Kerem Gürel
Göster Kendini!
Amerika Birleşik Devletleri’ne bugünkü “Süper Güç” sıfatını kazandıran en acımasız adımlarından biriydi Japonya’nın iki şehrini yer ile yeksan eden atom bombası. Bu bombanın geliştirilmesinde büyük önemi olan Robert Oppenheimer 1965'te verdiği bir televizyon röportajında patlamadan sonraki anlarda Hindu kutsal kitabı Bhagavad Gita'dan bir dizenin aklına geldiğini söylemişti: "Şimdi ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi."
•••
Oppenheimer’in dudaklarından dökülen bu söz esasında modern(!) dünyaya damgasını vuran “Amerikan Rüyası”nın bir yansımasıydı. Zira 9 milyon kilometre kareyi aşan yüzölçümü, sahip olduğu yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile ABD toprakları Yeni Dünya Göçleri’nin ana çekim merkeziydi. Göçler yoluyla nüfus kazanmaya başlayan ABD’nin kendine has bir toplumsal yapısı da bu süreçte ortaya çıkmaya başladı. Yaşadıkları topraklardan, ailelerinden, geleneklerinden ayrılarak gelen insanlar bu yeni dünyada geçmişin bağlarını koparmanın heyecanı ile “Amerikalı Adem”i ortaya çıkardılar. Amerikan bireyciliğinin de temellerini atan bu durumu A.Tocqueville şu sözlerle özetlemişti:
“Zamanın ilmeği, her an sökülüyor ve kuşaklar silsilesi yok oluyor. Daha önce gelenler hemen unutuluyor; daha sonra gelecek olanlar hakkında kimsenin bir fikri yok; insanın ilgisi kendine yakın olanlarla sınırlı.”
Bu konuya Narsisizm Kültürü kitabında değinen Christopher Lasch, Tochqueville’nin düşüncelerini destekler ve şunları ekler:
“Şöhret kültleri ve şöhreti heyecan ve ihtişamla süsleme çabalarıyla kitle iletişim araçları, Amerikalılar sinema seyircilerinden, hayranlardan oluşan bir ulus haline getirdi. Medya, narsisistik şöhret ve ihtişam hayallerine töz kazandırdı, sıradan insanı kendini yıldızlarla özdeşleştirmeye ve ‘sürüden nefret etmeye’ teşvik ederek gündelik varoluşun sıradanlığını kabullenmesini giderek güçleştirdi.”
•••

Amerikan Rüyası’nın etkileri hayatımızın her alanını etkiledi. Daha fazla bireyciliğin, hatta narsisizme varan bireyciliğin, tüketim artışını tetiklediğini keşfeden muktedirlerin dilimize doladığı Just Do It (Yap Gitsin), Because You’re Worth It (Çünkü Sen Buna Değersin), Have It Your Way (İstediğin Gibi Olsun), Impossible Is Nothing (İmkansız Hiçbir Şey Yoktur) reklam sloganları bile bunu tetikler nitelikte değil midir? İsteklerin ihtiyaçlara dönüştüğü bu süreçte tüketimin kendisi de bir ihtiyaç haline getirilmiş oldu. Binlerce yılda alıştığı kolektif toplum yaşamından bireyci yaşama sürüklenen insanlar için bu konuda son sahaya sürülen silah ise tahmininiz üzere sosyal medya olmuştur.
•••
Otomobil dünyasında da bu değişimin örneklerine rastlamak pek tabii ki mümkün. Örneğin Türkiye'de SUV tarzı araçların satış miktarında son yıllarda ciddi bir artış yaşandığı görülüyor. Aslında bu durum dünya geneli otomotiv pazarındaki trendlerle de uyumlu. Otomotiv Distribütörleri ve Mobilite Derneği (ODMD) verilerine göre, 2024 yılında (Ocak-Aralık dönemi) satılan toplam 1 milyon 238 bin 509 adet otomobil ve hafif ticari aracın 556 bin 548 adedi SUV'lardan oluştu. 2022 yılının ilk 11 ayında SUV satışları, bir önceki yılın aynı dönemine göre %15,14 oranında artış göstermiş ve SUV'ların pazar payı %35'ten %41,3'e yükselmişti. Bu artışın nedenlerini
Tüketici Tercihleri (Geniş iç hacim, yüksek sürüş pozisyonu, arazi aracı imajı ve modern tasarımlar), Üreticilerin Yönelimi gibi faktörlere bağlamak da mümkün.

•••
Otomobil dünyasındaki benzer bir değişime aynı model araçların farklı yıllara ait üretimlerinde görülen boyut artışında da rastlayabiliyoruz. Küçük ve orta segment araçlar bile yıllar içerisinde önemli boyut artışına uğramış gibi görünüyor. Kuşkusuz bunda değişen güvenlik önlemlerinin ve kullanılan teknolojilerin önemli bir etkisi olsa da ana sebeplerden biri tüketici tercihleri olarak kabul görmekte. Amerikan Rüyası’nın parlatıldığı 50’li-60’lı yılların Amerikan arabalarını hatırlayın. Bugün ABD’de hâlâ devasa boyutlara sahip araçlar uzun yıllardır en çok satanlar listesinde kolaylıkla kendine yer bulabiliyor.
•••
Hem araçlarda görülen bu boyut artışını hem de SUV ya da Pick-up, 4x4 gibi araçların pazarda daha önemli yer tutmasını üç düşünürün felsefesi üzerinden yorumlayabiliriz.
Mesela Jean Baudrillard’a göre, modern kapitalizmde nesneler artık kullanım değeri ile değil, gösterge değeri ile tüketilir. Yani, insanlar bir arabayı “taşıma ihtiyacı” için değil, onun temsil ettiği anlam için satın alır. SUV veya pick-up gibi büyük araçlar, güç, özgürlük, statü, maskülenlik, ayrıcalık gibi anlamlar taşır ve bu tür araçlar birer “simülakra” hâline gelir; yani gerçeği temsil etmekten uzak, kendi anlamını üreten ve kopyalanan bir “gösterge evrenine” dönüşür. Örneğin bir şehirli, asla araziye çıkmasa da bir arazi aracı kullanarak doğa ile baş başa olma fantezisini yaşar. Bu, “yaşanmamış bir deneyimin simülasyonudur.”
Pierre Bourdieu’nun düşünce sistemine göre ise tüketim sadece ekonomik değil, aynı zamanda simgesel sermaye açısından da değerlendirilir. İnsanlar satın aldıkları şeylerle sınıfsal aidiyetlerini ve kültürel sermayelerini sergiler. Büyük araçlar, özellikle yeni zenginlik, yükselen orta sınıf ve statüye ulaşma arzusu ile ilişkilidir. Lüks SUV, sadece bir araç değil, “benim konumum değişti” demenin bir yoludur. Bu tercihler, kişinin habitusuna (doğuştan gelen zevkler, eğilimler, davranış biçimleri) göre şekillenir. Yeni zengin bireyler sıklıkla “görünür” zenginlik tercih eder. Bu araçlar aynı zamanda diğer sınıflara karşı bir üstünlük ilanıdır: “Ben daha yüksekteyim. Yolda senden yukarıdayım. Daha güvenliyim. Daha güçlüyüm.” anlamları da taşır.
Zygmunt Bauman’a göre günümüz toplumu “akışkan modernite” içindedir. Yani her şey sürekli değişir: kimlikler, ilişkiler, aidiyetler… Bu ortamda insanlar, kendilerini sabitlemek için nesnelere (ve statü sembollerine) tutunurlar. İnsanlar büyük araçlarla sadece fiziksel olarak değil, kimliksel olarak da kendilerini büyütmeye çalışır. Bauman’ın deyimiyle, bu tür tüketim, “güvensiz bir benliğe zırh giydirme çabasıdır.” Kimlikler artık aile, toplum veya gelenek üzerinden değil; piyasadaki ürünler ve markalar üzerinden kurulur.
•••
Ve kapitalizm daima eğilip kulağımıza şöyle der:
“Kim olduğunu bilmiyorsan, satın alarak göster kendini.”
