Distopik bir dünyanın eşiğinde

            Yaradılışımız gereği hep daha iyisini aradık. Ne aslanlar gibi kudretimiz ne de filler gibi cüssemiz vardı. Kesici dişlerden, yırtan, parçalayan tırnaklardan, iri gövdelerden mahrumduk. Sahip olduğumuz en büyük güç olan zekamız ve sorun çözmekteki maharetimizle ağaç kovuklarından rezidanslara, taş baltadan teknolojinin son büyük nimeti olan (!) airfryer’a uzanabildik. Adaptasyon yeteneği sayesinde bugün insan 510 milyon km2’lik dünyada neredeyse adım atmadık yer bırakmadı. Kimilerinin Antroposen dediği çağın hakkını verdik mi verdik! Birbirimizin boğazını keserken bir yandan da dünyayı soldurmayı başarabildik mi başardık!

            Bir yandan yaşamı kendimize zindan ederken diğer yandan daha iyi dünyaların hayallerini de kurmayı hiç bırakmadık. Çünkü dünyada bu hayali kurmamızı sağlayacak yeterince zenginlik vardı.

            Edebiyata ütopya olarak yansıyan bu hayallerin en bilinenlerinden biri İrlandalı şair ve yazar Thomas More’a aittir. More kitaba adını verdiği ütopya sözcüğünün de yaratıcısıdır aynı zamanda. “Değil/olmayan” anlamını taşıyan “u” sesine indirgediği “ouk” ile “yer” anlamına gelen “topos” sözcüklerinin yanına yer bildiren “ia” sonekini de ekleyen More böylece hayalindeki ülkeyi tanımlamış oluyordu. Porto Üniversitesi profesörlerinden Fatima Vieira ütopya kavramını incelediği makalesinde More’un Ütopya’sını şu şekilde tanımlar:

            “Onun ütopya düşüncesi, esasında antik dünyanın (yani Yunanistan ve Roma'nın) insanlığın entelektüel başarısının doruğu sayıldığı ve Avrupalıların bu antik dünyayı model aldığı dönem olan Rönesans'ın ürünüdür; ama aynı zamanda, insanın salt yazgısını kabul etmek üzere var olmadığının, geleceği inşa etmek için aklı kullanmak üzere de var olduğunun keşfi üzerinden temellenen hümanist bir mantığın da sonucudur”1

•••

            Ütopya sözcüğünün mucidi More olsa bile bu düşünce onun çok öncesinde de insanların, toplumların zihinlerinde yer tutuyordu kuşkusuz. Platon’un “Devlet”i, Aziz Augustinus’un Tanrı Devleti (De civitate Dei) More’dan çok önce kaleme alınmış benzer temalı eserlerdi.

            Ütopyalar daha iyi bir dünyanın nasıl olabileceğine dair öngörüler sunmaya çalışsa da pek çok kişiye göre yazıldığı dönemi eleştirmeyi tercih etmektedir aslında.

            Ütopyaların gerçek olamayacağına inananların ise distopya türünde eserler kaleme aldığını görmekteyiz. Distopya sözcüğü de tıpkı ütopya gibi sonradan ortaya çıkarılmış bir kelimedir. Kelimenin kökeni John Stuart Mill’in 1868’de parlamentoda yaptığı bir konuşmaya dek uzanır. Bu konuşmasında Mill ütopyadan farklı olarak Yunanca kötü, anormal, hastalıklı anlamlarına gelen “dus” sözcüğünden devşirdiği “dys” ekini kullanmıştır. Bugün distopya sözcüğü daha ziyade ütopyanın tam tersi olarak kullanılmaktadır.

•••

            Ütopyaların varolmasının imkansızlığına dair pek çok fikir ortaya atılmıştır. Distopya romanlarının oluşumu ve tarihsel gelişimini inceledikleri makalelerinde akademisyenler Neydim ve Polatel bu konuda bir kitap da yazmış olan Hakan Çörekçioğlu’nun fikirlerinden faydalanarak şöyle bir tanımlama yaparlar:

            “İdeal olan tanımı gereği mükemmel olmak zorundadır. Buradan da ikinci anti-ütopyacı kanıt çıkar: Mükemmellik fikri, hem değişime kapalı, yani tarihi ve gelişmeyi tamamen donduran, durağan bir toplumun inşasıyla sonuçlanır hem de her türlü bireyselliği ve farklılığı eşitlik adı altında yok eden toplumsal uyum fikrine götürür. Nihayet bu iki kanıtın kaçınılmaz sonucu olan üçüncü anti-ütopyacı kanıta ulaşırız: Ütopyacı düşünce ile özgürlük birbiriyle uzlaşamaz. Böylece anti-ütopyacı akıl yürütmenin döngüsü tamamlanır. Ütopyacılık her durumda, gerçekleşmesi imkansız olan, gerçekleştirilmeye teşebbüs edildiğinde baskı ve şiddetle ya da totalitarizmle sonuçlanan bir düşünme biçimidir.”2

•••

            Edebiyat dünyasına baktığımızda distopik dünyayı anlatan eserlerin ütopik eserlere göre daha çok ilgi çektiği görülmektedir. Pek çok kişi tarafından bu alanda yazılan ilk eser olarak Jack London’ın “Demir Ökçe”si kabul görür. 1908 yılında kaleme alınan kitapta London, yönetim gücünün zengin üst sınıf yöneticiler arasında paylaşıldığı bir toplumu anlatır. Her geçen gün daha da zenginleşen bu sınıf tröst ortaklıkları sayesinde gücüne güç katmaktadır. Zengin sınıf bu denli güçlenirken köleleştirilmiş işçi sınıfı arasındaki çatışmalar bu ezilen sınıf arasında kutuplaşmalara neden olmaktadır. Bu süreçte hem yargı hem de din adamları yönetici sınıfın elindeki gücü yitirmemesi için çabalamaktadır.

“Zamyatin, Orwell, Huxley ve Bradbury”

•••

            Sovyet yazar Yevgeni Zamyatin’in 1921 yılında yayınlanan kitabı “Biz” ise daha farklı bir dünyanın kapılarını açar bizlere. Sanayileşmenin en azılı sürecini yaşadığı zamanlarda kaleme alınan kitapta Frederick Winston Taylor’ın ortaya attığı ve insanı makineleştirme sürecine dahil ederek sermaye sahiplerinin yüzlerini tebessümle dolduran Taylorizm’in eleştirilerine rastlayabiliyoruz. Bu durumu kitabında toplumun üyeleri “Taylorlanmış ritmik mutluluk hücreleri” ismi verilmiş şeffaf camlı yapılarda sürekli denetim altında yaşamaktadırlar. Bu insanların hangi saatte ne yapmaları gerektiği önceden belirlenmiştir. Bilimsel gelişmenin bir eseri olarak ortaya çıkan bu makine-insan toplumunda bireyler devlet tarafından atanmış harf ve sayılarla adlandırılmıştır. Adlandırma da cinsiyete göre belirlenmiştir. Kadınlar için sesli harfler (örn. O-90, I-330), erkekler içinse sessiz harfler (örn. D-503, R-13) kullanılır.

•••

            1932 yılında İngiliz yazar Aldous Huxley tarafından kaleme alınan “Cesur Yeni Dünya” ise hedonist bir toplum yaratarak ortaya çıkarılan bir başka distopik dünyayı anlatır. Bu toplumda

toplumsal düzen insanların zeka seviyelerine göre sınıflandırıldığı kast sistemi ile sağlanmaktadır. Bu toplumsal sınıflar Yunan alfabesinin harflerine göre sıralanmıştır: Alfa, Beta, Gamma, Delta ve Epsilon şeklinde sınıflandırılmıştır. İnsanlar uykuda öğretim, ruh bilimsel manipülasyon ve klasik koşullama tarzı yöntemlerle şekillendirilmekte, insanlar bizzat devlet tarafından “Soma” adı verilen uyuşturucunun kullanımına teşvik edilmekte böylece devlete karşı direniş engellenerek insanların sorgulama yeteneği de uyuşturulmaktadır. Huxley’nin kurguladığı bu dünya insanların tektipleştirildiği, genetik geçmişlerinin manipüle edildiği, tümüyle denetim altında kolektifleştirilmiş bir toplumu içerir. Bu açıdan Cesur Yeni Dünya materyalizme ve tüketime yaslanmış modern dünyayı eleştirir, zira insanlar kesinlik ve istikrar uğruna farklılık içeren bir yaşamdan feragat etmişlerdir.4

•••

            Distopya konusundan bahsederken George Orwell’ın kült eseri 1984’ten bahsetmemek olmaz. 2000’li yılların en çok izlenen yarışması “Biri Bizi Gözetliyor’a da ilham kaynağı olan 1984, günümüzde karşılaştığımız pek çok gelişmenin de muştusunu (!) vermiştir adeta. Çin’in yüz tanımaya dayalı gözlem teknolojisi ve vatandaşlık puanı uygulaması; mutfaktan biri olarak Edward Snowden’in Facebook dünyasında yaşayıp dile getirdikleri “Düşünün. Çünkü henüz yasaklanmadı.” ifadesiyle dikkat çeken kitapta anlatılanlara canlı birer örnek oluşturmaktadır. Orwell’ın büyük birader idaresindeki distopik dünyasını analiz ettiği makalesinde İngiliz profesör Gregory Claeyes bu dünyayı şu ifadelerle tanımlar:

            “Totalitaryenizmi hedef alan bir hiciv ya da totalitaryenizmin karikatürü olarak roman, iki başat tema üzerine yoğunlaşır. İlki entelektüellerin kölece itaatini, mantık ve dilin itibarının düşürülmesini (‘çiftdüşün’ ve ‘yenisöylem’), halkın en kötü tutkularının uyandırılmasını (‘Nefret Haftası’), bireyciliğe düşmanlığı (‘ayrıyaşam’), savaş-humması ve lidere tapınma adına erotizmin dahi bastırılmasını gerektiren totaliter tam bağlılık talebidir. İkincisi ise devlet iktidarının her yerde oluşudur: tele-ekran, (gerçekte var olup olmadığı belli olmayan) Büyük Birader'in posterleri, her yerde bulunan Düşünce Polisi, geçmişin mütemadiyen yeniden yazılması. Rejimin tuhaf bir şekilde basit ve apaçık bir şekilde müdanasız sahtekârlığı, pek çok yorumcunun gözünde eserin en mühim teması olarak öne çıkmaktadır…”3

“Büyük Birader seni izliyor.” (1984)

•••

            Yer sınırlılığı nedeniyle değineceğimiz son distopya Ray Bradbury’e ait olan Fahrenheit 451. Eser, kitapların itfaiyeciler tarafından yakıldığı, insanların sadece televizyonda beyin yıkayıcı şovlar izlediği ve kitap bulundurup düşünen insanların yok edildiği bir gelecekte geçmektedir. Kitap adını, kağıdın 451 Fahrenheit'ta tutuşması gerçeğinden almaktadır. İnsanların kitap okumayı unuttuğu bir gelecekte geçen distopyada anlatılanlar bugünün televizüel dünyasında (Tayfun Hocamızın kulakları çınlasın) nereye doğru evrildiğimizin bir nişanesi gibidir. Bugün ortaokul, lise hatta üniversite öğrencilerinin bile ödev verilen kitabı okumak yerine internetten özetini aradığı, 200-300 sayfa kitapların bile “tuğla gibi” addedildiği günümüz dünyasını Bradbury şu sözlerle ifade etmektedir kitabında:

            “Gözünde canlandır. On dokuzuncu yüzyıl insanı, atları, köpekleri, kedileri, ağır çekim halinde. Sonra, yirminci yüzyılda, kameranı hızlandır. Kitaplar kısaltılmış. Özetler, anahatlar, ufak resimli gazeteler. Her şey komik öykülere, kopuk sonlara dönüşüyordu… Klasik yapıtlar kesilip on beş dakikalık radyo oyunlarını, tekrar kesilip, iki dakikalık kitap sütununu dolduruyor, daha da kısalınca sözlük sayfasında on ya da on iki satırlık özet oluyorlardı… Hamlet ile ilgili bütün bilgileri, şunu iddia eden bir kitaptaki bir sayfalık özetten ibaretti: artık nihayet tüm klasiklen okuyabilirsiniz; komşularınızla âşık atabilirsiniz. Görüyorsun, çocuk yuvasından üniversiteye, üniversiteden tekrar çocuk yuvasına; işte geçen beş yüzyıldaki entelektüel örüntünüz.”

“İşte şimdi kitaplardan neden nefret edilip korkulduğunu anlıyor musun? Onlar

yaşamın yüzündeki gözenekleri gösterirler. Sadece rahatlık içindeki insanlar ay gibi

gözeneksiz, tüysüz, ifadesiz yüzleri balmumuyla sıvar.“ (Fahrenheit 451)

•••

            Bu yazıda ancak başlıcalarına değindiğimiz distopyalar günümüz dünyasını anlamak, gidişatın izlerini takip etmek açısından önemlidir. Özellikle de bugünün değerleriyle zihinleri şekillendirilen gençler için elzemdir.

•••

            Medeniyet kurduğumuz binlerce yılda bir yandan yaşamı kendimize zindan ederken diğer yandan daha iyi dünyaların hayallerini de kurmayı hiç bırakmadık. Çünkü dünyada bu hayali kurmamızı sağlayacak yeterince zenginlik vardı. Yapacağımız tek şey doğru olanı seçmek!

1Fatıma Vieira, “Ütopya Kavramı”, Ütopya Edebiyatı, Türkiye İş Bankası Yayınları (Hazırlayan:Gregory Claeys), 2021

2Necdet Neydim-Ali Polatel, Distopya Romanlarının Oluşumu ve Tarihsel gelişimi; Çevirilerinin İncelenmesinde Öne Çıkan Kuramsal Yaklaşımlar,  İstanbul Üniversitesi Çeviribilim Dergisi 12 (2020)

3Gregory Claeys, Distopyanın Kökenleri: Wells, Huxley ve Orwell, Türkiye İş Bankası Yayınları (Hazırlayan:Gregory Claeys), 2021

4Ray Bradbury, Fahrenheit 451, İthaki Yayınları, 2012

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi