyan tanrıçanın yerini her biri başka özellik taşıyan tanrıçalar alır. Kadına ait tüm özellikler Hera, Afrodit, Demeter, Athena, Persefon ve Artemis’e dağıtılır. Kadın, adım adım tüm tanrıçaların özelliklerini birden barındıramayacağına inandırılır. Toplumu bir arada tutan inanışlar, efsaneler, mitoslar, bir kadının hem anne hem âşık hem savaşçı hem kırılgan hem mantıklı hem duygusal hem şifacı hem ben-merkezci olamayacağını anlatmaya başlar. Anlatanlar, kadına içinde tanrıça güçleri barındırıyor olabileceğini, lakin Athena gibi savaşçıysa, Afrodit gibi âşık olamayacağını; Artemis gibi özgürse, Demeter gibi anne olamayacağını söyler.

Yahut Medea kendi yasını tutmaya karar verir ve hakkını ararsa cadı olarak anılacağını, adının kurnazlık ifade edeceğini; Antigone gibi haksızlığa ve zorbalığa başkaldırırsa, sadece kendi sonunun değil, sevdiklerinin sonunun da trajedi olacağını hakkında uyarır.

Kadının adı yoksa, eşitlik de yok

Asıl trajedi, siyasal, ekonomik ve toplumsal alanda hakimiyeti ele geçiren erkeğin kadının zayıflığını sanki kadın doğasının gereğiymiş gibi bilimsel yaklaşımlarla, ahlaki ve siyasi tavırlarla kurumsallaştırması; neticesinde kadının kendisinin de yaşadıklarını doğal kabul etmeye alışmış olmasıdır.

Mülkiyetin kaynağı tarladaki fazla buğday değil, örtük -vaktiyle açık- biçimde köleleştirilmiş kadındır. Kadın bölünmüş, parçalanmış ve yönetilmektedir. Lakin kadının adının silinmesi, kadının kayboluşu veya köleleştirilmesi sadece kadını etkilemez. Kadının elinin değdiği her şeyi, en başta erkeği, toplumu ve tabiatı etkiler.

Mülkiyet sevdası kadın üzerinden dalgalar halinde tüm toplumsal düzene de yayıldığında, artık bizden değil benden bahseden düşünce sayesinde toplum her türlü hiyerarşik yapılanmaya uygun hale gelir. Neticede sömürülen sadece kadın olmaz, hiyerarşik güçlü azınlık dışında kalan herkes kaybeder.

Zira mülkiyetçi, sömürgeci ve köleci duygu ve davranışlar bireylere ve topluma çoktan sirayet etmiştir; iktidar biat, itaat ve kul ister.

İşleyen sistemin sömürgeci olduğunu kanıksayan ruhlarsa, kadın, erkek ya da tabiat fark etmeksizin -eğer imkân doğarsa-  herkesi ve her şeyi hakimiyeti altına almaya ya da kendinden güçlü olanın himayesi altına sorgusuz girmeye meyillidir.

Kadının adı yok edilirken; özgürlük ve eşitlik de yok edilir.

 

Ananın mevkisi baba değil, kimsesizlik

Ataerkil görüşün kuşatması, ‘Kutsal Ana Tanrıça’yı yok ederken, kadının adını silerken, birliği bir’lere parçalarken sadece müstemlekeci toplumsal yapıları doğurmaz ya da kadının toplumdaki statüsünü alaşağı etmez; erkeğin de zihinsel, duygusal veya ekonomik özgürlüğü ve eşitliği kaybolur. Patriarkal normlar altında, erkekler de kendi benliklerini ifade etme, duygularını paylaşma ve toplumun beklentilerine uyum sağlama hususunda tarih boyunca kendilerini de zorlu bir yolculuğa sürüklerler.

(Devam edecek.)

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi