Ergoterapi: Çocuklar için bir modern yaşam panzehiri

Doğaya uyumlu yaşamayı öğrenen ve ancak bu şekilde varlığını devam ettiren insanoğlu Yerküre üzerinde geçirdiği binlerce yılın ardından bilim ve teknikte sahip olduğu zenginliklerle bir süre sonra dünyanın efendisi olduğunu düşünmeye başlamıştır. Antroposantrik dünya görüşü olarak bilinen bu yaklaşımı yazar Pet Brereton şu şekilde tanımlar

''Kapsayıcı bir temel kavram olarak antroposantrizm, insanları evrenin merkezine yerleştirir. Batı geleneğinde herhangi bir durumun çevresel etik karşılıklarını incelerken yalnızca türümüzü dikkate almak alışılmış olmuştur. Sonuç olarak bu mantık benimsenerek var olan her şeyin türümüz için faydası bakımından değerlendirilmesiyle bir tür türcülük yapılmaktadır.”

BİLİNÇALTINA ENJEKTE EDİLENLER

Bu yaklaşım hayatımızın her alanına sirayet eden kapitalist düşüncenin de omurgasını oluşturur.

Ve yaşanan değişim bizlere “modern yaşam” olarak pazarlanmaktadır.

Bu yaşam kendi çıkarları doğrultusunda şehir yaşamını, kariyer planlarını, sürekli başarılı olma kaygısını, zengin olma arzusunu bilinçaltına enjekte etmektedir.

Bu düşüncenin doğal sonucu olarak da insanlar şehir yaşamının kendi içinde var ettiği doğal seçilim kanunlarına tabii olmakta ve kendi doğasından gitgide uzaklaşarak kapital oyununun birer piyonu haline dönüştürülmektedirler.

ana-foto.jpeg

İLK MAĞDURLAR ÇOCUKLAR

Bu sürecin ilk mağdurları ise ne yazık ki nasıl bir dünyaya doğduklarını bile anlayamayan çocuklar olmakta çoğu zaman.

Marketlerde, mağazalarda kasa önüne konan oyuncaklarla, şekerlemelerle birer kapitalist sömürü unsuru olarak görülen çocuklar, sinemada ya da dijital platformlarda boy gösteren animasyon kahramanlarının giysilerini, oyuncaklarını, kitaplarını, şapkalarını, balonlarını, gözlüklerini, çıkartmalarını arzulamaları ve ailelerini tüketim çemberinde daha da tempolu koşturmak için kullanılmaktadırlar.

Ve ne yazık ki aynı çocuklar bu “modern yaşam”ın(!) bir sonucu olarak sokaklardan, parklardan çekilip eve, dört duvar arasında turfanda bir hayat yaşamaya zorlanmakta, yaşıtlarıyla, arkadaşlarıyla değil, ekranla haşır neşir olmaları, böylece daha az sorun çıkarmaları sağlanmaya çalışılmaktadır.

Günün sonunda modern yaşam denen olgu sağlığımızdan tutun kültürümüze, alışkanlıklarımızdan değerlerimize ve tabii çocuklarımıza da olumsuz etkilerle yansımaktadır.

Doğal yaşamdan, doğasından koparılan ve steril bir ortamda yetiştirildiği düşünülen çocukların hayatın gerçekleri karşısında zorlanması sonucu ile baş başa kalmış durumdayız. Bu sorunun çözümü ise son yıllarda adını daha sık duyduğumuz bir kavramla karşımıza çıkıyor:

Ergoterapi.

Peki ergoterapi nedir? Başta çocuklar olmak üzere bireylerin yaşamlarında ne tür bir etkiye sahiptir?

Bu ve benzer soruları cevaplamak için bu hafta İstanbul ve Samsun’da hizmet veren Mudita Ergoterapi ve Danışmanlık Merkezi’nin kurucularından Uzman Ergoterapist Buse Aydın ile konuştuk, sorulara ve bu bağlamdaki sorunlara yanıt bulmaya çalıştık...

POTANSİYELİ MAKSİMUMA ÇIKARAN BİR PROGRAM

Önce sizi tanıyalım.

Lisans eğitimimi İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Ergoterapi bölümünde, yüksek lisans eğitimimi ise İstanbul Üsküdar Üniversitesi Ergoterapi bölümünde tamamladım. 2021 yılından itibaren çocuk ve ergen ergoterapisi üzerine çalışmalar yapıyorum.

Ergoterapi halk arasında yeni yeni tanınan bir kavram. Özellikle eğitim alanında etkisi her geçen gün daha da hissediliyor. Peki ergoterapi nedir?

Aslında bahsettiğiniz gibi ergoterapi halk arasında çok da bilinmeyen ve ancak bir problemle karşılaşıldığında, ihtiyaç halinde araştırılıp keşfedilen bir alan şu an için. Ergoterapi aslında çocukların, ergenlerin gündelik hayatta karşılaştıkları zorlukları, zorlandıkları alanları hem standardize testlerle hem de gözlemlerle değerlendirip tamamen çocuğa özel müdahale programları oluşturmayı kapsamaktadır. Böylece çocuğun gelişimini ve potansiyelini maksimuma çıkarmayı amaçlıyoruz.

buse-aydin.jpeg

ERGOTERAPİ KİMLER İÇİN GEREKLİ?

Peki hangi bireyler için ergoterapi gerekli görülür?

Aslında bizler tipik gelişim gösteren, herhangi bir problemi olmasa dahi her bireyin, her çocuğun ergoterapi desteği alabileceğinden bahsediyoruz. Bunun nedeni şu, bizler kişilerin duyusal profillerini, güçlü yanlarını, zayıf yönlerini analiz ederek sahip oldukları potansiyeli keşfetmelerini ve azami noktaya ulaştırmalarını amaç ediniyoruz. Ancak bunun yanında gündelik yaşamda sosyalleşme sorunu yaşayan, öğrenme güçlüğü çeken ve bir takım takıntıları olup asıl potansiyellerini ortaya çıkarmakta zorlanan; otizm, asperger, dikkat eksikliği tanısına sahip çocuklarla da çalışıyoruz.

ERKEN MÜDAHALE EVRESİ 0-6 YAŞ

Yaş ve ergoterapi arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirebiliriz?

Aslında literatürde olan şu, 0-3 yaş arasında biz beyni tekrar işlemleyebiliyoruz. Bu çok hızlı olan bir süreç. 0-3 yaş bu açıdan erken müdahaledir. Keza 0-6 yaş arası da benzer açıdan önemlidir. Ancak altı yaştan sonra problemler davranışa, mizaca ve karaktere evrilmeye başlar. Bu noktada müdahale süreci daha farklılaşır. Yaptığımız müdahalelere ek olarak çocuğun olumsuz davranışlarını, oturmuş olan o mizacını da değiştirmeye yönelik çalışmalar yapmamız gerekir. Ancak klinik gözlemlerim sonucunda şunu söyleyebilirim “Ne kadar erken müdahale edilirse o kadar çok yol alınır” düşüncesini artık savunmuyorum. Klinik ortamda ebeveynin desteklediği, çocuğun aktif katılım sağladığı durumlarda da çok hızlı yol alabiliyoruz.

DAVRANIŞLAR SİNYAL VERİYOR

Ergoterapi ve okul başarısı arasında nasıl bir ilişki kurabiliriz?

Bireyi sadece bilişsel ya da akademik başarı açısından değerlendirmememiz gerekiyor. İnsan bütüncül bir varlık. Sosyal tarafı, bilişsel tarafı, duygusal tarafı bütüncül olarak yaklaşılması gereken bir varlık. Genellikle okulda şöyle bir süreç yaşanıyor; gerçekten sosyal ilişkilerde zorluk yaşayan ve algı arttıkça, farkındalık arttıkça çocuğun bunu artık kabullenip bu güçlü tarafına odaklanan çocuk grupları var. Özellikle bebekliğinden itibaren kendini belli ediyor bu çocuklar. Anne baba yeterli bilgiye sahip olamadığında bu süreci iyi gözlemleyemiyor. Çocuğun güçlü yanları matematikte, resim çizmede ya da hayal gücünde ortaya çıkabiliyor. Sosyal ilişkilerde ya da fiziksel aktivitelere katılımda sorunlar yaşayabiliyor. Bu noktada çocuk kendini fark ettikçe daha fazla kabuğuna çekilmeye başlıyor. Ve kendi iç dünyasına gömülüyor. Günün sonunda belli alanlarda çok başarılı olsa bile kendi kendine kaldığı için depresyon, anksiyete hatta tırnak yeme ve egzama gibi fiziksel sorunlarla karşı karşıya kalabiliyor. Sallanma, bacak sallama, eliyle oynama gibi alternatif kendini rahatlatacak davranışlar açığa çıkabiliyor. Diğer grup çocukta ise şu oluyor; sürekli dikkat toplamada sorunlar yaşayabiliyor. Yerinde duramıyor, sürekli hareket ediyor. Bu çocukların da fiziksel aktiviteleri çok fazla. Çok sosyaller, çok girişkenler ancak dengeyi kuramadıkları için çok zeki olmalarına rağmen o kırk dakika boyunca sırada oturamadıklarından dolayı potansiyellerini ortaya çıkartamıyorlar. Bunun sonucunda toplumda ne yazık ki şu dengeyi kuramıyoruz… Çocuğumun güçlü yanı ne orayı destekleyeyim, ama zayıf yanı ne? Bu zayıf yanın da güçlü yanı desteklemesi gerekiyor ya! Çünkü bütüncül bir varlığız, burayı görmezden geliyoruz. Sürekli güçlü yanın desteklenmesi, zayıf yanın görmezden gelinmesi özellikle yaş gruplarında, hele ki aileden ayrılıp üniversite sürecine girildiğinde birey için oldukça yıpratıcı oluyor. Bu noktada biz devreye giriyoruz ve çocukların aileleriyle beraber güçlü ve zayıf yanlarını keşfetmelerini sağlıyoruz. Özellikle bu zayıf yanları, onları ileriki yaşamlarında nasıl olumsuz etkileyecek, bunları nasıl minimalize etmeliyiz? Ve bu doğrultuda hayatına etki eden herkes onu nasıl desteklemeli… Okul, aile, öğretmen, abla, kardeş… Tüm bunları sürece dahil ederek çocuğu hayata daha sağlıklı bir yetişkin olması için hazırlıyor oluyoruz.

FARKINDALIK ÇOK ÖNEMLİ

Benim buradan anladığım şu; size gelen çocuklardan kimileri üstün potansiyelli oluyor, aile bunu gördüğü için bundan memnun kalıyor ve hep çocuğun iyi olduğu alanlarda, dinozorlara, uzaya ya da tarihe ilgisi varsa hep orayı beslemeye çalışıyor. Ama zayıf yönleri, örneğin sosyalleşme gibi, hep zayıf kalıyor.

Kesinlikle. buralarda ailelere büyük yük düşmesi ile beraber farkındalık da önemli hale geliyor. Aile hatta toplum çocuğa baktığında “Aaa ne kadar zeki çocuğunuz var” diyor. Bu durumda aile hareketli ve yaramaz olmasındansa çocuğun daha bilgili ve daha sakin olmasını arzu ediyor. Ebeveynler süreci bilmiyorsa bu durumda çocuğa bütüncül bakamıyor. Ancak ebeveynler özellikle okul döneminde gerçeklerle karşılaşmak durumunda kalıyor. Çocuk teneffüse çıkmadığında, yalnız kaldığında ya da kendi gibi arkadaşları tercih ettiğinde farkına varıyor.

ergoterapi1.jpeg

ERGENLİK DÖNEMİNDE İÇ DÜNYA KARMAŞIK

Bu durumda özellikle ergenlik dönemi önemli bir kırılma noktası oluşturuyor anladığım kadarıyla.

Yaş büyüdükçe farkındalık artıyor. Kendini tanımaya başlıyor çocuk. Zorlandığı alanların farkına varıyor veya potansiyelini ortaya çıkarmak, bu kimlikten sıyrılmak ve bir şeyler başarmak için mücadele ediyor, tabii ki ailenin desteği ile; ya da o ergenlik sürecinde tamamen kabuğuna kapanıyor. Zaten hormonal bir değişim var, zaten anlamlandıramadığı bir süreç var ve orada kabuğuna kapanıp kendi iç dünyasını daha da genişleterek orada var olmaya çalışıyor. Ve o iç dünyasına birilerini alırken de ona göre filtreliyor.

HEPİMİZİN ‘DUYU BÜTÜNLEME’ PROBLEMLERİ VAR

Ergoterapi modern yaşamın getirdiği çözüm önerisi mi yoksa bundan elli ya da yüz yıl önce de var mıydı?

Aslında vardı da bilinmiyordu. Ergoterapi I. Dünya Savaşı’ndan beri biliniyor, tabii ki Türkiye’de yeni yeni bilinen bir alan. Aslında hepimizin duyu bütünleme problemleri var, hepimizin gelişimsel süreçte karşılaştığı ve karaktere, mizaca dönüştürdüğü zorluklar var. Bizler hep şöyle yapıyoruz toplumda “Erkek çocuğu geç konuşur, ne olacak ki erkek çocuğu haylaz olur, kız çocuğu güzel yazar ama erkek çocuğu kötü yazar” ya da “O saman alevi gibidir, diğerinde de peygamber sabrı var” deniliyor. Biz aslında toplumda çocukluktan itibaren var olan zorluklarımızı yetişkinlik sürecinde mizaca dönüştüğünde onu bir sıfatla kabul ettiriyoruz. Oysa bunlar çocukluktan gelen şeyler. Deneyimlerimiz. Beyin deneyimle büyür. O deneyimler doğru değilse ya da yeterli deneyime sahip değilse bu şekilde bu deneyimlerle devam edecek oluyor. Ona göre bir karakter geliştiriyor. Saman alevi gibi parlayan bir karaktere sahip olduğu düşünülen bireyler yetişkinliğe geçip iş yaşamına girdiğinde gerçeklerle karşılaşıyor. Çünkü bu süreçte çevresindeki kimse, bireyin bu davranışını kabullenmiyor, nazını çekmiyor. Bu ortamda öfkesini dışa yansıtamayan içinde biriktiren kişi kendi konfor alanında, örneğin evinde bu öfkesini eşine yansıtarak dindirmeye çalışıyor. Yani hepimizde dünyayı ve bedenimizi algılamakta yaşadığımız zorluklar var. Biz küçükken sokak oyunuyla ya da çevreden edindiğimiz fazlaca uyaranla belki minimize ettik. Kalanı da hayatın akışında çözümlemeye çalıştık. Ancak yeni dünya düzeninde maalesef çocuklar dört duvar arasında evde büyüyorlar, sokak hayatı yok, aileler çok daha tedirgin, bilgiye çok fazla ulaşabiliyorsunuz ama her bilgi doğru değil. O yüzden çocuğa nereden, nasıl alternatifler sunacağımız konusunda sorunlar yaşıyoruz ve bomboş olan beyni şekillendiren çevre, anne-baba maalesef o beyni doğru şekillendiremiyor. O yüzden şu an ortalama her on çocuktan altı ya da yedisinde bu problemleri daha çok görüyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi