Kerem Gürel
Işığın efendisi, karanlığın kurbanı: Caravaggio'nun hayat hikâyesi
Sanat tarihi, yaratıcı dehalarını tuvale döken büyük ressamların biz ölümlü ruhlar üzerinde yarattığı akıl almaz etkinin kaynağını arayıp durmuştur çoğu zaman. Mona Lisa’nın gizemli tebessümü, Adem’in Yaradılışı’ndaki o tanrısal dokunuş ya da Belleğin Azmi’nde süzülüp akan saatler.
Ancak dehası ölümünden sonra unutulan, eleştirilen ve 20. yüzyılda yeniden keşfedilen Caravaggio bambaşka bir kulvara sürüklüyor bizleri. Çünkü hiçbir ressam ruhunun en zifiri karanlığını, en ilahi ışıkla birleştiren Michelangelo Merisi da Caravaggio kadar cüretkâr, cüretkâr olduğu kadar da tehlikeli olmamıştır. O, sanat tarihini geri dönülmez bir şekilde değiştiren bir devrimci, aynı zamanda Roma sokaklarının en tekinsiz meyhanelerinde kavgadan kavgaya koşan, adı cinayete karışmış bir kaçaktı.
•••
Onun hikâyesi, 1571'de Milano yakınlarındaki Caravaggio kasabasında başlar. Adını da bu küçük kasabadan alır. Kaderi sanki o anda yazılmıştır: Küçük bir yerde doğup tüm Avrupa’nın sanat anlayışını altüst etmek. Doğum günü Başmelek Mikail’in bayram gününe denk geldiği için ona Michelangelo ismi verildiği söylenir.
Babası Fermo Merisi, yerel bir aristokrat ailenin yanında çalışan iyi bir taş ustasıydı. Emrinde çalıştığı Colonna ailesi ömrünün son yıllarına kadar Caravaggio'nun hayatında hep önemli bir destek güç görevi görecekti. Ressamın çocukluğu, Kuzey İtalya'yı kasıp kavuran veba salgınının gölgesinde geçti. Henüz altı yaşındayken babasını, kısa süre sonra annesini ve ailesinin çoğunu bu salgında kaybetti. Belki de ölüme ve trajedinin çıplaklığına olan bu erken tanıklık, onun sanatındaki o acımasız gerçekçiliğin ilk tohumuydu.

Ve Tanrı dedi: "Işık olsun" ve ışık oldu. Ve Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve ışığı karanlıktan ayırdı. Ve Tanrı ışığa Gündüz ve karanlığa Gece dedi. Akşam oldu, sabah oldu ve bir gün oluştu.(Yaratılış 1:3-10)
•••
13 yaşında, 1584’te Milano’da Simone Peterzano'nun yanına çırak olarak verildi. Peterzano, Venedikli usta Titian’ın öğrencisiydi, bu yüzden Caravaggio renk kullanımı ve anatomi bilgisini klasik bir temelde edindi. Ayrıca yine Peterzano’nun atölyesinde Lombardiya'nın "doğalcı" geleneğini öğrendi yani, gördüğünü idealize etmeden, olduğu gibi resmetmeyi. Onun sanat anlayışını şekillendiren unsurlardan biri de uzun yıllardır Milano’da hüküm süren başpiskopos Carlo Borromeo’nun düşünceleridir. Zira soğuk, bağnaz ve görevlerine katı şekilde bağlı olan bu din adamı Protestanlığın kıskacı karşısında Katolik inancını canlı tutmaya çalışıyordu. Ona göre sanat, halkı Tanrı’ya yaklaştırmalı, inancı öğretmeli, kalpleri sarsmalı ama gösterişten uzak olmalıydı. Bu yüzden Borromeo, sanatçılardan idealize edilmiş aziz figürleri yerine, gerçek, dokunulabilir, insani yüzler çizmelerini, ayrıca tanrısal hikâyeleri, seyircinin kendini içinde hissedebileceği sahnelerde sunmalarını istiyordu. Tam da Caravaggio’nun yapacağı gibi!
•••
Ressam için pek de etkili olmayan bu çıraklık dönemi bittiğinde, Caravaggio'nun kavgacı doğası kendini göstermeye başlamıştı. 1592'de, "belirli kavgalara" karıştığı ve bir polis memurunu yaraladığı için Milano'dan kaçmak zorunda kaldı. Cebinde metelik olmadan, öfkeli, genç ve tehlikeli bir yetenek olarak 1592 yılının ağustos ayında Roma'ya ayak bastı. Caravaggio’nun gelişinden on yıl önce Roma sokaklarını gezen Montaigne'in ifadesine göre Roma “Dünyanın en evrensel şehri” idi. Ancak Montaigne'in övgüsüne mazhar olsa da aynı Roma’da 1600 yılında Giordano Bruno, Papa VIII. Clement’in emriyle kazığa bağlanarak yakıldı.
Ebedi şehir Roma, ressamın hem zirvesi hem de cehennemi olacaktı. İlk yıllar sefalet içinde geçti. Dönemin popüler ressamı Cavaliere d'Arpino'nun (Giuseppe Cesari) atölyesinde, bir nevi "seri üretim" bandında, çiçek ve meyve boyayarak hayatta kalmaya çalıştı. Ancak bu basit işlerde bile onun dehası saklanamıyordu. O dönemde yaptığı “Meyve Sepeti” tablosu, o güne dek görülmemiş bir gerçekçiliğe sahipti. Elmanın üzerindeki kurt deliği, yapraklardaki kuruma, üzüm tanelerindeki o buğulu toz... Caravaggio, güzelliği kusursuzlukta değil, kusurun ta kendisinde arıyordu. Yine bu dönemde yaptığı “Hasta Baküs” tablosu onun geleceğinin ilk şulelerini yaymaya başlamıştı bile.
•••
Henüz resim satamayan, arzu ettiği şekilde isim yapamayan bu ham yetenek, birer birer resim satıcılarının kapılarını çalmaya başladı. Üstat Valentino olarak nam salan Constantino Spata sayesinde şehrin en güçlü sanat hamilerinden birinin, Kardinal Francesco Maria del Monte'nin dikkatini çekti. Kardinal, bu tuhaf, hırçın genci himayesine aldı, ona sarayında bir oda verdi ve onu Roma'nın elit dünyasıyla tanıştırdı. Artık koruma altındaydı ve özgürdü. Bu dönemde Kardinal Del Monte için yaptığı “Hilekârlar” ile “Falcı” gibi tablolar, kendi bohem hayatından, meyhanelerden ve sokaklardan ilham alan tablolardı. Böylece Caravaggio “aşağı tabaka dramasını” da resim dünyasına dâhil ediyordu. Onun modelleri, kaslı Yunan tanrıları değil, ter kokan, tırnakları kirli, bakışları yorgun genç adamlardı. Sanat dünyası, Rönesans'ın pürüzsüz tenli meleklerine alışkındı. Caravaggio ise onlara gerçeğin tokadını atıyordu.
•••
1600 yılı, sadece ressamın hayatında değil sanat tarihinde de bir milattır. Caravaggio, San Luigi dei Francesi Kilisesi'ndeki Contarelli Şapeli için ilk büyük kamu siparişini aldı. Sonuç, bir bomba etkisi yarattı. Caravaggio’nun en bilinen resimlerinden biri olan “Aziz Matta'ya Çağrı” tablosunda, kutsal bir anı değil, dumanlı, loş bir Roma tavernasını görürüz. Para sayan vergi memurları ve kumarbazlar... İsa, karanlığın içinden beliriyor ve Matta'yı işaret ediyordur. İlahi olan, hayatın en kirli köşesine, bir meyhaneye inmiştir. Işık, tanrısal bir mucize olarak değil, odanın yan duvarından giren fiziksel bir hüzme olarak resmedilmiştir. Bu, "tenebrizm"dir. Artık ışık sadece aydınlatmıyor, aynı zamanda karanlığı daha da derinleştiriyordur.
Ancak her devrim gibi bu devrim de sancısız olmadı. Kiliseler ondan azizler istiyor, Caravaggio ise onlara "insan" veriyordu. Örneğin “Aziz Matta ve Melek” tablosunun ilk versiyonunda, azizi okuma yazma bilmeyen, kaba saba, yaşlı bir köylü olarak tasvir ettiği için kilise tarafından anında reddedildi. Melek, cahil bir çocuğa ders verir gibi azizin elini tutuyordu ve bu bir skandaldı.
Daha da büyük bir skandal, ressamın 1605-1606 yıllarında tamamladığı “Meryem'in Ölümü” tablosunda yaşandı. Meryem'i idealize edilmiş, uhrevi bir figür olarak değil karnı şişmiş, bedeni solgun, ölmüş bir kadın olarak resmetti. Söylentilere göre modeli bir fahişeydi. Kilise bu tabloyu "saygısız" bularak reddetti, ancak bu eser, onun gerçekçilikte ne kadar ileri gidebileceğinin kanıtı oldu.

•••
Roma’da ünü iyice yayılan Caravaggio için adını en büyükler arasına yazdırma şansı kapıya dayanmıştı. Bu defa Katolik Hristiyanların merkez kilisesi olan Aziz Petrus (San Pietro) Kilisesi için bir altar panosu yapması isteniyordu. 292 cm yüksekliğe 211 cm genişliğe sahip bu devasa eseri dört ay gibi kısa bir sürede tamamladı. Ortaya çıkan eser “Palafrenieri Meryemi” olarak adlandırıldı. Tablo Yaratılış Kitabı'na (Tekvin 3:15) dayanmaktadır. Buna göre “Tanrı, Havva’yı kandıran yılanı lanetler ve şöyle der: ‘Kadının soyundan gelen, senin başını ezecek.’”
Hristiyan inancında bu, İsa’nın Şeytan’ı yenmesini, Meryem’in de Havva’nın günahını onarmasını simgeler. Eser kiliseye asıldıktan kısa süre sonra oradan kaldırılır. Bu durum Caravaggio’nun en parlak dönemine ulaşmak üzere olduğu bir dönemde aldığı ciddi bir darbedir. Uzmanlara göre eserin en büyük tartışması, Meryem’in yüzü üzerindedir. Caravaggio’nun resimde model olarak Lena Antognetti adlı Roma’da tanınan bir fahişeyi -sanatçının yakın arkadaşı ya da sevgilisi olduğu iddia edilen kadını- kullanmıştır. Bunun dışında Meryem’in “fazla insani” oluşu, çocuk İsa’nın çıplak ve dünyevi tavrı ile genel atmosferin “kilise için fazla karanlık ve sıradan” bulunması da eserin reddedilme sebepleri arasında sayılmaktadır.
•••
Son olay Caravaggio’nun zaten sarsıntılı olan ruh dünyasını derinden etkilemiş olmalı. Gündüzleri kardinaller ve markiler için dini başyapıtlar üreten ressam, geceleri ise kılıcı belinde Roma'nın tekinsiz sokaklarında kavga arayan bir fedaiye dönüşüyordur. Roma polisi tarafından tutulan kayıtlar, onun taşkınlıkları, saldırıları ve hakaret davalarıyla dolup taşıyordu. Bir olayda ev sahibine küfrediyor, bir başka olayda kendini aşağıladığını düşündüğü garsonun yüzüne enginar tabağı fırlatıyordu.
Ve ipler 29 Mayıs 1606'da koptu. Bir tenis maçı üzerine çıktığı iddia edilen ancak bir kadın meselesinden kaynaklandığı anlaşılan hararetli bir kavgada, Caravaggio kılıcını çekti ve Ranuccio Tommasoni adında bir adamı öldürdü.
Işığın ve karanlığın efendisi olan dâhi ressam, artık resmen bir katildi.
Hakkında bando capitale (ölüm fermanı) çıkarıldı. Bu, onu gören herkesin yasal olarak öldürebileceği ve karşılığında ödül alabileceği anlamına geliyordu. Caravaggio, her şeyini geride bırakarak Roma'dan kaçtı.

•••
Hayatının son dört yılı Napoli, Malta ve Sicilya arasında, sürekli bir kaçış, paranoya ve affedilme umuduyla geçti. Bu sürgün dönemi, sanatının en trajik, en karanlık ve en güçlü eserlerini doğurdu.
Napoli'de, “Merhametin Yedi Eseri” gibi kaotik, hızlı ve daha da karanlık tuvaller yaptı. Affedilmek için çaresiz bir planla Malta'ya geçti ve prestijli Malta Şövalyeleri'ne katılmak istedi. Şövalyeler için başyapıtlarından biri olan devasa “Vaftizci Yahya'nın Başının Kesilmesi” resmini yaptı. Bu, onun imzasını attığı tek tablodur. İmzası, bir sanatçının kibriyle değil, bir katilin itirafı gibi, Yahya'nın boğazından akan kanın içine atılmıştır: "f. Michelangelo" (Kardeş Michelangelo).
Malta Adası’nın mutlak otoritesi sayılan Üstat Wignacourt ile arası oldukça iyiydi. Hatta onun bir portresini de yaptı. Hem Vaftizci Yahya’nın Başının Kesilmesi hem de Wignacourt’un portresi, Caravaggio’nun Roma’ya dönüş bileti olarak gördüğü Malta Şövalyeliği’ne kabulünü sağlamıştı. Evet şövalyeliğe kabul edilmişti edilmesine ama kurtulmuş muydu? Hayır. Karakteri yine onu ele geçirdi. Kısa süre sonra yüksek rütbeli bir şövalyeyle kavga etti, hapse atıldı. Hem de tam şövalyeliğe kabul töreni yapılacağı zamanda. Adada edindiği tanıdıkları sayesinde hapisten kaçtı. Hemen ardından Ada Şövalyeleri tarafından "çürümüş ve kokuşmuş bir üye" olarak örgütten atıldı.
Şimdi hem Roma'dan hem de Malta'dan kaçıyordu. Sicilya'ya sığındı. “Azize Lucia'nın Gömülüşü” gibi tablolarda, figürler artık devasa, boş ve karanlık mimarinin içinde ezilmiş, küçücük kalmışlardı. Caravaggio’nun bu son döneminde yaptığı resimlerdeki boşluk, kendi ruhundaki umutsuzluğu yansıtıyordu adeta.

•••
1609'da tekrar Napoli'ye döndü. Ancak düşmanları peşindeydi. Bir meyhanenin önünde -muhtemelen Malta'dan gelen ajanlarca- pusuya düşürüldü ve yüzü tanınmayacak derecede parçalandı. "Caravaggio öldü" söylentileri hemen yayılmaya başladı. Ancak o ölmemişti. Roma'daki güçlü hamisi Kardinal Scipione Borghese, onun affı için Papa'ya baskı yapıyordu. 1610 yazında, af haberinin eli kulağında olduğu bilgisiyle, affına karşılık Kardinal'e hediye edeceği son tablolarıyla birlikte Roma'ya giden bir tekneye bindi. Kendisini Roma’ya götüreceğini düşündüğü gemi onu trajik sonuna taşıyordu. Gemi Toskana kıyısındaki Porto Ercole'de durduğunda, Caravaggio bir yanlış anlaşılma sonucu karaya çıkarılıp tutuklandı. Yanlışlık fark edilip serbest bırakıldığında ise teknesi çoktan gitmiş, tüm eserleri ve eşyaları o tekneyle birlikte yola devam etmişti.
Rivayete göre, kavurucu güneşin altında, teknesini yakalamak umuduyla kilometrelerce sahilde koştu ya da hiç durmadan at sürdü. Ancak bitkindi. Yüzündeki yaralar, stres ve muhtemelen sıtma nöbeti onu tüketti.
Michelangelo Merisi da Caravaggio, Temmuz 1610'da, 38 yaşında, tek başına, yoksul bir hastane yatağında, Porto Ercole'de öldü.
En acı ironi ise, Papalık affının imzalandığı belgenin, o son nefesini verdikten sadece birkaç gün sonra Roma'dan yola çıkmasıydı.
Caravaggio, bize güzelliğin steril atölyelerde veya pürüzsüz mermerlerde olmadığını; onun, hayatın en kirli, en acı dolu, en "insani" anlarında bile bulunabileceğini öğretti. O, kılıcıyla bir hayat aldı ama fırçasıyla sanata yeni bir hayat verdi. Ve bıraktığı miras, tıpkı tabloları gibi, zifiri bir karanlıktan fışkıran sarsıcı, unutulmaz bir ışıktır.
O kendi kendini eğitti. Resme dair hiçbir doğru eğitimi yoktu. Resimlerin hiçbirinin taslak çizimini yapmadı. O hırpani görünüşlü bedende diğerlerinden çok farklı bir ressam yarattı. Biyografisini kaleme alan Andrew Graham-Dixon’a göre “Caravaggio, İtalyan geleneğinden gelen gerçekten en usta ressamların sadece en arızalı olanı değil, en aykırı olanıydı da.”